Allah’a İsyan mı Daha Zordur, Yoksa Yaz Sıcağında Oruç Tutmak mı?

Ahmed Kalkan

Allah’a İsyan mı Daha Zordur, Yoksa Yaz Sıcağında Oruç Tutmak mı?

Bu sene de, mübarek Ramazan orucu yazın kavurucu sıcaklarında tutuluyor. Gittikçe tevhidle bağları kopardığından dolayı ibâdetleri rahat bir şekilde terk edebilen insancıklar çoğalmaya başladı. Bu sene bahane daha bir hazır: “Bu sıcakta oruç tutulmaz!” Gelin, bir karşılaştırma yapalım: “Allah’ın Rasûlüne muhâlefet etmek için geri kalanlar (savaşa gitmeyip) oturmaları ile sevindiler; mallarıyla, canlarıyla Allah yolunda Cihad etmeyi çirkin gördüler, ‘bu sıcakta (savaş için) sefere çıkmayın’ dediler. De ki: ‘Cehennem ateşi çok daha sıcaktır!’ Keşke anlasalardı! Artık kazanmakta olduklarının cezası olarak az gülsünler, çok ağlasınlar!” (9/Tevbe, 81-82). Sıcağı bahane ederek savaşa katılmayanların âhiretteki cezalarının çok şiddetli olacağı için, onların çokça ağlamaları gerekir. Savaş gibi insanın hoşlanmadığı nefsin hevâsına çok ağır gelen zorlu bir sınav için böyle buyrulmuş. Ya sıcak bahanesinin arkasına sığınıp oruç gibi farzları terk eden kimseye ne denilir, ne denilmelidir?

 

İnsanoğlu, dünyada geçirdiği ömürden, sıhhat ve âfiyetten, kazanıp harcadığı mal-mülk ve servetten, harcadıklarından, harcamayıp geride bıraktıklarından… birer birer hesap verecektir. Buhârî’nin rivâyet ettiği hadis-i şerifte buyrulduğu gibi, “İki nimet vardır ki insanların çoğu bunların değerinden habersizdir: Sağlık ve boş vakit.” (Buhâri, Rikak 1; Tirmizî, Zühd 1; İbn Mace, Zühd 15). Zira kazanmak ve hayır yapmak bunlara bağlıdır. İnsan, yapması gerekirken yapmadıklarından ve yapmaması gerekirken yaptıklarından, söylemesi gerekirken söylemediklerinden ve söylememesi gerekirken söylediklerinden sorulacaktır. “O gün, dünyada kazanıp harcadığınız nimetlerden hesaba çekileceksiniz.”(102/Tekâsür, 8) “Kim zerre miktarı hayır yapmışsa onu (onun karşılığını) görür. Kim de zerre miktarı şer işlemişse onu görür.” (99/Zilzâl, 7-8)

 

İnsan, sorumludur. İnsan yeryüzünün halifesidir; seçme hakkına sahip irâdeli bir varlıktır. Âhirette, dünyada işlediklerinden tek tek sorulacağı gibi, dünyada da sorumsuzca davranışının karşılığını görür. Dilediğini yapan, dilemediği karşılığı alır. Elbette, dünya ceza ve ödül yeri değil; imtihan yeri olduğundan, nice suçlar dünyada cezasız kalabilir. Allah imhâl eder ama ihmâl etmez. Hiçbir suçun ve hayrın karşılığını ihmâl etmez, ama dilediğini sonraya erteler; bu sonra bazen âhiret olur.

 

 

Bütün Evren Allah’a İtaat Etmektedir

 

