Avustralya’da 3 gün... Uzun yolculuğun kısa hikâyesi

Hasan Karakaya

“Kıta” olarak, gitmediğim bir tek “Avustralya” kalmıştı... 

Daha önce, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile Asya’ya, Avrupa’ya,Afrika’ya ve Amerika’ya gitmiştim... Başbakan Ahmet Davutoğlu ile deAvustralya’ya gitmek nasip oldu...

Böylece “5 Kıta”yı da gezmiş-görmüş oldum... Bu geziler, her ne kadar“resmi geziler” olsa da, zaman zaman “resmi program”ın dışında, “şehir turları” yapıyor, gittiğimiz şehri ve ülkeyi tanıma fırsatı buluyoruz...

Sayın Başbakan Ahmet Davutoğlu ile “G-20 Zirvesi” dolayısıyla gittiğimizAvustralya’nın Brisbane şehrinde de, hem şehri gezme, hem de orada yaşayan “Türkler”le tanışma ve konuşma fırsatı bulduk...

OLAĞANÜSTÜ GÜVENLİK TEDBİRİ

G-20 Zirvesi dolayısıyla, şehirde “olağanüstü güvenlik tedbirleri”alındığından dolayı, insanların büyük çoğunluğu şehri terketmişti...

Doğrusu, tedbirler o kadar “olağanüstü”ydü ki, bırakın yolda yürümeyi, zaman zaman “karşıdan karşıya geçmek” bile mümkün değildi!..

Kaldığımız Sofitel Hotel’de de “sıkı güvenlik tedbirleri” uygulandı... Meselâ, “otel lobisi”nde oturan bir arkadaşımız; “sigara” içmek, ya da“hava” almak için, otel dışına mı çıktı, sigarasını içip tekrar otele döndüğünde, eğer yakasında “G-20 kartı” yoksa, içeri alınmadı!..

Çünkü Avustralya Hükümeti, “G-20 Zirvesi”ne büyük önem veriyor... Toplantıyı kazasız-belasız atlatıp, “ev sahipliği”ni Türkiye’ye devretmek istiyor.

Başarılı da oldular...

Nahoş bir olay yaşanmadı...

Özellikle “liderlerin geliş-gidiş saatleri”nde kapanan yollar yüzünden bir“işkence” yaşansa da, fırsatını bulduğumuzda “hayvanat bahçesi”ne gidip,“Avustralya’nın sembolü” haline gelen “kanguru”ları ve “koala”ları, yaşadıkları yerde görme ve onları sevme imkânı bulduk... Tabiî, bol bol da fotoğraf çektirdik.

AVUSTRALYA’DA 3 İSİM

“Avustralya” denilince, benim aklıma “3 isim” gelir...

Merhum Prof. Mahmut Esad Coşan Hocaefendi, Afganlı 2 Müslüman Gül Muhammed ve Molla Abdullah... Her üçü de, “İslâm” yolunda “şehit”oldular...

Geçtiğimiz Cuma günü, Başbakan Ahmet Davutoğlu, “Brisbane şehrinde yaşayan Türkler”le buluştu ve onların sorunlarını dinledi... İşte o toplantı esnasında konuştuğumuz Türklerden bazılarından öğrendim ki; 4 Şubat 2001’de “şaibeli bir trafik kazası”nda vefat eden merhum Prof. Mahmut Esad Coşan Hocaefendi, Avustralya’ya gittiğinde, genellikle Brisbaneşehrinde kalırmış... Bu vesileyle, onu bir defa daha rahmetle andık... Allah, mekânını cennet eylesin...

ÇANAKKALE’NİN İLK ŞEHİTLERİ

Diğer iki isme gelince... Gül Muhammed ve Molla Abdullah, Afganlı 2 Müslüman’dır... Ekmek parası için Avustralya’ya gelmişler, Broken Hill’e yerleşmişlerdi...

