"Havf" kelimesi özellikle bilinen bir sebepten dolayı kötü bir şeyin olacağından korkmak olarak açıklanırken; bunun karşısında "Reca" kelimesi de, bilinen bir sebebe dayanarak iyi bir şeyin olacağını ummak, beklemek demektir. İsra 57. ayetinde müşriklerin ilahlarından bahsederken, "onların yalvardıkları bu varlıklar Rablerine -hangisi daha yakın olacak diye- vesile ararlar; O'nun rahmetini umarlar (yercûne rahmetehu) ve azabından korkarlar (yehâfûne azabehu). Çünkü Rabbinin azabı, sakınılacak bir azaptır" (17/57) ayetinde "havf ve reca" birlikte kullanılmıştır. Havf ve reca, korku ve ümidin bir gönülde birleşmesi durumunda müminlerin bir özelliği olarak da görülmektedir. Müslüman'ın imanı havf ve reca arasındadır. Müslüman hiçbir zaman Allah'ın azabından emin olmayıp daima O'ndan korkarken; hiçbir zaman O'nun rahmetinden de ümidini kesmez. Daima O'nun gazabından rahmetine, azabından mağfiretine sığınır. Çünkü Allah'ın rahmetinden kafirlerden başkası ümidini kesmez.(29/23)
Genellikle Allah'ın azabından, gazabından ve cehennem ile cezalandırmasından bahsedilirken "havf" kelimesi kullanılmıştır: "De ki: Ben, Rabbime karşı gelirsem, büyük bir günün azabından korkarım." (innî ehafü) (6/15, 7/59, 10/15, 11/3-84, 26/35, 39/13, 46/21) ayetlerinde görüldüğü gibi. Bununla birlikte yerine göre "takva" kelimesi "havf" anlamına da kullanılmıştır: "Ey İnsanlar! Rabbinize karşı gelmekten korkun. Ne babanın evlâdı, ne evlâdın babası nâmına bir şey ödeyemeyeceği günden korkun. Bilin ki, Allah'ın verdiği söz gerçektir. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın ve Şeytan da sizi Allah ile kandırmasın." (31/33) ayetindeki "İtteqıllahe" ifadesi "havf" anlamında kullanılmıştır.
Esas olarak "takva" nefsi korkulan şeyden korumak için birtakım şüpheli olan şeyleri, itaat duygusuyla terk etmek anlamına gelmektedir: "Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en değerli olanınız, takvaca en üstün olanınızdır/en çok itaat edeninizdir (indallahi etqâküm) Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden haberdardır."(49/13) Burada nefsi korumak, emredilene uymak ve yasak edilenden de uzak durmakla mümkün olacağından ayetteki takva kelimesi "en çok itaat eden" olarak çevrilmiştir.
İfade edilmek istenen, kulun Allah'a karşı derûnî olan korku ve tevazuu konusu ise (hı-şın-ayn kökünden türeyen) "huşû" kelimesi kullanılmıştır: "Muhakkak ki, müminler felâha ermişlerdir. Onlar namazlarında huşû içindedirler" (fî salâtihim haşiûn) (23/1-2). Hesap gününün dehşetinden bahsederken: "O gün yürekler (dehşet içinde) hoplayacak. Gözler korkudan aşağı kayacaktır" (ebsâruhâ haşiah) (79/ 8-9). Kıyametin insanlar üzerindeki etkisinden bahsederken de: "Her şeyi kaplayacak kıyametin haberi sana gelmedi mı? O gün, öyle yüzler vardır ki, zillet içinde aşağılanmıştır (vucûhun yevmeizin hâşiah). Zor işler altında bitkin düşmüştür"(88/2) buyurulmuştur. Ayetlerde aynı fiil kullanılmasına rağmen yer, şahıs ve bulunduğu ortama uygun düşecek şekilde "tevazu, korku ve zillet" olarak ifadelendirilmiştir.
