Bir arada yaşama sorunu

Ahmet Taşgetiren

ABCDEFGĞHIİJKLMNOÖPRSŞTUÜVYZ

Bunlar Türk Alfabesinin 29 harfi. Böyle, 29 harfi bile yan yana dizseniz bir anlam çıkmıyor. 

Anlam içeren ve kendisine “kelime” dediğimiz söz dizisi, harflerin iletişiminden doğuyor. 

“Anne” dört harfin doğru iletişimi ile oluşmuş, “Vatan” beş harfin, “Bayrak” altı harfin… Aynı dört, beş, altı harf, iletişimsizlik halinde manevi değer taşıyan aynı kelimeleri ortaya çıkarmazdı.

Kelimelerin sağlıklı iletişimi cümleleri, cümleler yazıları, kitapları oluşturuyor.

Sözel anlamdaki kelime iletişimleri anlamlı konuşmaları üretiyor. 

Toplumlar, aileden millete, insanlık alemine kadar sağlıklı iletişimle var olabiliyorlar. İletişimsiz bir dünya kaos anlamına geliyor.

İnsanlık, sağlıklı iletişimin yollarını aramış öteden beri. “İnsan insanın kurdudur” niteliğindeki bir çarpık iletişim ortamı “Barış” denen sağlıklı iletişim haline nasıl evrilir?” e kafa yormuş. Devleti üretmiş, hukuku üretmiş, devletin canavarlaşmasını önlemek için disiplinler geliştirmiş, anayasalar yapmış.

Aralık ayının son günleriydi. Habertürk televizyonunda yayın yönetmeni Kürşad Oğuz’un Fransız Sosyolog Alain Touraine ile yaptığı bir mülakatı izlemiştim. Fransız sosyologun “Geleceğin dünyası”na ilişkin tespitleri önemliydi. (https://www.haberturk.com/yazarlar/kursad-oguz)

Bugünün dünyasında “Kültürel haklar öne çıkıyor” diyordu. “Bugün ilgilenmemiz gereken en canlı ve acil sorun bu” diyordu. Şöyle konuşuyordu: 

“Çok farklı kültürlerin barındığı heterojen bir toplumda yaşamayı nasıl öğreneceğiz? Fransa’da 20. yüzyılın başında yabancı sayısı belki yüzde 3 veya 4’tü. Bugün en az yüzde 25. Yani Hıristiyan, Müslüman veya Yahudi bir “devlet kültürü” mantığı, gerçekle hiç örtüşmüyor artık. Her yerde çok farklı kültürlerden gelen insanlar yaşıyor.”

“Bunun kitabını da yazdınız” sorusu soruluyor “Eşitliklerimiz ve farklılıklarımızla birlikte yaşayabilecek miyiz?” diye…” Cevabı şöyle: 

“Evet. Şimdi en önemli ve zor sorunun kalbindeyiz. Farklılıklarımızla nasıl birlikte yaşayacağız? Bugünün en büyük sorunu “Ne yiyeceğiz ya da fakir miyiz zengin miyiz” değil. Kültürünüz ne? Dediğim gibi göç hareketleri veya küreselleşme yüzünden giderek çok daha farklı insanlarla birlikte yaşıyoruz. Bu çatışmaya da yol açabilir; aynı zamanda hoşgörüyü, kabullenmeyi de sağlayabilir. Mesela Fransa, Batı Avrupa’da en çok karışık evliliğin olduğu ülke. Fransızlar Cezayirlilerle, Tunuslularla, Faslılarla evlenmiş. Karışık kültürler, çift diller ortaya çıkmış. Bu kolay bir şey değil. 1990’dan, Sivil Savaş’tan sonra pek çok Cezayirli Fransa ve İtalya’ya geldi. Peki, her bireyin özgürlüklerine saygı göstererek birlikte yaşamayı nasıl öğreneceğiz?”

Alain Touraine’e “iyimser misiniz karamsar mı, birlikte yaşayabilecek miyiz gerçekten?” diye soruyor Kürşad Oğuz. Cevap “Temel olarak iyimserim” diyerek geliyor. Şöyle devam ediyor:

“Çünkü her yerde çok daha fazla yabancı var artık. Çin’den, ABD’den, Ortadoğu’dan veya başka yerlerden gelen çok farklı tüketim ve yaşam alışkanlıkları var. Üstelik bu daha başlangıç. İslami dünyanın bütünü ise ekonomik sebepler yüzünden göreceli olarak daha izole. Fransa’da yabancı kökenli olanların oranı yüzde 27. Yani nüfusun dörtte biri. Afrika’nın izole bir ülkesinde böyle bir oran yok tabii. Ama bu da değişecek.”

Geniş çerçeveli bir mülakattan söz ediyorum. Şunlar da altını çizdiğim cümleler: 

“Artık milli düzeyde değil dünya düzeyinde düşünmemiz lâzım. 

“Felsefe, özgürlükler gibi kavramlar daha fazla önem kazanıyor. Çünkü insan tutum ve davranışları giderek küreselleşiyor ve böylece insan kişiliğinin derin yapıları daha çok işin içine giriyor. Dinin öne çıkışını da bu kapsamda ele alıyorum.

“Bence insan kimliğinin küresel vizyonu, insan hakları kavramı giderek daha çok önem kazanacak.”

Alain Touraine’in penceresinden baktığınızda bütün dünya, bütün insanlık geliyor gözünüzün önüne. Daha izole, belki içine kapanmış alanlar (İslam dünyasının bir kısmını da buna dahil ediyor) olmakla birlikte kültürel açıdan iç içe geçmiş bir dünya. İnsanlık alemi. “Bir arada nasıl yaşanacak?” Sınav bu. 

Türkiye ne düşünür bu konuda? 

Biz kendi bünyemizdeki farklılaşmalarla bir ahengi oluşturabilecek miyiz? 

Mesela bir anayasa yapımı söz konusu olduğunda tüm toplum kesimlerini kavrayacak ortak paydalar oluşturabilecek miyiz? 

Çok kültürlülük içinden “Tek millet” çıkacak mı? 

“Kamplaşma” denen hadise bu açıdan ülkeyi yönetenlerin de “Sorun” olarak gördüğü bir vakıa mı? 

Türkiye adına dünyaya verdiğimiz mesaj, insanlık boyutunda bir iletişimi aradığımız ve buna kendi kültürel kodlarımızla katkıda bulunabileceğimiz nitelikte mi? 

İç iletişim ve küresel iletişim noktasında çalışılmış bir metnimiz, bir davranış çerçevemiz var mı? 

İçerde sık sık yakındığımız “Kısır çekişmeler” bu dünya zarureti karşısında nereye düşer?

Bakalım ABC’den insanlığın ilgisini çekecek anlamlı bir mesaj üretebilecek miyiz?