Bir dokun, bin ‘âhh’ dinle; ‘kâse-i fağfûr’dan...

Selâhaddin Çakırgil

Yazının başlığındaki ‘kâse-i fağfûr’ deyimi yeni nesiller için biraz izaha muhtaç olabilir. Bu deyim, en yüksek kaliteli ve bir dokunulduğunda uzun uzuuun çınlamasıyla meşhur Çin porseleni için kullanılır. 

Bu yazıda, herbirisi, gerçekte birkaç makale isteyen ve deriiin çınlamaları ve iniltileri olan birkaç konuya özetle değinileceğinden ‘kâse-i fağfûr’ deyiminden faydalanıldı.

***

12 Mart akşamı,  İst. Kitab Fuarı’nda ‘fakir’in de bir konuşması vardı;  ‘Son 300 yıllık tarihimizden bugün ve yarınlara bakmak..’ konulu.

O gün, aynı zamanda 12 Mart 1971’de gerçekleşen bir askerî darbenin 45. yıldönümüydü de..

45 yıl önce o gün, bir kez daha kurtarılmıştık, darbeci kemalist generaller tarafından..

Kim miydi o sahte kurtarıcılar?  Milletin ve ülkenin geleceğiyle oynayan yeniçeri bozuntuları.. Şimdi, hatırlanmıyorlar bile.. Ama, zulümlerinin tortuları kaldı.

***

Konuşma sırasında, yeri gelince, 28 Şubat 1997 Askerî Darbesi günlerinde yaşanan bir anekdot da aktarılmıştı, -İsmet İnönü’nün damadı - Metin Toker’den..

Toker, bir yazısında şöyle diyordu, özetle:  

‘Önemli bir Batı Avrupa ülkesinin büyükelçisi ziyaretime geldi. Diyordu ki:  ‘Başbakan Erbakan’ı ziyarete gittim..

Erbakan bana dedi ki: ‘Sizler G-7’ler diye bir kulüp oluşturdunuz, en gelişmiş 7 ülke olarak.. Biz de şimdi, D-8’leri kurduk. Böylece, dünyanın âdilâne bir şekilde paylaşılması için bir denge unsuru oluşturmuş bulunuyoruz.’

Ve ben bu sözleri duyduğumda,  ‘Laik Türkiye’nin başbakanı mı, bu konuşan?’ demekten kendimi alamadım.

***

Toker ise, dinledikleri karşıusındaki şaşkınlığını anlatmak için ‘Ben de küçük dilimi yutacak oldum..’  diyordu.

***

Bu örneği verdiğim sırada Kemaleddin Erbakan ağabey de giriverdi salona.. Yürümekte biraz güçlük çekiyordu. Ama, hâfızası pırıl pırıldı. O yaşta, bu gibi toplantıları kaçırmıyordu.

Sohbet sonunda, ‘Dile getirdiklerin doğru da, müslümanların birliğinin nasıl temin edileceğine dair çözümü göstermiyorsun.’  dedi.

‘Ağabey, bunun bir aklî ve şer’î zarûret olduğunu herbirimiz düşüneceğiz. Ve sonra ortak aklın çözüm yolu da bulunur, inşaallah..’ dedim.

***

16 Mart Çarşamba günü öğleden sonra da, Marmara Üni’nin Göztepe Kampüsü’nde ‘İnancın hayatımızdaki yeri’  konulu bir müşterek sunumumuz vardı, sosyolog Hülya Şekerci hanımefendiyle birlikte.. 

Kızlı -erkekli çok sayıda öğrencinin 2 saati aşkın bir süre dikkatle izlediği o sohbet toplantısında dile getirilenleri de paylaşmak isterdim, ama bu sütunun hacmi buna yetmez.

***

16 Mart günü, aynı zamanda, 1988’de yaşanan  Halebçe Katliâmı’nın da 28. yıldönümü idi.

Irak Baas rejiminin başındaki Saddam, 8 yıl süren İran- Irak Savaşı’nın son demlerinde, İran güçlerinin eline geçen Irak’a aid bir sünni kürd kasabası olan Halebçe’yi kimyasal gazlarla bombardıman etmiş, kadın, çocuk, genç- yaşlı, on bine yakın insan bir anda kavrulmuş, ama, emperyalist dünya bu dehşetli cinayeti -o zaman destekledikleri Saddam’ın aleyhinde olmaması için-, görmezlikten gelmiş ve ancak Saddam’ın 1990 Ağustosu’nda Kuveyt’i işgal etmesinden sonra, o korkunç cinayetin haber filmlerini dünyaya servis edip, Saddam’ın nasıl korkunç bir zâlim olduğu anlatılıvermişti!   

***

Ve, 17 Mart günü de, Dünya Türkistanlılar Derneği’nin bir anma toplantısı vardı, İst.- Fatih’te.. Türkistan’da 1916 yılında yaşanan büyük na-râzılık ve qıyâm hareketlerinin Rusya tarafından 100 binler katledilerek bastırılmasının 100. yılı münasebetiyle..

Bu zamana kadar daha çok ‘turancı’ denilen kesimler tarafından sahiblenildiği için İslamî dikkati ağır basan kesimlerin biraz ilgi alanı dışında kalan Türkistan’da yaşanan o büyük katliâm, 100. yılında Dünya Türkistanlılar Derneği Gn. Başk. Burhan Kavuncu’nun ve diğer konuşmacıların, İslam Milleti ve Ümmeti şuûru içinde ve her mazlûmun yanında olmamız gerektiği dikkati ile yeniden hatırlandı.

Hayırlara vesile olur inşaallah..

stargazete