Tazim ve saygı ağırlıklı bir korku söz konusu olduğunda ise "haşyet" (hı-şın-ya/ haşeye) kelimesi kullanılmıştır. Bu duygu haşyet edilen varlık hakkındaki bilgi sebebiyle olduğu için: "Kulları içinden ancak alimler, Allah'tan (gereği gibi) korkarlar." (innema yahşallahe min ibadihi'l-ulemâ) (35/28) ayetindeki bahsedilen korku, Hz. Musa'nın (as) yol arkadaşının çocuğu öldürmesinden duyduğu korku (18/80), müminlerin Rablerine döneceklerine olan imanları ve o günün dehşetini bilmelerinden dolayı yüreklerini titreten korku (23/ 57-61), Haşr Suresi'nde, Kur'an'la insana verilen sorumluluğun anlam ve önemini vurgulamak için "bu mesuliyetin ağırlığı sebebiyle Allah'ın haşyetinden dağların paramparça olacağını" (59/21) anlatan korku da haşyet kelimesiyle ifade edilmiştir.
Yüreğin korkuyla dolmasından dolayı insanı bir şey yapamayacak duruma getiren korku için "reabe" (re-ayn-be) fiili kullanılmıştır. Hendek Savaşı'ndan sonra Kureyza oğullarının durumunu anlatan ayette şöyle ifade ediliyor: "Allah, ehli kitaptan, onlara (müşrik ordularına) yardım edenleri kalelerinden indirdi ve kalplerine korku düşürdü/korkuyla doldurdu (fi gulûbihimü'r-ru'be); bu sebeple bir kısmını öldürüyor, bir kısmını da esir alıyordunuz."(33/26) ayetindeki "ru'be" kalbin içini dolduran ve insanın içindeki tüm ümitleri bitiren bir korku bu anlamında kullanılmıştır.
Müşriklerin Allah'a ortak koşmaları sebebiyle gelecekleri konusunda emniyetten uzak yüreklerini dolduran korku (3/151) ve Bedir günü müşriklerin Müslümanlar karşısında nefeslerini tıkayıp bir şey yapamaz duruma getiren korku da bu kelimeyle ifade edilmiştir. (8/12) (fi qulûbillezîne keferu'r-ru'be).
İnsana korku veren veya korkutan bir şeyden uzak durmasını, sakınmasını ifade için ise "hazera" kelimesi kullanılmıştır. Müslümanları düşmana karşı hazırlarken şöyle buyurulmuştur: "Ey iman edenler! Tedbirinizi alın (hızrekum); bölük bölük savaşa çıkın, yahut (gerektiğinde) topyekün savaşın."(4/71) Yine savaşta "havf namazı" kılarken tedbir olarak silahlarını yanlarına koymaları konusunda: ""Tedbirli olup (hızrehum) silahlarını da yanlarına alsınlar. Kafirler silahlarınızdan ve eşyanızdan gafil bulunmanızı ve size ani bir baskında bulunmayı arzu ederler""(4/102) buyururken de bu mana ifade edilmiştir.
