Bu kişiler, nasıl Gen.Kur. Başkanlığı yapmışlar, böyle?

Selâhaddin Çakırgil

Nice emekli ve muvazzaf generaller kitleler halinde sorgulanıp tutuklanır ve yargılanırken; hattâ 12 Eylûl 1980 Askerî Darbesi"nin, o dönemde "kurtarıcı" diye anılan diktatör lideri General Kenan Evren ve dönemin Hv. Kuv. K. Tahsin Şahinkaya bile 90 yaşın üzerinde oldukları halde hesaba çekilirken..

28 Şubat 1997 Zorbalığı döneminde Genelkurmay Başkanlığı"nı deruhde eden "Org. İsmail Hakkı Karadayı"nın sorgulamaya tâbi tutulmaması dikkat çekiciydi.

Çünkü, Org. Çevik Bir, Teoman Koman ve Erol Özkasnak başta olmak üzere, o dönemin nice anlı-şanlı generalleri, aylardır tutuklu olarak hesab veriyordu.

Karadayı ise, 28 Şubat günlerinin en tepe noktasındaki komutan olduğu halde, ona dokunulmuyordu.

Halbuki, en başta onun hesaba çekilmesi gerekirdi.

Komutanlığın yetki ve imkanlarından faydalanıp, sorumluluklarından kaçınmak olamazdı.

Nitekim, Çevik Bir, geçen ay, "Ben Genelkurmay 2. Başkanı olarak, komutanımın emrini yerine getirdim, asıl sorumlu olan odur.." diyor ve Karadayı"yı göstermiş; yaptığı 11 sayfalık suç duyurusunda, "Batı Çalışma Grubu"nun (BÇG) Karadayı"nın emir ve direktifleri ile kurulup çalışmaya başladığını ayrıntılarıyla anlatıp, "Karadayı"nın soruşturulması yasal bir zorunluluktur. Emri veren Genelkurmay Başkanı. Biz içerideyiz ama o dışarıda. Neden hâlâ Karadayı"yı almıyorlar?" demişti.

Karadayı ise, Meclis"in Darbeleri Araştırma Komisyonu"na oyuna verdiği ifadede, Çevik Bir"in 28 Şubat günlerindeki konumunu anlatırken, bazı davranışlarını "dangalaklık" olarak nitelemekten çekinmiyordu..

Bir şimdi ise, 5 Ocak günü, yaptığı açıklamada, Karadayı"dan şikayetçi olmadığını, sadece komutanın o olduğunu belirttiğini ifade ederek, "Ben bana verilen emri yerine getirdim, o da kendisine verilen emri yerine getirdi.." şeklinde bir ilginç cümle daha kuruyordu.

Bu ifade tarzı çok su götürür. En başta da, "Karadayı, kimin verdiği emirleri yerine getirmişti?" sorusuna hangi cevabın verilebileceği konusunu hatırlatır insana..

Diyelim ki, Cumhurbaşkanı (o zaman dilimi itibariyle, Demirel) başkomutan olduğu itibariyle, Karadayı"ya da o emir vermiştir.

Bu mümkün..

Hattâ, kuvvetle muhtemel..

Hatırlayalım ki, o dönemde, Erbakan"ın Başbakan olarak vazifelendirilmesine -hükûmet başta türlü kurulamadığı için, mecburen- imza atarken, laiklere de, "Hiç merak etmeyin, ben burada, (Cumhurbaşkanlığı makamında) olduğum sürece ve benim cesedim çiğnenip geçilmedikçe, laiklik asla tehlikeye girmez.." gibi kahramanlık gösterileri yapıyordu.

Yine o zamanlar, Vural Savaş isimli -kendi tanımlamasıyla- "militan laik-kemalist" bir kişiyi Başsavcı olarak tayin eden Demirel, "Kimse, laikliğin tehlikeye gireceği gibi korkulara kapılmasın, öyle bir başsavcı tayin ettim ki, ateş gibi.." şeklinde cümleler kuruyordu.

Yazık ki, o dönemde Demirel, Cumhurbaşkanı olduğundan ve C. Başkanları, anayasaya göre, -vatan hainliği dışında- yapıp ettiklerinden, dolayı sorumlu tutulamadığından, o dönemlerindeki tasarruflarıyla ilgili olarak hesaba çekilemiyorlar.