Kur’an-ı Kerim şöyle buyuruyor:“Gökte ve yerde her ne varsa hepsi de isteyerek veya istemeyerek Allah’a teslim olmuşlardır. Böyle olduğu halde onlar, Allah’ın dininden başkasını mı arıyorlar? Halbuki O’na döndürüleceklerdir.” (3/Âl-i İmrân, 83) Âyette “isteyerek” kelimesi “itaat” kelimesiyle ifade edilmektedir. Bunun anlamı yerde ve gökte olan şeyler, ister Allah’a gönülden teslim olarak itaat edici olsunlar, isterse bundan hoşlanmasınlar; her şey O’na teslim olmak zorundadır. Peki gökler ve yeryüzü, gönül rızası ile severek ve isteyerek mi; yoksa istemeyerek , zoraki ve mecburen mi Allah’a ve O’nun yasalarına uyuyorlar? Cevabını, onları sadece dış görünüşüyle ve çok yüzeysel ve de kısmî olarak tanıyan bizim verebilmemiz beklenmez. Tüm yarattıklarını en iyi tanıyan O’dur. “Hiç yaratan bilmez mi? O, en ince işleri görüp bilmektedir ve her şeyden haberdardır.”(67/Mülk, 14) Öyleyse cevabı O’ndan öğrenelim: “Sonra buhar halinde olan göğe yöneldi, ona ve yerküreye: ‘İsteyerek veya istemeyerek, gelin!’ dedi. Her ikisi de: ‘İsteyerek/itaat ederek (tâiîn)  geldik’ dediler.” (41/Fussılet, 11) Burada dünyanın ve göklerin Allah tarafından kendilerine yüklenen görevlerin gereğini isteyerek, seve seve yerine getirdikleri vurgulanmaktadır. Bu âyette geçen “kerhen = istemeden, zorla” ifadesinin karşıtı, itaat kelimesinin kökü olan “tav’an = isteyerek” kelimesi olduğu gibi; aynı zamanda “isteyerek” anlamı verilen “tâiîn = gönülden itaat ederek” kelimesinin kullanılışıdır. Bu kullanım, Kur’an’ın itaat kavramı hakkındaki mantığını gösterir: İçlerinde, hoşlanmadıklarını gösteren bir sıkıntı duyarak, gönülsüz bir şekilde uyar gözükmenin “itaat” olarak kabul edilmediği; ancak, gönülden boyun eğerek, tam bir teslimiyetle (4/Nisâ, 65) boyun eğmeye “itaat” dendiğidir. Bu özellikleri taşımayan, yani gönülden ve severek yapılmayan bir uymanın/zarurî teslimiyetin, itaatkâr mü’minlerin değil; münâfıkların tavrı olduğudur.  

 

Allah’a itaat, evrenle uyum içinde ve onlarla kardeş olup bütünleşmedir. İnsan dışında bütün varlıklar Allah’a itaat etmektedirler. Bütün evren, gökler, yer ve buralarda bulunanlar, Allah’a teslim olmuşlar, O’na secde etmişler ve O’nun emrine itaat edip uymuşlardır (3/Âl-i İmrân, 83; 13/Ra’d, 15; 41/Fussılet, 11). “Sonra yine kalpleriniz katılaştı. İşte onlar (kalpleriniz) şimdi katılıkta taş gibi, hatta daha da katı. Çünkü taşlardan öylesi var ki, içinden ırmaklar fışkırır. Öylesi de var ki, çatlar da ondan su fışkırır/kaynar(gözyaşı döker). Taşlardan bir kısmı da haşyetle, Allah korkusuyla yukarıdan aşağı düşer. Allah, yapmakta olduklarınızdan asla gâfil değildir.” (2/Bakara, 74) “Eğer Biz bu Kur’an’ı bir dağa indirseydik, muhakkak ki onu, Allah korkusundan huşû ile baş eğerek parça parça olmuş görürdün. Bu misalleri insanlara düşünsünler diye veriyoruz.” (59/Haşr, 21)  İnsan kadar yüce vasıflarla donatılmamış, yer ve gök Allah’a isteyerek itaat ettiği, bu coşkusunu sergilediği halde, insanın itaat etmemesi uygun olur mu? O takdirde en güzel biçimde yaratılan (95/Tîn, 4) insanın, yeryüzüne halife (2/Bakara, 30) olması mümkün olur mu? O zaman esfel-i sâfilîn/aşağıların en aşağısına (95/Tîn, 5), en alçak yere/cehenneme lâyık olmaz mı?

 

Âyetlerde açıkça görüldüğü gibi itaat, Allah’ın ve Rasûlü’nün verdiği hükme rızâ göstererek gönülden bir teslimiyetle boyun eğme anlamını taşımaktadır. Allah’a ve Peygamber’e gösterilecek itaatin; zoraki, yapmacık, gösteriş için, istemeye istemeye yapılması itaat sayılmaz. İtaatin içten, gönülden gelmesi gerekir. Mü’min, peygamberin yolunun, onun sünnetinin doğru olduğuna kesin olarak kanaat etmeli ve itaatinde hiçbir şüphe ve sıkıntı duymamalıdır. Gönülsüz bir itaat, Kur’an’da imansızlık göstergesi olarak değerlendirilir: “Hayır! Rabbine andolsun ki aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın (onu) tam manasıyla kabullenmedikçe iman etmiş olmazlar." (4/Nisâ, 65)