İnsanı titreten bir korkudan bahsederken ise "İşfaq" (eş-fa-qa) kelimesi kullanılmıştır. Özellikle ahirette şefaatleri beklenenlerin Allah huzurundaki durumundan bahsederken: "Allah, onların önlerindekini de, arkalarındakini de (yaptıklarını da, yapacaklarını da) bilir. Onlar şefaat edemezler. Ancak Allah'ın razı olduğu kimseler. O'nun korkusundan titrerler!"(21/28) Muttakilerin kıyamet anı ile ilgili tepkilerinden bahsederken de: "Onlar ki görmedikleri halde, Rablerinden korkarlar ve kıyamet saatinden titrerler."(21/49) "Ve onlar ki; Rablerinin azabından titrerler."(70/27)
Yine müminlerin, Allah ve ayetleri anıldığı zaman, göstermiş oldukları tavırlarından bahsedilirken, "vecel" (ve-ce-le) kelimesi kullanılmıştır. Bu korku insanın tazim ve saygı duymuş olduğu bir şeye karşı vermiş olduğu tepkiyi ifade etmektedir. Bu en doğru şekliyle Enfal Suresi'nin ikinci ayetinde ifade edilmektedir: "Mü'minler, ancak o kimselerdir ki; Allah anıldığı zaman kalpleri ürperir (vecilet qulûbuhum), Allah'ın ayetleri kendilerine okunduğu zaman imanları artar ve Rablerine tevekkül ederler."(8/2) "Onlar öyle kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman kalpleri ürperir, (vecilet qulûbuhum) başlarına gelene sabrederler, namaz kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden (Allah için) harcarlar."(22/35)
Sakınmak, tedbir, ihtiyat ve tedirginlik ile karışık bir korkuyu anlatmak için de "Re-he-be" kelimesi kullanılmıştır. Tur Vadisi'nde Musa (as)'ın korku ve şaşkınlığını dile getirirken şöyle buyurulmuştur: "Elini koynuna sok; kusursuz, bembeyaz çıkacaktır. Korkudan (açılan) kollarını kendine çek (mine'r-rehbi). İşte bu ikisi Firavun ve onun adamlarına karşı Rabbin tarafından verilen iki kesin delildir. Çünkü onlar, yoldan çıkan bir kavim olmuşlardır" (diye seslenildi)."(28/32). Sadece Allah'tan korkmayı anlatırken de: "Sadece benden korkun" (fe iyyaye ferhebûn) denilmiştir.(2/40). Aşırı korku ve endişe duymadan dolayı kendini kulluğa adamak anlamındaki "ruhban ve rehbaniyet" de aynı kökten gelmektedir. Hadid Suresi'nde şöyle ifade edilmektedir: "Sonra bunların izinden peş peşe peygamberlerimizi gönderdik. Meryem oğlu İsa'yı da arkalarından gönderdik, ona İncil'i verdik; ona uyanların kalplerine şefkat ve merhamet vermiştik. Uydurdukları "ruhbanlığa" gelince, onu biz yazmadık (ve rehbaniyyeten ibtedeuha). Fakat kendileri Allah rızasını kazanmak için yaptılar. Ama buna da gereği gibi uymadılar. Biz de onlardan iman edenlere mükâfatlarını verdik. İçlerinden çoğu da yoldan çıkmışlardır."(57/27)
Korkunun niteliklerini belirleyen bu açıklamadan sonra Allah korkusunu açıklamamız daha kolay olacaktır. Allah korkusunu belirten ifadelere dikkat ettiğimiz zaman "takva, huşû, ve reheb" fiilleri ile ifade edildiğini görüyoruz. Bu kelimelerin ifade ettiği mananın ortak noktasının, Allah'a tazim, saygı ve itaat-merkezli bir korku olduğu görülmektedir. Bu nedenle "Allah korkusu" denildiği zaman O'na tazim, saygı ve kulluk bilinciyle itaat etmek anlaşılmaktadır. Bu durum ilgili ayetlerde şöyle ifade edilmektedir: "Ey İsrail oğulları, size verdiğim nimetimi hatırlayın, bana verdiğiniz sözü tutun ki, ben de size verdiğim sözü tutayım ve sadece benden korkun!" (ve iyyaye ferhebûn) (2/40), (16/51) ""Siz de onlardan korkmayın, Benden korkun ki, (vahşevnî) hem üzerinizdeki nimetimi tamamlayayım hem de bu sayede doğru yola eresiniz."(2/150), (5/3,44), (23/57), (2/74), (59/21). "Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah'ındır. Sizden önce kendilerine kitap verilenlere ve size Allah'tan korkmanızı/(isyandan sakınıp ibadet ederek korunmanızı) emrettik. Eğer inkâr ederseniz, biliniz ki, göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah'ındır. Allah hiçbir şeye muhtaç değildir, hamd ve senâ O'na yakışır." (enittegullahe) (4/131), (4/1), (3/102), (2/278), (5/35,112).
