Acem strancı, Fars ateşi: Üç lider ne demek istedi?

İbrahim Karagül

Pittsburgh'daki G-20 zirvesi, küresel ekonomik krizin konuşulduğu bir zirve olmaktan çok, dünyanın yeni merkez karar organı görüntüsü verdi. 2 Nisan'da yapılan bir önceki zirvede bunun işaretlerini görmüştük. Liderler, krize çözüm bulmanın yanında "yeni bir dünya düzeni" sloganını öne çıkardılar. İngiltere Başbakanı Gordon Brown, Londra Zirvesi'nin kapanışında "Yeni bir dünya düzeni kuruyoruz ve bunu konsensusla kuruyoruz" demişti.

Pittsburgh'daki zirvede benzer eğilimler daha da belirginleşti. Dünyanın önde gelen yirmi ülkesini buluşturan platform, bundan sonra bir çeşit BM Güvenlik Konseyi rolü üslenecek. G-20 dışında, küresel meselelerin bu kadar açıklıkla konuşulabileceği başka bir platform şu an söz konusu değil. Güvenlik Konseyi, Irak işgali örneğinde de gördüğümüz gibi, etkili bir karar mekanizması değil artık ve daimi üyelik konusundaki adaletsizlik ulusların bu kuruma güvenini derinden sarsıyor.

G-20'nin merkezi platform olma halinin çok açık bir örneğini Pittsburg'da gördük. ABD Başkanı Barack Obama, Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, İngiltere Başbakanı Gordon Brown, yani Batı'nın sözcüleri, zirve gündemini değiştirdiler. Dünya ekonomisinin yönünü belirlemek, krize yol açan sistemde yapısal değişiklikleri tartışmak yerine ABD ve Avrupa'nın siyasi önceliklerini zirveye taşıdılar. G-20 zirvesi sanki İran Zirvesi olarak planlanmıştı. Üç lider, "yapay biçimde" İran krizini dünyanın birinci gündemi haline getirdiler. "Zorlama" bir gündem oluşturdular ve bütün dünyayı bu "öncelikli sorun"un ne kadar vahim olduğuna ikna etmeye çalıştılar. Irak işgali öncesi, dönemin İngiltere Başbakanı Tony Blair'in; "Irak füzeleri kırk beş dakikada Avrupa'yı vurabilir" palavrasıyla üç liderin gayretleri birbirine ne kadar da benziyordu. Liderlerin, İran'ın ne kadar büyük tehlike oluşturduğu açıklamalarına daha sonra Almanya da katıldı ve "çok endişeli" olyduğunu duyurdu.

Oysa İran, yeni tesis hakkında bilgiyi Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı'na kendisi bildirmişti. Özel bir gayretle keşfedilmiş, tespit edilmiş bir suç söz konusu değildi. Ortada bir gizleme söz konusu değildi. Buradan şunu anlıyoruz; Bundan sonraki her platformda dünya İran sorununu kilitlenecek. Zamana yayılmış bir kamuoyu çalışması yürütülecek. Kriz de aşılırsa dünyanın tek sorunu İran olacak.

Öteden beri, özellikle son aylarda belirginleşen bazı yeni gelişmelere dikkat çekiyorum ve bunun büyük değişikliklere yol açacağında ısrar ediyorum. İran'a saldırı, kısa vadede söz konusu olmayabilir. Belki uzun vadede de olmayacak. Ancak İran, yeni "Soğuk Savaş"ın hedef ülkesi haline gelecek ve Türkiye-İran dengesi, küresel etkiler uyandıracak kadar önemli olacak. Dünya bu ülkeye çok sıkı bir tecride hazırlanıyor. Ambargo kavramının ötesine geçecek bir tecrit bu. Ortadoğu ülkeleri, Batı saflarında İran'a karşı silahlandırılacak, bir askeri denge oluşturulacak. Bölgenin bütün ülkelerinin dış politikalarında bu değişimin işaretlerini görüyoruz.

Zirvede İran konusunun bu şekilde öne çıkarılması Başbakan Tayyip Erdoğan tarafından bile yadırganmış. Nitekim zirve sonrası sözleri bunu gösterir nitelikte. Erdoğan, nükleer silahsızlanma ve bu konuda İran'a yöneltilen tepkileri, "Nasihat verme noktasında olanlar adım atmalı. Onlar atmazsa başkalarından isteme hakları yok. Bu konuda konuşan ülkelerin hepsinde nükleer silah var; örneğin İsrail. İsrail Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu'na üye değil ama İran üye. Gazze'de fosforlu bomba kullanıldı. 1400 kişi öldü ama bunlar hiç masaya gelmiyor. Aynı şekilde hazırlanmış raporlar da gündeme gelmiyor. Sorumluluk mevkiindeki insanlar olarak bu durumdan rahatsız oluyoruz" şeklinde değerlendirdi.

Özellikle İsrail'in öncülüğünü yaptığı "askeri müdahale" konusunda ise; "Silahlı bir müdahale hiçbir toplantıda gündeme gelmedi. İran'a silahlı müdahale tüm dünyayı rahatsız eder. Irak'ta yaşananları görüyorsunuz. Orada bir medeniyet çökmeyle karşı karşıya kalmıştır" cümleleriyle dünyayı uyardı. Daha Irak sorunu çözülemeden dünyanın İran üzerinde devamlı böyle bir şeyi düşündüğünü, tek bahanesinin nükleer silah olduğunu belirten Erdoğan; "Nükleer silahın bulunduğu başka ülkeler var, niye bunlar konuşulmuyor. Bir şeyin tesirinin olabilmesi için önce onu kendinizin yapmaması lazım. Eğer kendiniz bunu yapıyorsanız bunun karşı tarafa tesiri olmaz, yapılan harcamalar da ne o nükleer silah yatırımını yapana bir şey kazandırıyor, ne de o korkuyu verdikleri topluma" cümlelerini özellikle vurguladı.

1 Ekim'de beş artı bir grubu İran konusunu görüşecek. Muhtemelen yılbaşına kadar yoğun bir İran trafiği izleyeceğiz. Erdoğan'ın İran ziyareti bu açıdan son derece önemli. Türkiye, dünyanın tek sorunu olmaya doğru giden İran'la Batı arasındaki diyalog zeminini güçlü tutmak için elinden geleni yapacak.

Askeri seçenek, yeni bölgesel yapılanmaya göre geri plana itilirken, Karadeniz'den Basra Körfezi'ne kadar yeni bir Doğu-Batı sınırı çizilirken, bölge İran tehdidine karşı silahlandırılırken, "Fars ateşi" ve "Acem satrancı" ile Batı arasında inanılmaz bir güç mücadelesi başlıyor. İran füzeleri bizi kaç dakikada vurur, yakında bunu da söyleyecekler.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Diyalog Gazetecilik San. ve Tic. Ltd. Şti.'ne aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan köşe yazısı/habere aktif link verilerek kullanılabilir.