Bir de böyle bakalım

Merve Kavakçı

Uluslararası İlişkiler alanında bilirkişi muamelesi görenlerin önemli bir kısmı, devletler arası ilişkilerde görülen uzun dönemli değişmezliklere atıfta bulunurlar. Hatta bunun böyle olması gerektiğinin de altını çizerler. Doğrudur, devletler arası münasebetler, kişiler arasındakine benzemez, hantal ve büyük devlet makinasının içini dolduran seçilmiş ve seçilmişler tarafından atanmışların ikili ilişkilerine nazaran daha fazla durağanlık arzeder. İnsan mizacından kaynaklanan sürtüşmeler, söz konusu ulus-devlet yapısı olunca uluslararası arenaya ya yansımaz ya da çok zaman sonra yansır. Yansıyabilmesi için de bir dizi ısrarcılığın bir araya gelmesi gerekecektir ki beklenen kıvılcım oluşsun. Aksi takdirde ülkeler arası ilişkiler, ikili veya çoklu olarak ufak tefek çalkantılar dikkate alınmadığı takdirde hep-aynı-hep-aynı olmaya devam edecektir..

Mi acaba? Gerçekten öyle midir? Kısaca özetlediğimiz bu çerçeve, mi eki ile sorgulanır olmuştur bugünün dünyasında. Evet, hiç şüphesiz ulus devlet ilişkilerinin bir geceden gündüze çok dramatik bir şekilde değişmesi, altüst olması çok olağan ve beklenen bir şey değildir daha doğrusu değil idi. Ama şimdi öyle mi? Özellikle Soğuk Savaşın bitimi ile tek kutuplu olmakla çok kutuplu olmak arasında gidip gelen şu dünyacık, siyasal alanda ne denli fırtınalara göğüs germekte bir düşünelim. Süper güç Amerika’nın İsrail düşkünlüğünde bile kendini gösteren değişim artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağının habercisi olarak görülmez mi.. Ezeli düşmanlar Washington ve Moskova bir bakıyorsunuz kol kola. Hem de öyle kısa süreli değil, aradaki fiziksel mesafeyi bir anda kısaltıp yerine ikizleşmiş hareketleri yerleştirecek kadar çevik bir hamle ile. Sevgi nefret çemberinden bir ileri iki geri giden arkadaş gibi ABD ve Rusya. Çin keza. Amerika Çin’e karşı bir yanında bir karşısında. Ekonomik alanda bir yerde ise siyasi ve sosyal alanda tam zıt istikamette. Görünen o ki, farklılıklar, hem de uzun süreli ayrılıklar bir çıkar ilişkisi, bir yeni denge arayışı, bir ihtilaf senaryosu sonucunda alt üst olabiliyor.

Dünya akışkanlaştıkça, zaman içinde bir zaman yaratıldıkça, insanların, insan topluluklarının, grupların, milletlerin, milletlerden oluşan ülkelerin, bölgelerin ve daha ötesinin hareketliliği ile gelen akışkanlığıyla, ne atom durduğu yerde duruyor tabiri caizse, ne de onu taşıyan coğrafi bünye. Her şey akıyor, aktıkça, yeniden şekilleniyor. Yeniden tanımlanıyor, yeni ittifaklar, yeni muhalefetler ama hepsi “süreli” oluşuyor.

Bu bağlamda Türkiye’nin dış siyasetini acımasızca eleştirenlerin haklılık payı olmadığını görüyoruz. Türkiye’nin yaptığı yani kendi insanının çıkarları için kısa vadede ve uzun vadede olmak üzere iki ana akım vasıtasıyla uluslararası politikasını belirliyor olması kendi yapmayacak olsaydı bile, diğer dünya ülkelerinin mecbur bırakacağı bir şeydir zaten. Nitekim Türkiye, geçmişte olduğunun aksine, yani 1997-98 aralığı istisna tutulursa 2000’ler öncesinin aksine, dinamik ve atılgan. Dikkat ediniz, saldırgan değil atılgan. Dikkat ediniz edilgen de değil, proaktif bir dış siyaset güdüyor. Her şeyi günlük güneşlik, her şeyi mükemmel olmasa da, hiç bir şeyin mükemmel olmadığı şu gezegende, değişen şartlar ve ahval içerisinde kendini adapte edip yeni cepheler, yeni kaleler açması takdir edilmez de ne yapılır..

yeniakit