 

Allah’a ve Rasûlü’ne itaatten yüz çevirmek, insanın küfrünü gerektiren bir durumdur:“De ki: ‘Allah’a ve Rasûlü’ne itaat edin. Eğer yüz çevirirlerse, bilsinler ki Allah kâfirleri sevmez.” (3/Âl-i İmrân, 32) Mutlak otorite Allah’tır. O’nun izni, bir şeyi meşrû, helâl, mubah kılar; izin vermediği, yasakladığı bir şeyi de meşrû ve normal kabul etmek, mutlak ve nihâî otorite olan Allah’ın bu yetkisini başkalarına vermektir. “Yoksa, Allah’ın dinde izin vermediği bir şeyi onlara meşrû kılacak ortakları mı vardır?” (42/Şûrâ, 21) Allah'ın emrine boyun eğmeğe yanaşmayan, itaatte Allah’tan başkasına, Allah’ın kendilerine itaati yasakladıklarına yönelerek onların icat ettiği İslâm’a ters kuralları benimseyerek onlara itaat eden kimse, diliyle farklı iddiada bulunsa da, şirk içindedir.  

 

Allah’tan başkasına ve O’nun izin vermediği kişi ve ilkelere itaatin, insana huzur vermediği nice acı tecrübelerle görülmektedir. Allah’a ve Allah rızâsı için O’nun müsaade ettiklerine itaat, hayat verici, mutlu edici, iki cihanda aziz eden bir itaattir.  Dünyada huzur ve âhirette kurtuluş ancak bu itaatle gerçekleşir. Çünkü itaat, imanın gereğidir. Allah’a itaat etmeyen, Rasûlullah’tan, müslüman emir sahiplerinden, ya da kâmil mü’minlerden ayrı bir yola sapan kimsenin varacağı yer, cehennemdir: "Kendisi için doğru yol belli olduktan sonra, kim Peygamber'e karşı çıkar ve mü'minlerin yolundan başka bir yola giderse, onu o yolda bırakırız ve cehenneme sokarız;  o,  ne kötü bir yerdir." (4/Nisâ, 115) Kim Allah'a ve Peygamberi'ne karşı isyan eder ve sınırlarını aşarsa Allah onu, devamlı kalacağı bir ateşe sokar ve onun için alçaltıcı bir azâb vardır." (4/Nisâ, 14)

 

Toplum halinde yaşamak zorunda olan insanların fesat ve kargaşadan kurtulmaları için, düzen ve âdil otoriteye, sadakat ve itaate zaruret vardır. İnsanlar toplum halinde  tâatsiz yaşayamaz. Problem, kime ve niçin itaat edilmesi konusunda düğümlenir. İnsanların, kendileri gibi zaaflara sahip, bazı konularda kendilerinden daha kötü bir insana itaat etmeleri, kısmî faydaları yanında daha büyük zararlara yol açmaz mı?

 

Tarihten günümüze binlerce defa görülmüştür ki, zulmün, diktatörlüğün, tuğyanın, müstekbirliğin, sömürünün, yani şirk ve küfrün bütün farklı çizgilerinin temel sebebi, otorite hususu, emir ve itaat konusundaki gayr-ı meşrû/bâtıl ve yanlış anlayışlardır. İnsanın insana ilâhlık taslamasına, onu emir kulu kabul edip istediği gibi yönetip yönlendirmesine kim izin vermektedir? Özgürlük ve demokrasi taraftarları da bu konuda, insanın şerefini koruyan ve zulmü önleyen tatmin edici cevaplar verememektedir. İtaatsiz yaşanmıyor ve insana itaat de nice probleme sebep oluyorsa, çözüm nedir?

