İslam’da ibadetler bedeni, mali ve hem bedeni hem mali diye üçe ayrılır. Namaz ve oruç bedeni bir ibadettir, zekat mali bir ibadettir, hac ise hem mali hem bedeni ibadettir.
Bütün ibadetlerde “güç yetirebilmek” önemli bir ölçü olarak devreye girer. Çok temel bir bilgi şudur: “Allah insana ancak gücü nispetinde sorumluluk yükler.” (Bakara suresi, 286)
“Kolaylaştırın, zorlaştırmayın” uyarısı da Hazreti Peygamber’e aittir. Yine Allah Rasulü (s.a.) İslam’ı “kolaylık dini” olarak niteler ve dindarlık adına yeni yükler yüklenmeye yönelenleri “Kimse dine galip gelemez” diye uyarır.
Bunları niye yazdım? Dinayet’in önderlik ettiği en son tartışma vesilesi ile… “Camilerden sabit sıralar kaldırılsın!”
Herhangi bir camide herhangi bir insan ilk defa bir tabure üzerine oturarak namaz kıldığında muhtemelen “Niye böyle yapıyor ki!” diye onu yadırgayan birileri olmuştur. Yine muhtemelen bu yadırgayan insanlar, yaşları, yadırgadıkları insanın yaşına ulaşıp da bedenen namazın rüku, secde gibi rükünlerini yapamaz hale geldiğinde tabureye oturarak namaz kılma gereğini duymuştur.
Namazın kıyamı vardır, rükuu, secdesi, hatta kadesi (oturma) vardır. Kişi fizik olarak ayakta duramıyorsa, beli ağrıyor rükuya gidemiyorsa, başka sebeple secde yapamıyor, hatta oturamıyorsa ne yapacak?
İslam “Ne olursa olsun namazı bırakma!” diyor. “Gerekiyorsa gözünle ima ederek kıyamı, rüküyu secdeyi yap.” “Oruç tutman hastalığını artırıyorsa iyileşinceye kadar oruç tutma, iyileşince kaza et, ya da iyileşme mümkün değilse diyet ver.”
Hacda, umrede şimdilerde yaşlı insanlar tekerlekli sandalyede tavaf ve sa’y yapıyorlar. Bütün bunlar dinin içinde. Reform falan değil.
Modernlik adına “Kiliseler gibi camilere de sıra koyma” gibi hesaplarla da alakası yok.
***
Bir vakıa var:
Cami cemaatinin yaş oranı yükseliyor. Kaç vaaz dinlemişimdir; cami cemaatine hitaben “Hani sizin çocuklarınız, evlatlarınız?” sorusunu yönelten. Yani “Çocuklarınızı namaza ve camiye alıştırmadınız, şimdi camilerde sadece ihtiyarlar var” anlamına… Doğru olabilir, ama bu işten sadece babaları, dedeleri sorumlu tutmak da pek doğru değil. Bir akışın içinde sürükleniyor herkes.
Ben insanların camide sırf keyf için tabureye, sıraya oturduğunu düşünmüyorum. Hatta insanlar kıyamda durup, rükuya secdeye giderken taburede bunları yapmak zorunda kalmaktan büyük üzüntü duyulduğunu da zannediyorum.
Bir diğer konu bazen, çok yaşlı olmayan insanların bile tabure üzerinde namaz kılması söz konusu olabiliyor. Onlara da “Genç adamsın niye taburede kılıyorsun?” demenin doğru olmadığı kanaatindeyim. Niye? Özürlü olmanın yaşı yok ki. Şu veya bu özrü sebebiyle taburede kılma ihtiyacı hissedebilir. Niye yargılamalı onu?
Epeyce bir zamandır camiler, altları dükkan haline getirildiği için zeminden bir kat yükseğe yapılıyor. Bu defa devreye merdivenler giriyor. Yaşlı insanlar nasıl çıksın o merdivenleri? Ben, kapı eşiğini geçmekte zorlanan yaşlı insanlar tanıyorum. Camiden kopmak istemiyor, nasıl çıksın 10-15 merdiveni? Bazı yerlerde asansör yapılıyor, bir yerde yürüyen merdiven gördüm. Diyanet oturup Ankara’dan ahkam keseceğine insanların ibadet ortamına kolay ulaşmasını sağlayacak çareler üzerinde düşünsün.
Şu son genelge, camiye gelen insanlardan ne kadarını azaltmıştır, bir düşünmek lazım.
Cemaatten kopmama adına namazlarını camide eda etmeye çalışan, ancak mazereti sebebiyle taburede oturmak zorunda olan insanları “utanılacak bir iş yapıyormuş” hissine sürüklemenin insafı var mı? Diyanet hangi akılla böyle bir çıkış ihtiyacı hissetmiştir?
Bir gazete Diyanet’in tavrını “Bir FETÖ’cü uygulama daha sona erdi” şeklinde manşetle duyurdu. Aynı ekip, yine Diyanet üzerinden gerçekleştirdiği operasyonla “Kutlu Doğum”u da böyle bir mantıkla yemişti.
Ne yani “Simit işi”nde olduğu gibi burada da Cumhurbaşkanı Erdoğan devreye girip “Yanlış bu” mu desin? O zaman Diyanet ekibi “Biz zaten öyle bir şey yayınlamamıştık” diye açıklama mı yapacak?
Cemaati çoğaltma işini ne kadar başardığımız ayrı bir soru ama hiç olmazsa sun’i kısıtlamalara yönelerek azaltmayalım. Eğer bu sıra işinde mutlaka düzeltilmesi gereken bir şey varsa onu da Kur’an’ın ifadesiyle “kavl-i leyyin-yumuşak söz” ile düzeltmenin yolunu bulalım.