Bu ayetlerde geçen korkunun ağırlık merkezi tazim, tedbir ve nefsi yasaklardan uzaklaştırma düşüncesidir ki, kulluk bilincine erme olarak da ifade edilebilir. Özellikle müminlere hitaben söylenen: "Allah'tan korkun, sadece benden korkun ve bana saygılı olun" hitabında bu kelimelerin salt bir korkudan ibaret olmayıp, Allah'ı tazim etme, emirlerini tutup yasaklarından uzaklaşma ve nefsini her türlü itaatsizlikten çekip çevirme konularını da kapsamaktadır.
Bu nedenle Müminlerin Allah korkusu bir anlık bir olay olmayıp bir ömür boyu attığı her adımda, yaptığı her işte, yediği her lokmada, aldığı her nefeste duyması gereken bir korkudur. Bunu yaşamak Müslüman için hayatın gayesidir.(51/56) Bu gayeye erenlerin başında Allah elçileri ve onun takipçileri gelmektedir. Bunların özellikleri ise şöyle belirtilmektedir: "Onlar, Allah'ın gönderdiklerini tebliğ ederler ve O'ndan korkarlar, Allah'tan başka kimseden korkmazlardı. Hesap görücü olarak Allah yeter."(33/39). "Muhammed Allah'ın elçisidir. Onun yanında bulunanlar da kâfirlere karşı çetin, kendi aralarında merhametlidirler. Onları rükûa varırken secde ederken görürsün. Allah'tan lütuf ve rıza isterler. Yüzlerinde secdelerin izinden nişanları vardır. Bu, onların Tevrat'taki vasıflarıdır. İncil'deki vasıfları da şöyledir: Onlar filizini yarıp çıkarmış, gittikçe kuvvetlenerek kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş bir ekine benzerler ki bu, ziraatçıların da hoşuna gider. Allah böylece onları çoğaltıp kuvvetlendirmekle kâfirleri öfkelendirir. Allah inanıp iyi işler yapanlara mağfiret ve büyük bir mükâfat vaad etmiştir."(48/29) "Müminler ancak, Allah anıldığı zaman yürekleri titreyen, kendilerine Allah'ın âyetleri okunduğunda imanlarını artıran ve yalnız Rablerine dayanıp güvenen kimselerdir."(8/2) "Rahman'ın kulları, yeryüzünde tevâzû ile yürürler. Cehalet içinde olanlar kendilerine takıldıkları zaman, "selam" deyip geçerler. Onlar, gecelerini Rableri için kıyama durarak ve secdeye vararak geçirirler. Rabbimiz, bizden cehennem azabını uzaklaştır. Doğrusu cehennemin azabı sürekli ve acıdır. Orası ne fena bir konut ve ne fena bir barınaktır derler. Onlar, sarf ettikleri zaman ne israf ederler ne de cimrilik, ikisi arasında orta bir yol tutarlar. Ve onlar, Allah ile beraber başka bir tanrıya dua etmezler; Allah'ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar ve zina da etmezler""(25/63-68). "Onlar bollukta ve darlıkta sarf ederler, öfkelerini yenerler, insanların kusurlarını affederler""(3/134). "Aralarında hüküm vermesi için Allah'a ve Resûlüne davet edildiklerinde, müminlerin sözü ancak "İşittik ve itaat ettik" demektir..."