Büyük gözaltı dünyası

Ahmet Taşgetiren
“Kaçınılmaz” geleceğe doğru gidiyoruz. “Büyük gözaltı”na doğru. Adım adım “Hayat zaruretleri” gerekçesi ile özel hayatımızdan bir bölümünü kamusal denetime snuyoruz. Kaçınılmaz mı, evet kaçınılmaz. 

Ne diyeceksiniz mesela Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın bildirdiği “Pozitifliyi takip uygulaması”na? Ne olacak? Testiniz pozitif çıktığında telefonunuza bir uygulama indirilecek ve “Artık evde kalın, takiptesiniz, denilecek. Evden çıktığınızda uyarılacaksınız. Temas kurduğunuz herkes takip edilecek. Potansiyel riskli muamelesine tabi tutulacak.” 

Salgın var, salgını önlemek lazım. Bunun için normal uyarılar işe yaramıyor. İnsanlar sokağa çıkma yasağını ihlal ediyorlar. O zaman da salgını kontrol imkânı kalmıyor. Öyleyse işi sıkılaştıralım. Elektronik gelişmeler de buna imkân veriyor. Bir tür gözaltı uygulamasına geçelim. 

Kim ne diyebilir? Son derece masum değil mi? 

Şimdilik bizde testi pozitif çıkanlar için uygulanacak bu yöntem. Çin ise daha ileri gitmiş, herkesi takibe almış. Sokaklara da 2 milyon mobese kamerası yerleştirmiş. Bir merkez bir adamın bütün hayatını takip edebiliyor. 

O da koronavirüs gerekçesiyle meşrulaşmış gözüküyor. 

Hoş Çin için gerekçe gerekmiyor. Devlet iradesi her durumun gerekçesi zaten.

***

Bir yerden bakıldığında hayat dijitalleşmiş. Onsuz olmaz hale gelmiş. Cep telefonu kullanılamadığında nasıl bir sağırlaşma yaşandığını biliyoruz. Sokağa çıkma yasağında görüntülü görüşme imkanlarına sığınıyoruz. “Nesnelerin interneti” nerede ise her şeyi dijital teknoloji ile buluşturuyor ve hayata katıyor. Robotla dünyanın öbür ucunda ameliyat yapılıyor, elektronik ortamda trilyonluk anlaşmalara imza atılıyor, kredi kartları herkesin cebinde, “sanallık” hükümferma. 
Bir terör yapılanmasını bilmem kaç bin metre yukardan gözetleyebiliyor, vurabiliyorsunuz. Bir suç şebekesini kullanılan telefondan, kredi kartından, bilgisayardan takip edip ders-dest edebiliyorsunuz. 

Kaçınılmaz, kaçınılmaz, kaçınılmaz.

***

Ama bütün bunlar riskleri de beraberinde getiriyor. Bir kere “siber saldırı” gerçeği var, “siber güvenlik” zarureti var. Yani devletler, büyük – küçük şirketler, bilgilerinin ele geçirilmesi ve aleyhlerine kullanılması gibi bir tehlikeyi biliyor, ona karşı tedbir almaya çalışıyorlar. Bu açıdan neredeyse devletler ve şirketler için “Gizlilik” kalmamış gibi. Dinleme cihazları devletlerin aile mahremine bile girebiliyor.  

Devletlerin aile mahremiyetine girilebiliyorsa, kişilerin hiçbir mahrem alanının kalmadığı söylenebilir. Adeta her adımda iz bırakıyorsunuz. Kredi kartı kullandın, telefon ettin, araca bindin, bilgisayarı açtın, televizyon izledin… Sen televizyona bakıyorsun televizyon sana… Google, facebook, twitter, whatsapp yazılara, konuşmalara giren bilgileri emiyor, taşıyor belli depolara.

Suçlu korksun, suçsuzun kaygıya kapılmasına ne gerek var, diye sorulabilir. 

İş o kadar basit değil. Bilgilerin kim tarafından nasıl kullanılacağı sorusu en hayati soru. 
Kimi zaman kendi devletin sorun olabilir, kimi zaman başka devletler, örgütler… 

Kendi devletin, evet.  Toplumlar öyle canavar kadroların eline geçmiş devletlerle yönetilmişlerdir zaman zaman. Onun için anayasalara “haberleşmenin gizliliği, mahrem alana saygı” gibi kurallar konulmuştur. Anayasalarda o kuralların bulunduğu ülkelerde bile “Uzun kulak”ların “Büyük göz”lerin mahrem alana girmesi, hatta bunun için yargının bile kullanılıyor olması olağandır. 

Adım adım oraya doğru gidiyor insanoğlu. Deyim yerindeyse elimiz mahkûm. Ben ülkemin Çin gibi, sistemin de insanın bütün mahremiyet alanlarına girmesini meşrulaştıran zihniyette olmasını istemem. 

Çare ne peki?

Öncelikle insan haklarının öncelendiği bir sistem. Bunu korumak üzere etkin bir kuvvetler ayrılığı. Farklı üniteleri birbirini denetleyen bir devlet yapısı. Bilgiyi kötüye kullanana ağır yaptırımlar. 

Kötüye kullanılması halinde istisnasız bütün dünyayı siber felakete sürükleyecek olan bu gidişin, mesela teröre karşı işbirliği gibi, kurala bağlanması için küresel bir disiplin oluşturulması. “Teröre karşı işbirliği” alanında bile çifte standartlar olduğu bilindiğine göre siber güvenlik alanında işbirliği de kolay değil, bunu biliyoruz. Ama mesela şu salgın, kimi durumlarda dünyada sığınılacak yer kalmayabileceğini gözler önüne seriyor. Küresel felakete yatırım yapanlar, anlaşılmalı ki, kendi mahvoluşlarını da hazırlarlar. 
O zaman bütün masumiyeti ile hayatımızın kılcal damarlarına giren dijital imkanın canavara dönüşmemesinin çarelerini de aramak gerekiyor.