 

Tartışılmaz üstünlüğü olan, tüm insanlardan daha yüce, insandaki eksiklik ve yetersiz bilgi, zulmetme eğilimi gibi hiçbir zaafı olmayan, insanın her yönünü insandan daha iyi bilen Allah’a itaatin dışında bir çözüm olamaz. O, hem insanları, hem tüm evreni yaratan ve onlara hükmedendir. İtaat edilmeye lâyık tek varlıktır. Allah’ın dışında mutlak itaat edilmeye lâyık kimse yoktur; O’ndan başkasına itaat, ancak O’na itaat sayıldığı yerlerde, yani yetkisini ve sınırını O’nun belirlediği ve O’na itaat edenlere itaat ölçüsünde doğru olacaktır. O’nun dışında kimse kimseye rablik yapamaz, ilahlık taslayamaz. İnsanların insanlara haksız hükmü tahakkümü doğurur. İnsanların Allah’a itaati ise adâlet, huzur ve saâdeti neticelendirir.  Şu bunalım çağını saâdet asrıyla barıştırıp bağdaştırmak, saâdeti bu asra taşımak, asr-ı saâdeti güncelleştirmek için bundan başka çözüm yoktur.      

 

 

İslâm; Basitlik Değildir Ama Kolaylıktır!

 

İslâm, hayata/fıtrata rağmen gelmiş bir din değildir. Onun amacı insana dünyayı dar etmek de değildir. Bilakis, hayata hayat vermek için gelmiştir. Dinin gâyesi, insanın fıtratını zorlamaksızın dünya ve âhiret saâdetini te'mine mâtuftur. Din, insanı yeniden inşâ eden, ahlâkî tekâmülünü gerçekleştirmesine zemin hazırlayan bir hakikattir. İnsanı gerilimlerden uzak tutarak ihtiyaçlarının giderilmesini öngörür. Fıtrat dini İslâm, bu yapısı ile "kolaylık" üzere inşâ edilmiştir; kolaylık/yaşanılabilirlik bu dinin tabiatında vardır.

 

İslâm, kolaylık üzere binâ edilmiştir; yaşanılabilirlik bu dinin tabiatında vardır. Ancak bu, bir başıboşluğu, her şeyin câiz ve serbest olabileceğini ifâde etmez. Elbette ki bu kolaylığın da bir sınırı vardır. Kur'ân-ı Kerim'de yer yer şu ifâdelere rastlamaktayız: "İşte bunlar Allah'ın sınırlarıdır. Kim Allah'a ve Rasûlüne itaat ederse, onu orada ebediyyen kalmak üzere zemîninden ırmaklar akan cennetlere sokar. İşte en büyük kurtuluş budur. Kim de Allah'a ve Rasûlüne isyan eder, sınırlarını aşarsa, onu da orada ebedî kalmak üzere ateşe sokar."(4/Nisâ, 13-14) "İşte bunlar Allah'ın sınırlarıdır. Kim Allah'ın sınırlarını aşarsa, şüphe yok ki kendine zulmetmiş olur." (65/Talâk, 1)

 

 

Müslümanca Yaşayış Güzel ve Kolay; Gayri İslâmî Hayat Çirkin ve Zor Bir Yaşamdır

 

İnsanı en iyi tanıyan, onun gücünün neye yeteceğini bilen merhametli Allah, ona kolay dini vermiş, kaldırabileceği yükü yüklemiştir. Allah'a teslim olmuş müslüman bir kula da Allah'a itimat, güven, ve tevekkül yakışır. "Sen bunları yapabilirsin, gücün yeter, bunlar kolaydır, senden zorluk istemiyorum" deniyorsa, "hayır, yapamamam, zor!" demek, her şeyden önce bir isyan ve yalanlamadır. Sırât-ı müstakîm, dosdoğru yol demektir; Peygamberlerin, sıddıkların, şehid ve sâlihlerin (4/Nisâ, 69) yoludur. Bu dosdoğru İslâmî yolda yolculuk kolaydır, ayağı kaymadan nice insan bu yoldan yürümüştür. Ayrıca bu yolda tehlikelere karşı uyarılar, işaretler, yardımlaşmalar, İlâhî ikram ve ihsanlar vardır. Diğer yollar sapıklıktır, dolambaçlı, zigzaglarla dolu ve kaygandır, zordur. Yaşadığımız ülke dâhil, hemen bütün dünyada yürürlükteki kapitalizm, insanların hayatını zorlaştırmaktan başka bir şey getirmemiştir. Tüketim ve israf toplumu, bunalım toplumuna dönüşmüştür. Herkes daha çok tüketmek için, daha çok kazanmaya, dolayısıyla daha zor bir hayata kendini mahkûm ediyor. Bu, kırılması mümkün olmayan bir kısır döngüdür.