Ekrem Şama’nın ayrıntılı olarak yazdığına göre;

Gül Muhammed seyyar arabayla dondurmacılık yapıyor, Molla Abdullahise kasaplık ve et ticareti ile uğraşıyordu... Bu iki Müslüman, dünyada olup bitenlere karşı da uyanık davranıyorlardı. Ağustos 1914’te Birinci Dünya Savaşı’nın çıktığını, kimin kiminle beraber kimlere karşı savaştığını biliyorlardı.

Kasım 1914’te Osmanlı’nın da savaşa bulaştırıldığını, Padişah ve Halife-i Müslimin’in bütün dünya Müslümanlarını cihada çağırdığını duymuşlardı. 

Aradan bir iki hafta geçtiğinde Avustralyalı gençlerin askere çağrıldığını, bunların Çanakkale’de Halife ordusuna karşı savaştırılmak üzere trenlerle ve sonrasında gemilerle yola çıkarıldığını ve sevkiyatın devam ettiğini biliyorlardı. 

Akşam bir araya gelerek konuşmaya başladılar:

“Biliyorsun Halifemiz dünyadaki bütün Müslümanları cihada çağırıyor. İslam dininin kurallarına göre bizim de buna uymamız şart. Bu çağrıyı duyduğumuza göre artık burada ticaret yapmak için vakit geçirmemiz haramdır.”

“Ne yapabiliriz kardeşim?” 

“Hilafet merkezi İstanbul buraya çok uzak. Gidip Halifemize teslim olmayı istesek bile aylar geçer. Halbuki bu günkü savaşlar korkunç silahlarla yapılıyor ve kısa sürede çok şey değişiyor. Arzuhal yazsak ve bizi askere alın desek yine yazışma çok uzar. Ne yapalım, fikrin nedir?

Bence fetva İstanbul’da  yayınlandı ama cihad bizim burada oluyor. Baksana, buradan Halife’ye karşı savaşmak için askerler gidiyor. Bence hemen burada cihada başlayalım.

İki şuurlu Müslüman tezgahlarını satıp paraya çevirdiler, tüfek ve cephanesatın aldılar. Aldıkları silahlar; iki tüfek, biraz cephane, bir tabanca ve iki kasatura idi. Dondurma arabasının örtüsüne de ayyıldız dikerek Osmanlı Bayrağı haline getirdiler. Boyunlarına da küçük birer dua kitabı astılar. Silahlarını alıp, tren yolunun etrafında bir münasip yere siper kazıp asker götüren treni beklemeye başladılar.

BROKEN HILL SAVAŞI

31 Aralık 1915 sabahı saat 10.00’da kalkan tren, kısa bir süre sonra ufukta belirdi. Savaş yolunda iğreti bir neşeyle şarkılar söyleyerek yol alan askerler, az ilerideki tepede dalgalanan Osmanlı sancağını görünce şaşırdılar ve birkaç dakika içinde kurşun yağmuruna tutulduklarında şaşkınlıkları iyice arttı. 

Avustralyalı askerler savaşa giderken, savaş, onlardan önce davranan iki Afganlı’nın yardımıyla Avustralya’ya gelmişti. 

Trendeki yolculardan dördü öldü, yedisi yaralandı. 

İki savaşçı, bir süre sonra ortadan kayboldu. Avustralyalı kolluk kuvvetleri Afganlıların izini sürmeye başladılar ve kısa zamanda kasabanın batısındaki kayalıklarda etraflarını sardılar. Gül Muhammed ve Molla Abdullah büyük bir mukavemet gösterdi. 

Broken Hill Savaşı,sekiz saat sürdü. 

Molla Abdullah, bir köylünün tüfeğinden çıkan kurşunla; çatışmada ağır yaralanan Gül Muhammed ise kaldırıldığı hastanede arkadaşı gibi, şehitlik mertebesine ulaştı. 

Broken Hill Savaşı’ndan sonra, Osmanlı ordusunu Avustralya’da temsil eden iki Afganlı’nın, olay yerinde bıraktıkları bir not bulundu. 

Notta şu sözlerin yer aldığını şaşkınlıkla okudular: 

“Bu işe, sizin halkınız bizim Halifemize karşı savaştığı için kalkıştık.” 