Vatan hıyaneti suçlamasının ise, Meclis"ten geçirilmesi çok zor.. Çünkü, böyle bir hıyanet iddiasının Meclisin beşte ikisi tarafından teklif edilmesi ve Meclis"in üçte ikisi tarafından kabulü halinde, cumhurbaşkanlığı yapanlar - yapmakta olanlar Anayasa Mahkemesince, "Yüce Divan" sıfatıyla yargılanır.

O dönemi hatırlayanlardan niceleri, o entrikaların içinde bizzat Demirel"in bulunduğuna ve "vatan hıyaneti" çapında suçlu olduğuna dair güçlü iddiaları paylaştıklarını da hatırlayabilirler. (Sadece Erbakan"ın, Demirel"e "Benim okul arkadaşımdır, o bana oyun oynamaz.." diye bir umut beslediğini, o zamanlar Abdullah Gül, hocasının bu kanaaatini hayret ederek dile getirmişti.)

*

Ama, Çevik Bir"in "Ben komutanımın emirlerini, komutanım da kendisine verilen emirleri yerine getirmiştir.." şeklindeki sözleri, Demirel"i de aşan başka bir yeri de mi işaret ediyor diye düşünmeye de sevkediyor insanı..

Bu da, bütün askerî müdahalelerin NATO ve dolayısıyla Amerika"nın bilgisi dışında olamıyacağı ön kabulüyle birlikte ele alınmayı gerektirir.

Nitekim, 28 Şubat Zorbalığı günlerinde, ağır laik baskılar altında tutulan Erbakan Hükûmeti"nin yıldız bakanlarından sayılan Abdullah Gül"ün de katıldığı ve zamanın Amerikan Dışbakanı Madeleine Albrigth"ın da bulunduğu Washington"daki bir toplantıda, dönemin Gen. Kur. 2. Başkanı Org. Çevik Bir"in, Amerikan Dışbakanı"na hitaben, "Ben ve arkadaşlarım bu hükûmetle mücadeleye kararlıyız.." dediği; Albrigth"ın da, "Mâdem ki öyle, o halde, direkt askerî idare yolu ile değil, Meclis aritmetiği yoluyla değiştirin.." şeklinde bir tavsiyede bulunduğu medyaya aksetmişti..

Çevik Bir"in, "Komutanım (Karadayı) da kendisine verilen emirleri yerine getirmiştir" sözünü bu çerçevede de ele almak mümkündür. Nitekin, o zaman, Çiller"in DYP"nden 50 kadar m. vekili Genelkurmay"a çağrılarak, bilinen / tahmin edilebilen usûllerle partilerinden istifa ettirilmişler ve Hükûmet"in sürdürülmemesi sağlanmıştı.

*

Bu bilgileri tazeledikten sonra..

28 Şubat döneminin Genelkurmay Başkanı Org. Karadayı"nın da nihayet, 3 Ocak 2013 günü, sorgulanmak için İstanbul"dan Ankara"ya getirildiğine şahid olundu. Savcılıkta saatlerce yapılan sorgusu sonunda tutuklama talebiyle mahkemeye sevkedilen Karadayı, 81 yaşında olduğu gerekçesiyle, tutuksuz olarak yargılanmak üzere serbest bırakıldı, yurt dışına çıkış yasağı konularak..

Kanunların bütün vatandaşlara eşit olarak uygulanması ve bir ayırım gözetilmemesi halinde, mahkemenin öyle bir tercihte bulunması normal karşılanmalıdır. Ama, Çevik Bir, "Ben de 75 yaşındayım, ben daha mı gencim.. Aynı imkan niçin bana da uygulanmıyor?" demekten kendisini alamamıştır.

Geçmişte, bu anlı-şanlı generaller, bilgi vermeleri için davet edildiklerinde Meclis Komisyonları"na gelmeye bile, -kendilerini kemalist resmî ideolojiye göre, devletin sahibi görüp- tenezzül etmezlerken; şimdi sorguya çekilebilir bir noktaya getirilmiş olmaları, muhakkak ki, çok olumlu bir gelişme olarak kaydedilmelidir..