 

İslâm'ın dışındaki tüm düzenler, dünya görüşleri ve ideolojiler birer şirk düzenidir. Şirk ise, büyük bir zulümdür. "Gerçekten şirk, büyük bir zulümdür." (31/Lokman, 13). İslâm dışı düzenler ve uygulamalar zorbalık ve zulümdür, ağır yüktür. Haksız vergiler, hortumlar, adâletsiz hukukî düzenlemeler, halkın sırtındaki ağır yükler. Toplumdaki bütün bireylerin şikâyet ve huzursuzluğu, zorlukların isbatıdır. İnsanların hayatını kolaylaştırma vaadiyle ortaya çıkan materyalizm ve kapitalizm hayatın düzenini bozmuş, insanların fıtratını dejenere etmiş ve ihtiyaç kavramını alabildiğine genişletip bitmek tükenmek bilmeyen yarış içinde insanları tüketim araçlarının, teknolojik aygıtların kölesi yapmış, maddî-mânevî zorluk üstüne zorluklar üretmiştir. 

 

İman cesârettir, takvâ sahibi olmak güçlü olmaktır. Mü'min inanır ki, Allah zoru kolaylaştırır, kolayı zorlaştırır; bütün bunlar İlâhî hikmet ve sünnetullah dâhilinde ortaya çıkar. Hayattaki zorlukların kolaylaştırılmasının adı İslâm'dır. Şeytan olumlu bir şeyi terkettirmek için onu zor gösterir. İnsan zordan kaçmaya meyillidir. Ama bu şeytanî/nefsî oyuna gelmeyen nice insan sebat ve ısrar ederek başarılı olmuş, bir zamanlar kendisinin veya başkalarının zor dediğinin hiç de zor olmadığını anlamış ve isbat etmiştir.

 

Sevgi dağları deldirir, olmazları oldurur. Esas sevgi, Allah sevgisi ve Allah için olan sevgidir. Dini, imanı sevdiren de Allah'tır. "Allah, size imanı sevdirdi, onu kalplerinizde süsleyip çekici kıldı ve size küfrü, fıskı ve isyânı çirkin gösterdi. İşte onlar, doğru yolu bulmuş/irşâd olmuş olanlardır." (49/Hucurât, 7). İman sevgisi, dünyadaki her zorluğu kolay ve güzel kılan esrârengiz bir güçtür. Zorlukların en büyüğü, fedâkârlığın en yücesi, candan geçmektir. Ama Allah sevgisiyle dolu bir mü'min şehâdeti kolaylıkla arzular ve bu arzusuna ulaşmak için gözüne güzel gelen ölüm de ona kolaylaştırılır: "Sizden biriniz karıncanın ısırmasından ne kadar acı duyarsa, şehid olan kimse de ölümden ancak o kadar acı duyar." (Tirmizî, Fezâilu'l-Cihâd 26; Nesâî, Cihad 35; İbn Mâce, Cihad 16)

 

Günümüzde İslâm'ı yaşamak ve hayata geçirmekle ilgili zorluk, dinin ve dinî kuralların zorluğundan ileri gelmiyor; İslâm düşmanı egemen güçlerin ve tâğûtî düzenlerin, müslümanların dinlerini yaşaması önüne sayısız engeller koymasından, baskı ve zulümlerinden kaynaklanıyor. Dinin yaşanması zorlaştırılıp haramlar, mecbûrî istikamet işaretleriyle topluma dayatılınca kısır döngü şeklinde hayatın her alanı da zorlaştırılmış oluyor.

 

Kolaylık, gerçek din için geçerlidir. Dini parçalara ayırmak veya infak, sâlih amel ve takvâ gibi esasları ihmal etmek, sünnetullah gereği kolaylık yolunu terketmektir. Din, bir bütün olarak kolaydır. İlâve veya eksiltmelerle değiştirilen, atma ve katmalarla dejenere ve tahrîf edilen bu din Allah'ın râzı olduğu, tamamlanmış İslâm dini olmaktan çıktığı için kolaylık da kaybolur. Namaz kılmayan kimsenin, fahşâ ve münkerden uzaklaşması zordur. Oruç tutmayanın sabırlı olması ve cihada hazırlanması kolay değildir; aynen zekât vermeyenin, infak etmesi ve fedâkârlık göstermesinin zor olduğu gibi. İbâdetlerle güçlenmeyen ve fıtratındaki güzelliği korumayan bir insana İslâm'ın bazı emir ve yasakları zor gelebilecektir. Temel gıdalarla yeterli şekilde beslenmeyen, vücut için zarûrî yiyecekleri yemeyen kimse gerekli enerjiye sahip olamadığı için za'fiyetten dolayı nasıl basit işleri yapmakta zorlanırsa, mânevî/rûhî gıdalarını almayan kimse de mânevî ve psikolojik za'fiyetinden ötürü, aslında hiç de zor olmayan görevleri yerine getirmekte zorlanacaktır.

