Cinsiyet eşitliğinden adalete

Merve Kavakçı

Cinsiyet konusunun sosyal bilimlere teorik perspektifte girişi feminist kritik dediğimiz yapıcı-eleştirel bakış açısının katkısı ile olmuştur. Süreç 1970’lere dayanır. İnsanların kendine has özellikleri ile geliştirdikleri, olaylara bakış açısı değerlendirici aktör kadın ise neler öne çıkar, çocuksa ve aynı şekilde erkekse neler öne çıkar bunları inceler bu kritiklerin her biri. Nasıl ki kritik ırk teorisi beyaz, siyahi, sarı ırkların sosyal olarak farklı algılanışları üzerinden bir okuma yapar ve eleştiri getirirse feminist kritik de kadınların bilgi üretimi sürecinde geride bırakıldıkları noktasından bir okuma yapar. Zaman zaman buna burada değinmiştik… Feminist okumanın bir implikasyonu olarak da gelişen cinsiyet eşitliği kavramsalı, kadın ve erkeği aynı görmeye teşvik eden saikleri bize sunar. Ulus devletlerin vatandaşları ile münasebete girerken kullandığı aynılık argümanına benzer bir şekilde kadın ve erkeğini aynılığından bahseder. Oysa aynılık mümkün olmadığı gibi, cinsiyet eşitliği yolunda da işlevsel değildir. Yani bu alanda fayda getirmez. Bunu fark etmek istemeyen feminizm savunucuları eşitlik için çalıştıklarını zannederken aynılık çarkı içinde hapsolurlar. Cinsiyet düşmanlığı da tabii bir sonuç olarak tartışmada bu noktada gelişir. Sistem tıkanır, teorik perspektifin arazide karşılığı oluşmaz. Gerçek alandaki karşılığı felsefi bakışa yansımaz ve sonuç itibariyle teoride söylenen havada asılı kalır pratikteki de arazinin kısır döngüsü içinde fasid bir daire içinde yörüngesinde döner durur. Pratik düzeltilemez, kültür denir, gelenek denir, kimi zaman başka şey denir, daire kendini muhafaza eder. Düşünülen, konuşulan, tasavvur edilen ise, dört duvar arasında entelejensiyanın diskuruna malzeme olmaktan başka hiçbir şeye hizmet etmez…

Cinsiyet adaleti olarak son yıllarda önümüze çıkan yeni bakış açısında ise, kadının kadın olduğu, erkeğin erkek olarak yaratıldığı temel farklılık prensibinden kaynak bularak, ikisinin denkliği ve bu denklikle birlikte tesis edilebilecek adalet duygusuna atıfta bulunulur. Eşitliğin hiçbir zaman mümkün olmadığı, teoride eşit denenin pratikte eksik kaldığı ispatlanırken, insanlık olarak varmamız gereken noktanın herkesin eşitliği değil, herkesin adaletli bir şekilde muamele etmesi ve muamele görmesi anlamına geldiği savunulur. Eşitlik mutluluk getirmez, ama adalet mutluluğa gidecek ilk adım olabilir. Adalet haklar üzerinden okunur, eşitlik ise haklar konusunu istismar etmekten başka bir şey yapmaz.

Hepimiz bir şekilde, bir çit arkasındaki ağaçları görmeye gayret eden uzun ve kısa boylu insana sunulan eşit yükseklikteki merdiven resmini zihnimizde tutuyoruzdur. Eşitçe verilmiş olan “şey” yani burada üzerine çıkılarak basamak olacak merdiven, uzunu daha uzun yaparken, kısa olanın, çitin arkasındaki ağaçları görmesine imkan sağlayamayabilir. Uzun daha da iltimaslı konuma geçerken kısa olan kendine getirilen teşvikle bağdaşmayacak şekilde yine kısa oluşunun semeresi ile karşı karşıya bulur kendini. Ne kadar basit bir örnekleme olsa da bu resim bize, eşit denen şeylerin asla eşit olmadığını, bilakis eşitlik adına verilen teşviklerin eşitsizliği ve dolayısıyla da adaletsizliği daha da körüklediğini gösterir.

Genel bir kavram olarak adalet üzerinde ama daha da spesifik olarak cinsiyet adaleti üzerinde ümmetin kafa yorması gerekmektedir.

yeniakit