Gül Muhammed ve Molla Abdullah, Osmanlı sancağı taşıdıkları için, ertesi günkü gazeteler “İki Türk’ün Katliam Ateşi” türünden manşetler attılar.Broken Hill’li ilgililer cenazeleri rastgele bir yere gömüvermişlerdi.  Bu iki mücahid “Çanakkale’nin ülke dışındaki ilk şehitleri”dir. Bugün Melbourne Müzesi’ni ziyaret edenler iki mücahidin sancağı ve silahlarını görebilirler. Mezarlarının yeri ise halen açıklanmamıştır.”

Allah, mekânlarını cennet eylesin.

TÜRKLERLE SOHBET

Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun, Cuma günkü “STK temsilcileriyle buluşması”na dönecek olursak, burada gördüğüm şu oldu: Avustralya’daki Türkler, “organize” olma konusunda, diğer ülkelerde yaşayan Türklerden daha şuurlular..

Mesela, Amerika’nın New York şehrinde yaşayan Türkler, bir olup, bir“Belediye Başkanı” bile seçememişken, Avustralya’da yaşayan Türkler, hem “ticaret”, hem de “siyaset”teki varlıklarını hissettirmişler.

Meselâ, bir “Belediye Başkanı” seçmişler... Bir bayan, “Belediye Meclis Üyesi” seçilmiş... Bir vatandaşımız, ünlü bir hastanenin başhekimi olmuş...Melbourne’de, 1500 öğrencisi bulunan İlim İslâm Koleji’nin müdürü,“başörtülü” bir hanım...

Orada yaşayan Türklerin, Başbakan Ahmet Davutoğlu’ndan yine de talepleri oldu... “Türklerin bir araya gelebileceği bir mekân yok” deyip eklediler: “Yunus Emre Kültür Merkezi var ama yetersiz!”

Brisbane’de, bir “banka şubesi” açılmasını istiyorlar... Bu Ziraat Bankası olabilir, Halk Bankası olabilir, Vakıflar Bankası olabilir... Orada “yatırım”a yönelmek için, bir “banka şubesi”nin çok elzem olduğunu söylediler... Ve eklediler: “Kıbrıs Rum kesiminin bile bir bankası var, bizim niye yok?”

Bir vatandaş; “Sahipsiz Türkler öldüğünde naaşlarının yakıldığından”şikâyetçi olunca, bir başka Türk; “Müslüman mezarlığı var ya, oraya niye defnetmiyorsunuz?” diye cevap verdi...

Yine de, Sayın Davutoğlu; talepleri tek tek not aldı ve zaman zaman hemen yanında oturan “Büyükelçimize” talimatlar verdi...

AVUSTRALYA NOTLARI

l “G-20 Zirvesi” ile ilgili gelişmeleri ve resmi temasları haberlerimizde okuduğunuz için, yeniden oralara girmek istemiyorum... Yalnız, şu kadarını söyleyeyim: Sayın Ahmet Davutoğlu’nun, yemekte ABD Başkanı Obama ile yan yana oturması ve Sare Hanım’ın şehir gezisi, Avustralya televizyonları ve gazetelerinde geniş biçimde yer aldı.

l Avustralya ile ilgili olarak şunu da söyleyebilirim: Uçakların “yakıt ikmali” için geçen “1-2 saatlik bekleme”yi de hesaba katarsak;Avustralya’ya gidebilmek için “21-22 saatlik uçak yolculuğu”nu göze almanız gerekiyor.

l Özellikle, bulunduğumuz Brisbane şehri oldukça “sıcak ve nemli” idi...“39-40 derece”ye varan sıcağa, bir de nem eklenince, insan nefes alamaz hale geliyor...

lAvustralya, “yeraltı madenleri” bakımından zengin bir ülke... 23-24 milyon nüfusu olan ülkede kişi başına milli gelir, 59 bin Dolar civarında... Türkiye’nin, bu ülkeye ihracatı 500 milyon dolar civarında, ithalat ise iki-üç katı!..