 

Allah'a kulluğun zor olduğunu zannedenler, nasıl zorluklar içinde kıvranıyorlar, farkında değiller. Hakkı görmek istemedikleri için, bâtıl kendilerine şirin, din de zor geliyor. Kula kulluk ve kendi gibi ya da daha aşağılarına boyun eğmek, insan fıtratına ve onuruna ters nice zorlukları bu insanımsılar nasıl değerlendiriyorlar? Stres ve bunalımlar, psikolojik rahatsızlıklar, ahlâkî problemler, maddî kayıplar, hastalıklar, bitmeyen şikâyetler... hep gayri İslâmî yönelişlerin bu dünyadaki zorluklarıdır. Şeytan, güzel amelleri zor göstermeye çalıştığı gibi, fâsıkların da amellerini süsler, zorları kolay zannettirir. İçki içmek ve sonrasına katlanmak hiç de kolay olmadığı halde, şeytan içkiyi güzel ve kolaylık gibi sunabilir. Fâhişelik ve onlarla zinâ etmek, AIDS gibi riskleriyle, maddî-mânevî pislik ve sıkıntılarıyla hiç de kolay bir şey olmasa gerektir.

 

"Lâ râhate fi'ddünya." İnsan, zaten dünyada tam ve mutlak bir kolaylık içinde yaşayamaz; Bu kural, zengin-fakir, her dönem ve her yerdeki tüm insanlar için geçerlidir. Yoksa, cennetin kıymeti olmazdı. İnsan, hayatın zorluklarını ya Allah için çekecek ve bu zorlukları kolaylık ve güzelliklere çevirecek ve âhiret sermayesi yapacak, ya da gayri meşrû bir amaç uğruna zorluklara katlanacak, zorluklar katlanarak büyüyecek ve öteki dünyada zor bir hayat onu bekleyecektir.    

 

 

Kolaylığın Sınırı; İlâhî Ölçü veya Hevâ

 

Allah Teâlâ, zor gibi görünen ibâdetleri farz kılmakla, esasen mü’min kullarını hayat mücâdelesine, zorluktan kurtarıp kolaylığa ve rahatlığa kavuşturmayı dilemiştir. Namazla hevâsına direnecek, kötülük ve fahşâdan uzaklaşacak, oruçla kolay kolay cihad etmeye alışacak, lüzumunda sabır yolları öğrenilecek, zekâtla nefsinin paraya kul olmasından kurtulacak, hayatın zorlukları yenilecek, âhiret saâdetindeki güzellik, kolaylık ve saâdetlere erişecektir. İbâdetler insanı olgunlaştırır, insanı maddî ve özellikle mânevî yönden güçlendirir. İbâdet ve Allah’a tâat, O’nun hükümlerine riâyet, hevâsının/nefsinin kulluğundan kurtulmuş mü’min için hiç de zor değildir. Allah’a iman edip O’na teslim olan insan,  zorlukları aşacak, daha doğrusu şeytanın zor gösterdiği kolaylıkları seçecektir. Şeytan, insana kötülüğü emreder, insanın kendini küçültüp basitleştirmesine, ibâdetleri zor zannedip onlarla yücelip güçlenmesine engel olmak ister.

 

Mü’min şeytana ve hevâsına kanmayacak, imtihanını kazanma gayreti içinde Allah’a kul olmanın, başka tüm kulluklardan daha kolay ve daha güzel olduğunu unutmayacaktır. İslâm’ın hükümleri ne zordur, ne de çok basit. Müslüman da en küçük görevi zor kabul edip kaçan basitlikte ve tembellikte bir insan değildir. “Sen bir devsin, yükü ağırdır devin!” Devin yükü ağırdır, ama kaldıramayacağı kadar değildir. Dev için o yük kolay bir yüktür, ama seviyesi küçük olanlar için o yük, kaldırılamayacak kadar zor kabul edilebilir; bu konudaki problem, eşyanın içyüzüne vâkıf olamayan, kandırılıp yönlendirilebilen âciz alıcılarla bakmakta, yani serabı su, suyu da serap zannetmektedir. Mü’min, Allah’ın nûruyla bakar, kalp ve iman gözünü devreden çıkartmaz. Bilir ki, kâfirler, bakmasını bilmeyen bakar körlerdir. “...Onların gözleri vardır, fakat onlarla görmezler, onlar gâfillerin tâ kendileridir.”(7/A’râf, 179) “Gerçek şu ki, gözler kör olmaz; lâkin göğüslerdeki kalpler kör olur.” (22/Hacc, 46)