Hatırlayalım, o günlerde, hele Osman Özbek isimli bir General vardı ki, tv. ekranlarından Başbakan Erbakan"a en ağır ve en galiz kelimelerle hakaret ediyordu. Başbakan Erbakan, Genelkurmay Başkanı Karadayı"ya bir yazı ile, o kişi hakkında "ne gibi bir işlem yapıldığını" soruyor; cevaben, "Gerekli çalışmalar yapılıyor.." gibi bir baştan savma karşılık alıyordu.

Daha, yaptıklarının hesabını vermesi gereken kimler yok ki..

*"Aklım almıyor.. Oyuna getirilmişim, by-pass edilmişim.."

İlgi çekici olan şu ki, Karadayı, mahkemede verdiği ifadelerine göre, neredeyse sütten çıkmış ak kaşık gibi imiş..

Halbuki, 27 Mayıs İhtilali kadrosunda da genç bir subay olarak yer aldığını hâtırâtında açıkça ifade eden Karadayı, 12 Mart 1971 Askerî Darbesi"ndeki etkinliğini de gizlememişti.. TSK içindeki öyle bir ihtilalci damardan geliyordu.. Herhalde, 12 Eylûl 1980 Askerî Darbesi"nde de marul toplamıyordu..

28 Şubat günlerinde ise..

Hiçbir şeyden haberi yokmuş gibi bir tablo çizmiş..

Ne biçim bir Genelkurmay Başkanı ise.. Sanki, Genelkurmay Başkanı değil de, Antalya"da tapu müdürü imişçesine..

Sincan"da tankların yürütülmesini bile sonradan duyduğunu söylemiş..

"Batı Çalışma Grubu" (BÇG) diye anılan ünlü ihtilal çekirdeğinden de habersizmiş.. Birçok şeyin kendisinin haberi olmadan yapıldığını, bunun TSK"daki geçmiş darbelerde de olduğu örneklerini zikrederek..

Kendisine yapılan sorumluluk suçlamalarının, "Benim sorumluluğumdadır.." derse, birilerinin cezadan kurtulma umudu içinde yapıldığını da ekliyor Karadayı.. Yani, zımnen, birçok karanlık suç eylemlerinin yapıldığını da itiraf ediyor..

Başbakan Erbakan"la da çok iyi bir birlikte çalışma dönemi geçirmiş..

Dışardan gelen yabancı devlet adamlarının, hiç bir diplomatik teamülde yeri olmamasına rağmen, önce Genelkurmay"a götürülüşleri de, keşke, Mahkeme"de sorulmuş olsaydı.. Karadayı"nın yoksa bunlardan da mı haberi yoktu? Sorulsaydı ve yabancı devlet adamlarının önce kendi makamına getirilmesini de mi anlamadığını söylerdi?. Bir örnek olarak, o günlerde, Fransa Başbakanı ve Dışbakanı Ankara"ya geldiğinde, doğruca Genelkurmay"a götürülürken, "Bu bizim kabul edeceğimiz bir uygulama değil ama, Türkiye"nin şartları özel olduğu için böyle.." demişler ve daha sonra Erbakan"la görüşmüşlerdi..

Kezâ, o dönemin İsrail Dışbakanı Ankara"ya geldiğinde, onunla görüşmek istemeyen Erbakan"ın mutlaka görüşmesi için, Genelkurmay"ın nasıl baskı yaptığını da -sorulsaydı- herhalde yine hatırlamazdı.

Siyonist İsrail rejimiyle, henüz Erbakan-Çiller Hükûmeti kurulmadan, TC. tarafından Çevik Bir eliyle imzalanan "Savunma ve İşbirliği Andlaşması"nı, ve onun, "bir askerî protokoldür.." diye, -kelime oyunuyla- Meclis"e getirilmekten kaçırılışını ve kendisinin Tel-Aviv"e yaptığı resmî gezide Yahudi Soykırımı Müzesi denilen mekânı ziyareti sırasındaki kaleme aldığı duygulu ifadelerini de hatırlamazdı, sorulsaydı, Karadayı..

Bu kişi, -kendisine sorulsaydı- Şah rejimi yıkılırken İran"dan kaçan generallerin, kendilerine anlattığı korkunç hikayelerin ve "Halkın önceleri mâsum talebleri vardı, biz de gözyummuştuk, ama, sonra bugüne gelindi.." deyişlerinin kendilerinde hangi korkuları uyandırdığını yıllar önce anlattığı gibi, yine, İslam dini konusunda paranoyaya benzer iflah olmaz bir ruhî saplantıya bu yüzden duçâr olduklarını da itiraf eder miydi?

