Batum Antlaşması’ndan Şuşa Beyannamesi’ne

Hakan Albayrak

Geçen Salı gününü büyük bir mutluluk ve büyük bir şaşkınlıkla geçirdim.

Mutluluğumun sebebi Şuşa Beyannamesi’nin imzalanması, şaşkınlığımın sebebi ise iktidar hariç Türkiye siyasetinin bu tarihî gelişmeye ilgisizliği idi.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’in imzaladığı Şuşa Beyannamesi’yle Türkiye ve Azerbaycan arasındaki müttefiklik ilişkisi resmiyet kazandı, hey!

Siyasi, iktisadi ve kültürel işbirliğinin yanı sıra askerî işbirliğinin de alabildiğine geliştirileceği müjdelenen beyannamede “Türkiye ve Azerbaycan arasındaki ilişkilerin niteliksel olarak yeni, müttefiklik düzeyine çıkarılması”ndan bahsediliyor ve “Taraflardan herhangi birinin kanaatine göre onun bağımsızlığına, egemenliğine, toprak bütünlüğüne, uluslararası düzeyde tanınmış sınırlarının dokunulmazlığına veya güvenliğine karşı üçüncü bir devlet veya devletler tarafından tehdit ve saldırı gerçekleştirildiğinde” askerî dayanışma sergileneceği ilan ediliyor.

Geçen seneki Karabağ savaşında bunun fiiliyatını zaten görmüştük, o bakımdan yeni bir şey değil ama Türkiye ve Azerbaycan’ın artık resmen de müttefik olması hepimiz için heyecan, sevinç ve kutlama sebebi olmalıydı diye düşünüyorum.

Beyannamede Türkiye ve Azerbaycan’ın Zengezur koridoruyla birbirine bağlanacağının vurgulanması da önemli.

Bölgesel ve küresel meydan okumalara karşı safları sıklaştırma iradesi orta veya uzun vadede iki ülkenin / iki ülkemizin ittihadını da getirir, bir gün “Türkiye ve Azerbaycan arasındaki ilişkilerin niteliksel olarak yeni, müttehitlik düzeyine çıkarılması”na dair bir beyanname -mesela “Nahçıvan Beyannamesi”- de imzalanır inşaallah.

***

Erdoğan ve Aliyev, Şuşa Beyannamesi’nde, Türkiye’nin Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan’la sınırlarının belirlendiği, ayrıca Nahçıvan’ın özel statüsünün (özerklik) tayin edildiği 13 Ekim 1921 tarihli Kars Antlaşması’na atıfta bulundu.

İmza töreninde, Osmanlı Devleti ile Azerbaycan Milli Şurası’nın 4 Haziran 1918 tarihli Batum Antlaşması’nı da ansalardı isabet olurdu.

O antlaşma da -siyasi ve iktisadi işbirliğinin yanı sıra- savaşta dayanışmayı öngörüyordu.

28 Mayıs 1918’de bağımsızlığını ilan eden ve fakat başkenti Bakü İngiliz destekli Bolşevik Ermeni işgali altında bulunan Azerbaycan buna istinaden Osmanlı Devleti’nden askerî yardım istemiş ve Enver Paşa’nın talimatıyla kurulan Kafkas İslam Ordusu 14 Eylül 1918’de Bakü’yü işgalden kurtarmıştı.

Azerbaycan 1920’de tümüyle Sovyet işgaline uğrayıp bağımsızlığını kaybettiyse de, Sovyetler Birliği bünyesinde, Osmanlı müdahalesinin ‘müktesep hak’ haline getirdiği petrol zengini Bakü’nün başkentliğinde bir özerk cumhuriyet oldu ve Sovyetler'in dağılma sürecinde o özerk cumhuriyet sahasında bağımsızlığını ihya edebildi.

Ve bağımsızlığının ilk yıllarında topraklarının yüzde 20’si Rusya destekli Ermenistan’ın işgaline uğradıysa da Ağdam, Kelbecer, Laçin, Cebrail, Fuzuli, Kubatlı, Zengilan ve “Karabağ’ın Tacı” Şuşa’yı geçen sene -Kafkas İslam Ordusu ruhuna sahip çıkan- Türkiye’nin yardımıyla geri alarak, sair işgal topraklarını kurtarabileceğini de göstererek, bölgesel bir güç olarak yükseldi Azerbaycan.

Şuşa Beyannamesi, bunu Allah’ın inayetiyle mümkün kılan müttefiklik ilişkisinin adının konulmasıdır.

Türkiye için stratejik, Azerbaycan için belki hayati önemde bir ilişki bu.

Azerbaycanlı diplomat ve siyaset bilimcisi Vefa Gulzade’nin -KARAR okurlarıyla evvelce de paylaştığım- mülahazalarını hatırlayalım:

Azerbaycan Cumhuriyeti, varlığını Osmanlı Kafkas İslam Ordusu’nun 1918’deki müdahalesine borçlu; aslında Azerbaycan için daha düşük bir statü öngören Bolşevikler, Osmanlı Devleti’nin bu müdahalesi üzerine çıtayı özerk cumhuriyete kadar yükseltmek zorunda kaldılar ve o sayede bugünkü bağımsız Azerbaycan devleti kurulabildi; etrafı düşmanla çevrili olan Azerbaycan’ın, istiklâlini korumak için de Türkiye’ye ihtiyacı var; evvelâ Azerbaycan-Türkiye askerî birliği ve bilahare Azerbaycan-Türkiye konfederasyonu kurulmalıdır; Türkiye de bundan jeopolitik kazançlar elde edecektir…

***

Gulizade’nin 29 Ağustos 2011 tarihli Yeni Müsavat’ta yer alan harikulade bir cümlesiyle bitirelim:

“Eyni millət, eyni din, eyni tarix və nəhayət eyni siyasi maraqları olan iki dövlətin konfederasiyada birləşməsi hər zaman realdır.”

Yani; “Aynı millet, aynı din, aynı tarih ve nihayet aynı siyasi menfaatleri olan iki devletin konfederasyonda birleşmesi her zaman gerçekçidir.”