Otobüste veya müsait bulduğum her ortamda öğrencilerle çocuklarla sohbet etmeyi severim, ufak bir tanışmanın ardından mutlaka “dedeniz var mı, ikisi de yaşıyor mu?” diye girerim sohbete.
Ben iki dedemi de göremediğim için bunun nasıl bir eksiklik olduğunu çok iyi bilirim.
Bana soracak olursanız günümüzde insanımızın en büyük kayıplarından biri; torunlarından ayrı kalmaları, onları bağrına basıp koklayarak doyasıya yaşayamamalarıdır. Evlatlarına tıpa tıp benzeyen torunlar onlar için hayatın ikinci bir baharı, evlatlarıyla yaşadıklarını aynen bir daha yaşamalarıdır.
İlk etapta tam olarak anlamasalar da, dedesiz ve büyükannesiz büyümek de torunlar için büyük bir kayıptır, bilmem ki bu kaybı daha sonra anlayabilirler mi?
Bu konuyu günlük hayatta sıkça dile getirdiğim olur. Bir defasında iki çocuk sahibi genç evli bir kardeşe;
“Gel bir sürpriz yap, evini bir kamyona yükle, hiç haber vermeden babanlara var; ben buraya göçtüm de hangi ebeveyn evlatlarını ve torunlarını geri gönderebilir? Gözlerini hayretle açtı, hiç aklına getirmediği böyle bir teklif karşısında şaşırmıştı. Ev kirasından, yakıttan, mutfaktan neler kazanacağını bir bir saydım. Her şeyden önemlisi çocuklarına bedavadan bakıcı ve öğretici bulmuş olacağını söyledim.
Biliyorum, zor bir mesele, kapitalist ve seküler dünya bunun tam aksine kurgulanmış durumda. Peki, Müslümanlar olarak bize dayatılanları yıkmak üzere yola çıkmadık mı?
Lüzumsuz bir konuya girdiğimi düşünebilirsiniz ama ben Gazze’ye bir de bu noktadan bakıyorum. Hani çoğumuz Gazzelileri üzülerek güzel sofralarımızla kıyaslıyor ya, benim aklıma da onların dedesizlikleri, torunsuzlukları hatta ondan da önce annesizlikleri, babasızlıkları ve evlatsızlıkları geliyor.
Allah’ın nimetlerinin kadrü kıymeti kaybedilince anlaşılır ya. Yaz tatili boyunca yavrularımızın camilere koşması için çırpınırken Gazze’yi düşündüm, bir daha içim yandı. Rabbim tez zamanda onları da kucaklaştırsın!