l Bir ilginçlik de şu: Avustralya’ya “süt ürünleri” ve “tohum” götürmek yasak!... Hatta, eyaletten eyalete bile “tohum” ve “meyve-sebze”götürmek yasak!..  Daha önce Avustralya’ya giden Sayın Bülent Arınç, yola çıkmadan önce anlatmıştı: “Bir kasa üzüm almıştık... Diğer eyalete girdiğimizde, üzümü sokamayacağımızı söylediler... Biz de, oturup üzümün geri kalanını orada yemek zorunda kaldık.”

l Böylesine “sıkı bir uygulama” var... Bu tedbirler, “doğallığı bozmamak”içinmiş... Bir de, “tiryaki”lere uyarı: Eğer Avustralya’ya gitmek isterseniz, yanınıza “3 paket”ten fazla sigara almayın... Daha fazlası yasak!.. Zaten,“belirli yerler” haricinde, sigara içmek de yasak!... Öyle ki, “sigara içilmesi yasak” olan cadde ve sokakların “harita”sını bile çıkarmışlar.

“Bir İngiliz sömürgesi” olduğu için, Avustralya’da trafik “sol”dan işliyor.. Zaten, ülkenin Devlet Başkanı, halen Kraliçe 2. Elizabeth... Genel Vali iseSir Peter Cosgrove... Ne demek istediğim herhalde anlaşılmıştır!..

“Avustralya” için yazacaklarım şimdilik bu kadar... İnşaallah yarın daFilipinler’den söz ederim...

 *************************************************************

Gidin, Fetullah Gülen’in kitaplarındaki “çalıntı”larla uğraşın!

Zaman zaman, bana katkıda bulunmak isteyen okurlarım, “ilgilerini çeken yazılar, hikâyeler ve fıkralar” gönderirler... Ben de, onlardan yararlanır ve hatta “izin” verirlerse, “isim”lerini de yazarım... Çünkü, “alıntı yapmamak”,dahası “isim yazmamak” gibi bir kompleksim yok... “Gerekli ve yararlı”gördüğüm her konuyu, okurlarımla paylaşırım... 12 Kasım tarihli yazımda da; bir okurum; “Bu konuyu siz de yazın” diyerek “5-6 paragraflık bir yazı”göndermiş... Ama, “yazının kaynağı” yok... Yani; kim yazmış, ne zamanyazmış, belli değil... Konu, “benim daha önce yazdığım” konuları destekler mahiyette olduğu için ilginç geldi ve yazının “3 paragraf”ını aldım... Sonra da, malum, Avustralya’ya gittim...

Dönünce öğrendim ki; “alıntı” yaptığım 3 paragraf, Milat gazetesindenSelman Emre’ye aitmiş... Bilseydim, ismini zikrederdim... Yine de hakkını helâl etsin..

Gelin görün ki, bu 3 paragraf “olay” olmuş... Özellikle Paralelci arkadaşlar,“Hasan Karakaya Milat yazarının yazısını çaldı” diyerek, ortalığı velveleye vermişler!..

Şunu herkes bilsin: Bir “alıntı” yaparsam, mutlaka “kaynak veya isim”belirtirim!.. İkincisi; “Amerika ve Esed’in omuz omuza” olduğunu bilmek için “yazar” olmaya da gerek yok!.. Üçüncüsü; El Kaide’nin, Boko Haram’ın ve IŞİD’in yanısıra Horasan adlı örgütün “Amerikan laboratuvarlarında üretilmiş örgütler” olduğunu, Eylül ayı başlarından bu yana hem yazan, hem de televizyonlarda söyleyen birkaç kişiden biriyim... Dolayısıyla, bazılarının “Amerika’yı yeni keşfetmiş” gibi sevinmelerine hiç gerek yok!..

“12 bin vuruşluk bir yazı”da, 3 paragraflık bir bölümün “çalıntı” olduğunu iddia edip yaygara koparan Paralelci arkadaşlar, gitsinler Fetullah Gülen’in “Buhranlar Anaforunda İnsan” adlı kitabındaki “Şemsettin Günaltay’dan yaptığı çalıntılara” bir baksınlar!..

yeniakit