Ana yüreğine sorun şehidi

Ahmet Taşgetiren
ÖNCE: Kimse şehit lokmasını kolay yutulur sanmasın. Bir “tane”si bile fazladır. 33’tü 36 oldu, bir eksik bir fazla gibi söylenmez o. 8’di, 5’ti, üç’tü, 33 oldu, 36 oldu. “Ne oluyoruz?” der herkes.

Öyle şiir okuyarak da acısı dinmez şehidin. Ana yüreğine sorun siz nasıl yakıcı bir şeydir evlat acısı. Karnındaki bebeği öksüz kalan eşe sorun, yolunu bekleyen yavuklusuna sorun. Gördünüz dün evladının tabutu etrafında pervane gibi dönen anneyi. Nasıl diner o acı? 

Çözüm süreci sırasında şehit ailelerini ziyaret etmiştik. 10 yıl önce evladını kaybetmiş anne bile, hala yanıyordu. Yüreği alev topu gibiydi. Kolay yutulur acı değildir cepheden nâşı gelen evladın acısı. Kimse kolay gibi konuşmasın. Tarihe yazıldı bu acılar. 

Kaç defadır diyorum, öyle “Karşı tarafa şu kadar zayiat verdirdik” açıklamaları da kesmez bir tek şehidin can bedelini. Bir tek can bile kaybetmemeliydik, demek daha doğru değil mi? 

Dikkatli bir dil kullanmak lazım, öncelikle anne yüreklerini teskin için. 

SONRA: Suriye’den gelen şehit haberleri orada işlerin iyi gitmediğinin işareti. Onun için herkes kaygılı. Onun için “Nereye gidiyor?” soruları geliyor. Suriye’de nihai planda nereye varılacak soruları zorluyor zihinleri. Bir bataklığın içine mi girdik, savaş ortamına gelineceğini tahmin ediyor muyduk, “Baba bir hırsız tuttum” sendromu mu yaşanıyor Suriye’de? Suriye Türkiye’yi nasıl bir sınamadan geçiriyor? 

SONRA: Suriye’de, sadece Esed’le hesaplaşmak değil, çok uluslu bir mücadelenin tarafı haline gelmek ve zaman içinde orada bulunan herkesle, bir merhale sonrasında da dünyada pek çok ülke ile hesaplaşmak…. Öngördüğümüz bir şey miydi? Amerika ile gerilim, oradan Rusya’ya yanaşmak, Rusya ile gerilim, oradan yeniden Amerika – AB, NATO dahil Batı dünyasının ilgisini aramak, bu arada herkesle hesaplaşma dilini sürdürmek…. Dostları çoğaltma gereğinin farkında olmak ama, bunu sağlayıcı politikalar üretememek ve yanımızın yöremizin boşaldığını fark edememek… “Rusya’ya karşı S-400’leri kullanırsınız artık” diyen Amerikalının gözlerindeki istihza canımızı yakıyor. Putin’in suskunluğu, Lavrov’un küstahlığı canımızı yakıyor. Doğu Akdeniz’de tek başımıza kalmışlığımız canımızı yakıyor. “Ah hava sahası” deyişimizi Moskova görüyor, tam da o sırada ateş kusuyor Mehmetler’in üstüne… “Putin dostluğu” yerlerde sürünüyor. Çok mu safız, ne dersiniz, dünyada politikanın öyle telefon ucundaki sıcak sözlerle yürümediğini fark edemiyoruz. 

SONRA: Mülteciler için kapıların açılması… Avrupa ülkelerini bu şekilde terbiye etme hamlesi. Avrupa bunu hak ediyor mu? Elbette, hatta daha çoğunu bile. Ama bu işin sonu nereye varacak, orada da bin türlü soru var. “Şantaj suçlaması” hemen kapının ağzında. Rusya ile gerilim yaşarken şayet Avrupa’dan ilgi bekleniyorsa, onun önünün kesileceği açık. Yani ya o ilgiyi beklememek lazım ya da, o ilgi için mültecilerin de masada olduğu başka bir masa oluşmasını sağlamak lazım. “Avrupa bu, Amerika bu, Rusya bu, Arap dünyası bu, Çin bu…” gibi bir cümle kurmaya başladığınızda kendinizi “göbeğini kendi kesme” gibi tamamen güç kullanma noktasında bulursunuz ki, dünyada her meseleyi kendi bilek gücüyle çözen bir ülke yok. Rusya Esed’le iş görüyor, Amerika onunla bununla… Bizim müttefik halkamız nerede? 

Mülteci meselesinin bir de “Aylan bebek” gibi insanlığı ayağa kaldıran boyutu var. Şu ana kadar Türkiye “insanlığın vicdanı” rolünü sergiledi. “Aylan bebek” küresel vicdanı sorguladı. Türkiye’nin mülteciler meselesinde taşıdığı yük onur oldu. Küresel medya Avrupa’ya “Duyarsız kaldınız, Türkiye de kapıları açmak zorunda kaldı” gibi Batı’ya yönelik bir sorgulama içine girerse -ki bu, küresel medyanın nadiren sergilediği ahlaklı tavırdır- ne ala, ama yollarda, kamplarda olan bitenlerden Türkiye’ye de sorumluluk payı yüklenirse çok üzüleceğimiz kesin. 

VE SONRA: Türkiye’nin alanı daraldı. İnsanlarda kaygı büyüyor. Enver Paşa,  Cemal Paşa isimleri giriyor satır aralarına. Bunlar “Gücün üstünde operasyon” dendiğinde hatırlanan ve bir imparatorluğun bitiş sürecinde rol alan isimler. Ağzımızdan yel alsın böyle şeyleri. Türkiye’nin büyük potansiyele sahip olduğu tezi yabana atılır bir tez değil, evet. Ama o potansiyelin işlenmesi ayrı ve ince, hassas bir emeği gerektiriyor. Kuyumcu işçiliği gibi. Hinoğlu hin odaklar var dünyada, onlar dar alanlarda tüketmesinler bu potansiyeli.