Karadayı'nın BÇG'den haberi sahiden mi yoktu?

(Hatırlanacağı üzere İsmail Hakkı Karadayı, 25 Haziran 2012 tarihinde Meclis Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu"na verdiği ifadede, Adnan Menderes"in en büyük hatasının, 14 Mayıs 1950"de iktidara geldikten bir ay sonra, ezanı arabçaya, anlaşılmaz bir şekle çevirmek olduğunu söylemişti.)

O sadece, kendisinin Demirel"in cumhurbaşkanlığı zamanında Gen. Kur. Başkanı olmasını en büyük şans olarak zikretmiş.. Tabiatiyle, onun elinden "Devlet Şeref Madalyası" aldığını da gururla zikrediyor, 28 Şubat Zorbalığı"nın perde gerisindeki bu sessiz "okey"cisi.. O, mutlaka, Genelkurmay"da yargı mensublarına, postal yalatılarak oluşturulan yeni kemalist-laik yargı ilkelerinin dikte edilişinden de habersizmiştir, mutlaka..

Karadayı, verdiği ifadesinde, 28 Şubat Müdahalesi"nin bir Askerî Darbe olmadığını da iddia etmiş, ve onu post-modern darbe diye niteleyen, dönemin Gen.Kur. Gen. Sekreteri Tümg. Erol Özkasnak"ın beyanları hatırlatıldığında, "aptallık.." diye tepki vermiş ve "O dönem bizim hükümet üzerinde hiçbir baskımız olmamıştır. O dönem çok gergin bir dönemdi, sokaklarda huzursuzluk vardı. Bana gelen raporlarda toplum çok gergindi. Orduda yaşanan rahatsızlıkları ben devletin başı olan Cumhurbaşkanına aktardım. Yani her şey yasal zeminde konuşuldu. 28 Şubat kesinlikle darbe değildir. Her şey anayasal sınırlar içinde olmuştur. Böyle bir darbe olmaz, zor kullanma yok. Kendisi istifa eden bir hükümet. Tek taraflı yaşanan bir olay. O günün şartlarını düşünün, bütün bu işler siyasidir. Milletin iradesine müdahale olmadı. Meclis"e yönelik hiçbir baskımız olmadı. Dönemin hükümetiyle de ilişkilerimiz gayet iyiydi. Meclis kendine göre çözüm buldu. Aynı milli iradeden başka bir hükümet çıktı. O günün koşullarında her şeyi değerlendirmek gerekir. Hükümet kamuoyu baskısından etkilenmiştir. Bizim baskı ve müdahalemiz söz konusu değildir.."

"Bana göstermiş olduğunuz Batı Çalışma Grubu belgelerini de ilk defa burada görüyorum. (") Görülüyor ki emir-komuta zincirinin dışına çıkılmış, süreçte by-pass edilmişim" demiş..

6 saatlik sorgulamasında soruşturma savcısı Mustafa Bilgili, "Genelkurmay başkanının, böyle bir yapılanmadan ve astlarının faaliyetlerinden bilgisinin olmaması mümkün mü" sorusunu yöneltince, Karadayı, "TSK'da âmirin istemediği taşkilatlanmalar olmuştur.. Eylemlerden haberim yok benden gizli yapılmış.. Dışarıdayken astlarım bir şeyler hazırlamış olabilir.. BÇG'ye aid belgelerden haberim yok.." iddialarını tekrarlayıp, "27 Mayıs da dönemin Genelkurmay Başkanı Rüştü Erdelhun"un bilgisi dışında gerçekleşmişti. Erdelhun, darbeye karşı çıkmasına rağmen albaylar cuntası darbeyi yapmıştı ve onu da yargılamışlardı" cevabını vermiş..

