Ak Parti Ve Laiklik

Ahmet Taşgetiren

Ak Parti ve laiklik
İslam dünyasında din - devlet ilişkilerinin farklı modelleri var. İslam'ı referans alarak yönetilen, bir anlamda "Şeriat"la idare edilen İslam ülkeleri var, "Kanunlar İslam'a aykırı olamaz"dan yola çıkarak din - devlet ilişkisini farklı bir çerçeveye oturtan ülkeler var...
Bir de laikliği benimseyen İslam ülkeleri var.

Ama orada da laiklik, mutlak din - devlet ayrımı tarzında gerçekleşmiyor, devlet denetiminde bir din olgusu olarak ortaya çıkıyor.

Türkiye bu üçüncü modele giriyor. Türkiye aynı zamanda demokrasiyi benimsemiş bir ülke. Demokrasiyi benimsemiş ülkelerde, halk iradesinin belirleyici olması esastır.

Söz konusu İslam ülkesi olunca, orada, "Acaba halk isterse İslam'ı sistemin üstün değeri olarak kabul edebilir mi?" ya da kestirmeden sorarsak "Halk sandık yoluyla sistemi İslamlaştırabilir mi?"

Türkiye'de bu soruya "Hayır, o kadar demokrasi olamaz, cevabı veriliyor.

Çünkü laiklik, bir dinin referans olarak alınmasını önlüyor." Türkiye'de siyaset bu esasa göre yapılıyor. Dini referanslı bir parti kurulamıyor, din referanslı olduğuna karar verilirse, o parti kapatılıyor.

Şu anda Ak Parti hakkında tam da bu sebeple kapatma davası açılmış bulunuyor. Ak Parti iktidar partisi ve halktan yüzde 47 oy almış.

Bu, 16.3 milyonluk bir halk iradesine tekabül ediyor. Daha önce bu sebeple kapatılan Refah ve Fazilet, dışardan "İslamcı bir parti" olarak tanımlanır, onlar da, sistemin laik karakterine karşı olmadıklarını belirtmelerine rağmen, "İslamcı parti" tanımlamasına itiraz etmezlerdi.

Ak Parti yola hem "İslamcı parti değiliz", "Devlet yönetiminde Kur'an'ı referans almıyoruz" diyerek, hem de "Laikliğe bağlıyız" ikrarını yaparak çıktı.

Ak Partililerin düştüğü şerh, "kişiler laik olmaz, devlet laik olur" söylemiydi. Bununla, "Biz, bu partinin mensupları ve yöneticileri, bireyler olarak Müslümanlığımızı korumak isteriz, ama devleti yönetirken din referanslı davranmayacağız." demek istiyorlardı.

Bu bir laiklik yorumu idi. Buna göre, kişi, devlet yönetiminde dini öncelikle davranmaz, ama, kendi hayatında dini yaşayabilirdi, yaşayabilmeliydi. Ak Parti liderliği,. her ortamda laiklik vurgusu yapmaktan kaçınmadı. Bunu, Müslümanlığı ile çelişir bulmadı.

Bu yaklaşım, Ak Parti liderliğinin, geçmişteki zihin dünyası açısından önemli bir farklılaşmaydı. Önceleri, laikliğe belki de ilkesel olarak eleştirel dururlardı.

Bu yeni duruş içinde, kendi toplum zeminlerinde yadırganabilirlerdi. Bunu göze aldıklarını söylemek lazım. Ama yadırganmadılar. Eğer bu laiklik yorumu hayata geçirilebilir, oradan da nisbi de olsa bir inanç özgürlüğü çıkabilirse, Türkiye'de bu alanda yaşanan sancı bir ölçüde hafifleyebilirdi.

"Laiklik gerçekte inanç özgürlüğüdür" yaklaşımı sözde kalmaz, belki gerçekten Türkiye, İslam dünyasında, İran'dan da, Pakistan'dan da, Tunus'tan da farklı bir özgürlük adası olabilirdi. Türkiye'de olanı "Laiklik - Demokrasi - İslam altın üçgeni" diye tanımladı ya CHP lideri Baykal, onun içi gerçekten dolabilir miydi?

Ak Parti modeli bunun arayışıydı: Türkiye'nin bütün Cumhuriyet dönemini kapsayan İslam - Laiklik - Demokrasi sancısına bir tedavi yolu...

Bu, nihai tahlilde, "İslam ülkelerine özgü bir laiklik tanımı" demekti. "Ak Parti modeli"nin İslam ülkelerinde bile ilgi çektiği söylenebilir. -Türkiye laiklikle İslam'dan uzaklaştı, tarzında çok dolaşan bir yargı vardır birçok İslam ülkesinde. -En iyi İslam bizde yaşanır.

Bunu da laiklik sayesinde elde ettik! sözü de Türkiye'deki laiklik güzellemesinin ifadesidir. Reel olan ise, Türkiye'de Müslümanlar için de bir inanç özgürlüğü problemi bulunduğudur. "Ak Parti modeli" bu sancıyı giderme formülü olabilir miydi? Bir ara Ecevit de "İnançlara saygılı laiklik" arayışı ile, daha özgürlükçü bir laiklik yorumuna yönelmişti. "CHP modeli" ona göre de problemliydi.

DP - AP - ANAP çizgisi de, özgürlükçü yorum arayışındaydı.

Şu an olan ne?

Ak Parti hakkında tam da "laiklik karşıtı eylemlerin odağı olmak" suçlaması ile kapatma davası açmak, laikliğin bu anlamdaki yorumunun üstünü çizmektir.

Bu çizgi toplumun yüzde 97'sinin görüşünü yansıtsa bile, onun da üstünün çizilebileceği ifade edildiğine göre, ortaya gerçekten çok garip bir durum çıkıyor.

Bugünkü Türkiye'ye baktığımızda şöyle garip bir soru sorulabilir: -Dini duyarlılığı olan bir insan, Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık veya herhangi bir kamu görevi yapabilir mi? Kendisini dini görünülürlüklerden nasıl uzak tutar ve nasıl, laik bir imaj çizebilir?

Bu sorunun cevabı zor.

Toplum nezdinden baktığımızda da, sistemin jakoben laik karakteri, bir laiklik yorumunu daha tasfiye ediyor, kanaatine ulaşmak mümkün.

Geriye ne kalıyor?

Dayatma!

Bu sonuç, toplumsal zemin kaybına yol açması, toplum dışı hale getirmesi açısından, laikliğe vurulan bir darbe gibi de görülemez mi?

Son soru:

-Ak Parti'yi kapatmak laikliği korumak mıdır, laikliğin canına okumak mıdır?

 

bugün