(24/51) "Rablerinin âyetleri hatırlatıldığında, onlara karşı sağır ve kör (gibi) davranmazlar."(25/73) "Allah anıldığı zaman onların kalpleri titrer. Başlarına gelenlere sabreder, namazı kılar ve kendilerine verdiğimiz rızıktan da infak ederler."(22/35). "Onlara bir musibet isabet ettiği zaman, "Biz Allah içiniz ve nihâyet ona döneceğiz" derler."(2/156)
Nihai olarak bu davranışların hepsini iman ve salih amel olarak değerlendirmek mümkündür. Allah'tan korkan ve ona karşı derin bir kulluk bilincine sahip olanlara sunulacak nimetler söyle sıralanmaktadır: "Ancak Allah iman edip salih amel işleyen ve tevbe edenlerin kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah çok bağışlayıcıdır, engin merhamet sahibidir."(25/70) "Ancak tevbe eden, iman edip salih amel işleyenler hiçbir haksızlığa uğratılmadan, Rahman'ın kullarına gıyabında vadettiği cennete, Adn cennetlerine gireceklerdir. Şüphesiz, O'nun sözü yerini bulacaktır."(19/60-61). "Bunlar, iman edenler ve gönülleri Allah'ın zikriyle sükûnete erenlerdir. Bilesiniz ki, kalpler ancak Allah'ı anmakla huzur bulur. İman edip iyi işler yapanlara ne mutlu! Varılacak güzel yurt da onlar içindir."(13/28-29). "İman edip iyi işler yapanların (geçmiş) kötülüklerini elbette örteriz ve onlara, yaptıklarının daha güzeli ile karşılık veririz." (29/7). "Şüphesiz, iman edip de güzel davranışlarda bulunanlar için, içinde devamlı kalacakları ve nimetleri bol cennetler vardır. Bu, Allah'ın verdiği gerçek sözdür. O, mutlak güç ve hikmet sahibidir."(31/8-9). "İman edip salih amel işleyenlere gelince; onlar için yapmış oldukları amellere karşılık olmak üzere Me'va Cennetleri vardır." (32/19). "Rablerine karşı gelmekten sakınanlar ise, bölük bölük cennete sevk edilir, oraya varıp da kapıları açıldığında bekçileri onlara: Selam size! Tertemiz geldiniz. Artık ebedî kalmak üzere girin buraya, derler. Onlar: bize verdiği sözde sadık olan ve bizi, dilediğimiz yerinde oturacağımız bu cennet yurduna vâris kılan Allah'a hamdolsun. İyi amelde bulunanların mükâfatı ne güzelmiş! derler." (39/ 73-74). "İman edip sâlih amel işleyenleri, karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için size Allah'ın apaçık âyetlerini okuyan bir Peygamber göndermiştir. Kim Allah'a inanır ve faydalı iş yaparsa Allah onu, altlarından ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetlere sokar. Allah o kimse için gerçekten güzel bir rızık vermiştir."(65/11). "İşte onlara, sabretmelerine karşılık cennetin en yüksek makamı verilecek, orada hürmet ve selamla karşılanacaklardır."(25/75).