 

Sahip olduklarından veren, takvâya sarılan, güzelliği benimseyen kişi ve toplumlar için hayat kolaylaştırılır; onların yüsre ulaşmaları rahatlıkla sağlanır. Kur'an, bu konuyu ifâde ederken "yüsrün teysîri" deyimini kullanıyor ki bu yüsrü yüsr ile elde etmeyi sağlamak demektir. Kolayı sevip aramak yetmez, kolayı elde etme kolaylığını da yakalamak lâzımdır. İşte, Kur'an bu sırra dikkat çekiyor (92/Leyl, 5-7; 87/A'lâ, 8). Cimrilik yolunu seçen, insanlarla hiçbir madde ve gönül alışverişinde bulunmayan, güzelliği yalanlayıp gerçek güzele sırt çeviren kişi ve toplumlar ise zora, zorluğa sürülür. Kur'an burada "usrün teysîri" deyimini kullanıyor ki, zorluğu kolay zannettirmek demek olur. İnsanoğlu, kuruntu, gaflet ve yanlış bilgilerin tutsağı haline gelince, zoru kolay sanabilir ve hiç farkında olmadan başına binlerce sıkıntı ve problem sarabilir (Bkz. 92/Leyl, 8-10). 

 

İnsanın hevâsı/nefsi, arzu ve hevesleri, doğrunun ölçüsü olmadığı gibi, kolaylığın ölçüsü de olamaz. “Hoşunuza gitmediği halde savaş size yazıldı/farz kılındı. Sizin için daha hayırlı olduğu halde bir şeyi sevmemeniz mümkündür. Sizin için daha kötü olduğu halde bir şeyi sevmeniz de mümkündür. Allah bilir, halbuki siz bilmezsiniz.” (2/Bakara, 216). Dünyada insan nefsinin hoşuna giden çok şey vardır. Nefis onlara sahip olmak ister. Hatta onlara sahip olmak uğruna yanlış yollara sapabilir, meşrû olmayan işlere meyledebilir. Nefis çoğu zaman Din’in tekliflerini ağır bulur, onları yerine getirme noktasında tembellik yapar. Nefsin, dünyalıklar peşine düşüp daha da azgınlaşması, Din’in tekliflerinden uzaklaşıp kendi hoşuna gideceği şeyleri yapması için şeytan sürekli kışkırtıcı bir rol üstlenir.

 

         İmtihanın gereği bazı zorlukların, daha doğrusu nefsin ağır bulduğu birtakım güçlüklerin, ya da zor zannedilen bazı görevlerin olması normaldir. Aslında Din’in teklifleri insanın yapısına, tabiatına uygundur. Rabbimiz insana taşıyamayacağı hiçbir yük yüklemez (2/Bakara, 286). Ancak, yeryüzünde bulunuşunun, var olmasının sebebini anlamayıp, kendi hevâsına göre yaşamayı seçmiş kimseler; Din’in tekliflerini ağır bulurlar. Nitekim müşrikler, kendilerinin Kur’an’a dâvet edilmelerini çok ağır bir teklif olarak kabul etmektedirler (42/Şûrâ, 13).

 

Eski ümmetler, başlarında peygamberler olduğu halde, çok büyük zorluklarla imtihan olmuşlardı. Habbâb İbnu'l-Eret (r.a.) anlatıyor: "Rasulullah (s.a.s.) Kâbe'nin gölgesinde bir bürdeye yaslanmış otururken, gelip (müşriklerin yaptıklarından) şikâyette bulunduk: "Bize yardım etmiyor musun, bize duâ etmiyor musun?" dedik. Şu cevabı verdi: "Sizden önce öyleleri vardı ki, kişi yakalanıyor, onun için hazırlanan çukura konuyor, sonra getirilen bir testere ile başının ortasından ikiye bölünüyordu. Bazısı vardı, demir taraklarla taranıyor, vücudunda sadece et ve kemik kalıyordu. Bu yapılanlar onları dininden çeviremiyordu. Allah'a kasem olsun Allah bu dini tamamlayacaktır.  Öyle  ki,  bir  yolcu  devesine  bindimi   San'a'dan  kalkıp   Hadramût'e   kadar gidecek, Allah'tan başka hiçbir şeyden korkmayacak, koyunu için de sadece kurttan korkacak. Ancak siz acele ediyorsunuz." (S. Buhârî, Menâkıbu'l-Ensâr 29, Menâkıb 25, İkrâh 1; Ebû Dâvud, Cihad 107, hadis no: 2649; Nesâî, Zînet 98, 8/204)