Karadayı, bu arada, Rüştü Erdelhun"un, 1960 Mayıs"ında darbe hazırlığı istihbaratını aldığını, bunun üzerine, Ankara dışından takviye kuvvet getirilmesini emrettiğini; ancak Başbakan Adnan Menderes"in, "Takviye kuvvet rahatsızlık oluşturur" demesi üzerine Ankara"ya takviye kuvvetlerin getirilmesi fikrinden vazgeçildiği ve ihtilalin de bu şekilde rahat gerçekleştirildiği bilgisini de eklemiş ki, yakın tarih açısından ilginç ve önemli bir bilgi..

*

"Batı Çalışma Grubu'ndan haberim yoktu!" diyen 28 Şubat dönemi Genelkurmay Başkanı Karadayı'nın bu iddiası, onun nasıl bir komutan olduğunu düşündürürken, bir de doğru beyanda bulunmadığı iddiası, haberin üzerine dikilen tüy mesâbesinde oldu.. Çünkü, Karadayı"nın Deniz Kuvvetleri Komutanlığı bünyesinde onbaşı rütbesiyle askerliğini yaparken BÇG'yi deşifre eden polis Kadir Sarmusak hakkında, "gereğinin yapılması için" İçişleri Bakanlığı'na yazdığı 'gizli' ibareli ve kendi imzasını taşıyan yazıdan Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlığı da bilgilendirdiği, 8 Ocak 2013 günü medyaya yansıdı..

Karadayı'nın "Son olarak adı geçen askerin (Kadir Sarmusak) 'Gizli' gizlilik dereceli askerî hizmete ilişkin bir yazı ve ekini bahse konu kuruma (Emniyet Genel Müdürlüğü"ne) sızdırdığı belirlenmiştir" demesi, BÇG ve faaliyetlerinden bilgisinin olduğunu ortaya koyuyordu..

Bu ‚yüce komutanlar"a sorarsanız, onlar devlet ve milletin emrinde, ter-temiz ideallarle hizmet vermişlerdir, hep..

Ama, gerçek ne kadar böyledir?

Bu generaller, 1826"de şeklen kaldırılan Yeniçeriliğin bozuk dönemlerinin bütün hastalıklarını günümüzde de fiîlen ve fikren yaşatmıyorlar mı?

*

"Bu utancı ne kadar taşıyacaksınız?"

Karadayı"nın bu çelişkili beyanlarından sonra, bir diğer Gen. Kur. eski Başkanı İlker Başbuğ"un 6 Ocak günü medyaya yansıyan mektubuna değinebiliriz.. Hükûmet aleyhindeki internet yayınlarıyla ilgili İnternet Andıcı soruşturması dolayısiyle 5 Ocak 2012 tarihinde tutuklanan ve dosyası daha sonra Ergenekon Dâvâsı diye bilinen dosya ile birleştirilen ve, "Silahlı terör örgütü yöneticiliği ve hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs"ten yargılanan İlker Başbuğ"un, tutukluluğunun 1. yıldönümü dolayısiyle medyaya gönderdiği mektubunda şu görüşler dikkati çekiyordu:

"Mahkeme Genelkurmay Başkanı"nı sanık, terör örgütünün bir liderini ise (Şemdin Sakık"in gizli ve alenî tanıklığı"na işaret ediliyor) tanık sandalyesine oturtma başarısını göstermiştir. Türk ordusuna komuta etmiş birisinin, arkadaşlarıyla birlikte, "Terör örgütü kurmak ve yönetmek" suçlanmasının utanç verici ağırlığını, (") yargı erki daha ne kadar taşımaya devam edecektir? Yargı erkinin yetkili ve sorumlu makamları bu ciddî durumu sorgulamayacaklar mıdır? (") Türkiye"nin 26"ncı Genelkurmay Başkanı terör örgütü kurmak ve yönetmek suçlamasıyla tutuklanmıştır. Türkiye"de yaşanan bu durumu demokrasinin bir zaferi olarak değerlendiren cahiller, aslında bu suçlamanın siyaseten devletimize de yöneltilen son derece ağır ve haksız bir itham olduğunu bile anlayamamışlardır.

(") Silivri"de bugüne kadar yaşananlara bakılınca, burada âdil yargılamaların yapıldığını ve bu yargılamalardan da âdil sonuçlar çıkabileceğini söylemek mümkün değildir. Âdil yargılamanın gerçekleştirilmesinden sorumlu olanlar daha neyi beklemektedirler? İnsanların daha fazla eziyet görmelerini mi? Bu durum, Türkiye"ye yakışmamaktadır."