Bu akıbet, iman edip salih amel işleyenler ve Allah'tan gereği gibi korkanlar için hazırlanmıştır. Allah kendisinden gereği gibi korkmayanların özelliklerini ve onları bekleyen akıbeti ise şöyle dile getirmektedir: "İnsanoğlu, kendisine kimsenin güç yetiremeyeceğini mi sanıyor?"(90/5). "Ona âyetlerimiz okunduğu zaman, sanki bunları işitmemiş, sanki kulaklarında ağırlık varmış gibi büyüklük taslayarak yüz çevirir. Sen de onu acıklı bir azap ile müjdele!"(31/7). "Hayır, sana ayetlerim gelmişti de, onları yalanlamış, büyüklük taslayarak kafirlerden olmuştun."(39/59). "Onlara: Rabbiniz ne indirdi? denildiği zaman, "Öncekilerin masallarını" derler. Allah'ın yolundan saptırmak amacıyla gururla salınıp-kasılırlar. Dünyada onun için aşağılanma, kıyamet günü de yakıcı bir azabı ona tattıracağız!" (16/24-25). "Şüphesiz Allah katında canlıların en kötüsü, (Allah'ın vahyini) düşünmeyen sağırlar ve dilsizlerdir. Allah onlarda bir hayır görseydi elbette onlara işittirirdi. Fakat işittirseydi bile yine onlar yüz çevirerek dönerlerdi."(8/22-23). "İnsanlardan kimi de vardır ki ne bir bilgiye, ne bir delile, ne de aydınlatıcı bir kitaba dayanmaksızın Allah hakkında tartışır. Allah'ın yolundan saptırmak amacıyla küstahça gerdan kırar. Dünyada onun için aşağılanma vardır, kıyamet günü de ona yakıcı bir azabı tattıracağız."(22/8-9). "Allah'ın âyetlerini ve O'na kavuşmayı inkâr edenler var ya, işte onlar benim rahmetimden ümitlerini kesmişlerdir ve onlar için acıklı bir azab vardır."(29/23). "Onlar yeminlerini kalkan yapıp Allah'ın yolundan alıkoydular. Bu yüzden onlara küçük düşürücü bir azap vardır."(58/16). "Bunlara: "İnsanların inandıkları gibi inanın" dendiği zaman: "Biz de o budalaların inandıkları gibi mi inanalım?" derler. Doğrusu budala kendileridir, fakat bilmezler."(2/13). "İnsanlardan öyleleri vardır ki, dünya hayatı hakkında söyledikleri senin hoşuna gider. Hatta böylesi kalbinde olana (samimi olduğuna) Allah'ı şahit tutar. Halbuki o, hasımların en yamanıdır. İş başına geçtiğinde ise yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya, ekini ve nesli bozmaya çalışır. Allah ise bozguncuları sevmez."(2/204-5). "Böylesine 'Allah'tan kork!' denilince benlik ve gurur kendisini günaha sevkeder. Ona cehennem yeter. O ne kötü bir yerdir! İnsanlardan öyleleri de var ki, Allah'ın rızasını almak için kendini feda eder. Allah da kullarına şefkatlidir."(2/6-7).
Kur'an'da korku ve Allah korkusu temasının geniş bir yelpazede ele alınmış olması, insanın fıtratıyla paralellik arz etmektedir. Çünkü, fıtri özellikler içerisinde insanı en çok etkileyen şey korkudur. Bu nedenle hayatın rotasını, sevgilerimizden çok korkularımız belirlemektedir. Malımızı, canımızı, sevdiklerimizi, işimizi, eşimizi, itibarımızı, dostlarımızı kaybetmekten, beklemediğimiz bir akıbetle yüzleşmekten, düşmanlarımızı sevindirmekten, dostlarımızı üzmekten, Allah'ın azabına, gazabına, çeşitli bela ve musibetlerine maruz kalmaktan, dünyada ve ahirette kaybetmekten korkarız. Bir ömür boyu bunlardan kurtulmak için çalışır ve didiniriz ki, böyle bir olayla yüz yüze gelmeyelim diye.
Ancak bütün korktuklarımızdan kurtulmak ve istediğimiz güzel sonuçlara ulaşmak için Allah korkusunu mücerret bir ifade olmaktan çıkartarak hayatın içinde eyleme dönüştürmemiz gerekmektedir. İnsandaki Allah korkusu, iş yaparken elinde, konuşurken dilinde, oturup kalkarken halinde, düşünürken özünde, kainata bakarken gözünde, yediğinde, içtiğinde, giydiğinde nakış nakış dokunması, nefes nefes hissetmesi ve hissettirmesi gereken ahlaki bir erdem olarak tezahür etmelidir.
"İşte onların mükâfatı, Rableri tarafından bağışlanma ve zemininden ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetlerdir. Böyle amel edenlerin mükâfatı ne güzeldir!"(3/136)