 

Allah, eski ümmetlerin bu zor imtihanları gibi imtihana tâbi tutulmamamız ve ağır yüklerden muaf olmamız için Kendisine duâ etmemizi bize öğretir: “Rabbimiz, bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme. Rabbimiz, bize gücümüzün yetmediği şeyleri yükleme. Bizi affet, bizi bağışla, bize acı!” (2/Bakara, 286). Hz. Mûsâ şeriatının İsrâiloğullarına yüklediği ibâdetlerin ağırlığı, Hz. İsa’nın kendi tâkipçilerine tavsiye ettiği dünyayı terk etmeye ve ondan sonra hıristiyanların icat ettiği ruhbanlık özellikleri gibi durumları, kaldıramayacağımız veya çok zorlanacağımız imtihanlardan Allah’ın bizi muaf tutmasını istiyoruz. “Rabbimiz, bizden önce Senin yolundan gidenlerin sınandığı zor engel ve sınavlarla bizi sınama!” diye duâ etmemiz gerekiyor. Hak yola tâbi olanların zor sınav ve denemelerden geçirilmelerinin Allah’ın kanunu olmasına rağmen, bir mü’min bu yolda kendisine kolaylıklar göstermesi ve zorluklarla karşılaştığında cesâret ve sabır vermesi, zorlukları kolaylıklara çevirmesi için Allah’a duâ etmelidir.        

 

Allah, hiç kimseyi, yapması mümkün olmayan bir şeyden sorumlu tutmaz (2/Bakara, 286). Bununla birlikte, kişinin neyi yapıp neyi yapamayacağına kendisi karar veremeyeceği de açıkça anlaşılmalıdır. Belirli bir kimsenin, neyi yapabilip neyi yapamayacağına karar verecek olan Allah’tır. Aynı şekilde, bir şeyin kolay veya zor olduğuna hükmetmek; şeytanın ve insan hevâsının/nefsinin kararına bırakılmamalıdır. Allah bizim için zorluk dilemediği, kolaylık istediği için (2/Bakara, 185), Allah’ın bize emrettiği tüm hükümler kolaydır. Ama, nasıl birçok zorluğu ve çirkinliği bulunan haramları şeytan süslediği (6/En’âm, 43), kolay ve güzel gösterdiği gibi; Allah’a ibâdet ve itaati de zor göstermeye çalışır.  

 

Müslümanca yaşamak, ibâdet ve tâatla Allah’a teslim olup O’na yönelmek, aslında hayatı kolaylaştırmaktır. Fakat insan şeytanla ve günahlarla imtihan edildiğinden nefsi/hevâsı ona ibâdetleri ve İslâmî hayatı zor gibi gösterir. Bu konuda Rabbimiz şöyle buyurur: “Dünya hayatında onlara sadece bir azap vardır. Âhiret azâbı ise daha meşakkatlidir/şiddetli ve zordur. Onları Allah’tan (O’nun azâbından) koruyacak kimse de yoktur.” (13/Ra'd, 34)

 

Zorluklar, başarının değerini arttıran süslerdir. İnsanın en büyük dostu zorluklardır. Çünkü insanı karşılaştığı zorluklar güçlendirir. Unutmayalım; bir dolu kova taşımak,  iki dolu kova taşımaktan zordur. Yani sadece dünya kovasını suyla doldurup taşımaya çalışan kimse, âhiret kovasını denge unsuru olarak yüklenmeyen kimseden çok daha fazla zorlanacaktır. Tek kanatla uçmaya çalışan kuş gibi istenilen yere doğru uçamayacak, selâmete ulaşamadan düşüp kalacaktır.

 

“Rabbi yessir ve lâ tuassir, Rabbi temmim bi’l-hayr (Rabbim! Zorlaştırma, kolaylaştır. İşimi hayırla tamamlamayı nasib et!)”