İlker Başbuğ, kendisi gibilerin yargılanmasının bir normalleşme süreci olarak değerlendirip alkışlayan "câhil"lere de çattığı mektubunda, kendisi için birilerinin yazdığı, "İlker Başbuğ hayalleri olan, ancak yanlış zamanda dünyaya geldiği aşikâr olan bir Genelkurmay Başkanı"dır." şeklindeki satırları aktarmaktan da çekinmemiş.. Herhalde, bir zamanlar başına buyruk bir gücün sahibi olarak tumturaklı ifadelerle ve tehdidler savurarak konuşan İlker Başbuğ, böylesine bir âkıbeti hayal bile edememişti ki, kendi hakkındaki o övgü cümlesini bizzat aktarmak gereği duymuş..

İlker Başbuğ veya hiç bir kimsenin haksız yere tutuklanıp özgürlüğünün bir an bile sınırlandırılmamasını esas alanlar böyle durumlara alkış tutamazlar elbette..

Ama, Başbuğ ve benzerleri de bilmeli ve kabul etmeliler ki, bu gibi beyanlar ve büyük iddialar, bütün hayatı kanunî sınırlar içinde, millete hizmet çizgisindeki bir ordu kurumu için sözkonusu edilmiyor.. Öyle bir ülkede yapılıyor ki, 28 Şubat Zorbalığı"nı, 1923"den beri varolan bir darbecilik mantığına dayandıran en üst komutanların sözleri hâlâ hâfızâlarda yankılanıyor..

27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylûl 1980 ve 28 Şubat 1997 Askerî Müdahaleleriyle hükûmetlerin nasıl devrildiğinin ve 1957"deki 9 Subay Hadisesi, 22 Şubat 1962 ve 21 Mayıs 1963"de Harbokulu Komutanı Kur. Alb. Tal"at Aydemir"in giriştiği ve başarısız kalan ve sonunda kendisinin kurşuna dizilmesiyle sonuçlanan darbe teşübbüslerinin; dönemin Kara Kuv. Kom. Org. Faruk Gürler ve Hava Kuv. Kom. Org. Muhsin Batur"un son anda saf değiştirmesiyle, başarısız kalan 9 Mart 1971 Darbe teşebbüsünün hikayeleri bilinirken ve 27 Nisan 2007"de Genelkurmay Başkanı Org. Büyükanıt"ın elindeki silahı Hükûmet"e doğrultan ve "ben seni tanımıyorum" mânâsını taşıyan bir muhtırayı televizyonlardan yayınlamasından sonra, Başbakan Erdoğan"ın bu muhtırayı takmayıp, Büyükanıt"a Dolmabahçe"ye gelmesini emretmesi üzerine, onun oraya paşa-paşa gitmesi ve eyleminin sorumluluğundan kurtulmak için ne gibi bedeller ödediği henüz açıklanmasa da kamuoyunda aşağı-yukarı tahmin edilirken..

İlker Başbuğ"un "Genelkurmay Başkanı nasıl olur da terörle suçlanır?" diye yakınmasında bir haklılık payı var mıdır?

Maalesef, son 100 yılımız, TSK"nın komuta kademelerinin, hele de müslüman halkımız üzerinde terör oluşturan darbe teşebbüsleriyle dop-dolu değil midir?

Bizzat İlker Başbuğ da, Genelkurmay Başkanı iken, eline yardımcılarınca tutuşturulan kağıtları, "Bunlar belge değil, paçavra.." diye hiddetle buruşturan, Poyrazköy"de gelecekteki bir darbe planı için toprak altına gizlenmiş olan lav silahları için, boş bir boruyu gösterip, "Bu, boru yahu!" diyen, Brüksel"deki NATO merkezinde bulunan TSK subaylarına hitab ederken hükûmet filan tanımadığı mânâsında konuşan kendisi değilmiş gibi..

İnsan bu gibi kimselerin bu ülkenin, Genelkurmay Başkanlığı"na kadar gelmiş olmasına teessüf etmekten kendisini alamıyor. Bir silahlı mücadele örgütüne karşı bile, 30 yıldır galib gelemeyişin şifresi de yok mu, bu anlatılanlarda?

 

haksöz