48 -52: Okurlarla hasbihal

Ahmet Taşgetiren

Karar gazetesi, köşe yazılarının altına “Okur yorumları” koyuyor. Okurlar hem yazarın görüşleri hakkında değerlendirme yapıyor hem de kendi aralarında tartışıyor. Ben o yorumlardan kendi payıma yararlandığımı söyleyebilirim. Eleştirilerden de, desteklerden de, okurların kendi aralarında yaptığı tartışmalardan da… Tabii katılmadığım eleştiriler de oluyor, okurların birbiriyle tartışmalarında katılmadığım üslûplar da…

Salı günkü “Yüzde 52 ne düşünüyor?” başlıklı yazım… En son gördüğümde 290 yorum vardı. Hararetli bir gün.

Peş peşe gelen ekonomik kararlardan canı yanan insanlar az değil belli ki… Onlar da içlerindeki öfkeyi yansıtıyorlar. Buna karşılık benim yazımı okuyan ve “İktidarı destekleyen” de pek çok insan var, onların savunmaları, tabii ki muhalefete yönelik eleştirileri de var.

Tabii ekonomik kararlara yönelik eleştirilerden, yüzde 52 oy verip, mevcut kadroyu yeniden iktidara getiren insanlar da nasibini alıyor. Sonuçta “Siz getirdiniz bunları” demeye getiriyorlar nazikçe… Tabii eleştirilerin öyle nazikçe olduğunu söylemek mümkün değil, “Siz başımıza bela ettiniz” yollu olanlar da var.

Doğrusu ben, eleştiriler içinde “Muhafazakâr çizgi”ye yönelik “kategorik” suçlamalardan, iktidarın yapıp ettiklerini çoğu zaman eleştiriyor olsam da, kendimi de muhafazakar değerler dünyasında gördüğüm için rahatsız oluyorum. Belli ki bu gibi durumlarda, görünen aktörlerin yaptıkları ile değerler dünyası bütünleştirilir ve aktörlerin yanlışlarından değerler dünyası da nasibini alır.

Benim ve belki pek çok muhafazakâr aydının mevcut siyasi kadrolardan ayrışmamız, mevcut kadronun yanlışları sebebiyle değerler dünyasının da yıpranmaması içindir.

Yüzde 52 içinde olan okurların değerlendirmelerine baktığımda, ekonomik kararlardan canı yanmışlık yansımıyor. Onlar hâlâ, seçim atmosferindeki tartışma konuları ikliminde ‘Muhalefetin günahları” üzerine düşünmeyi - yazmayı tercih ediyorlar.

Oysa tamam, tercihlerini yaptılar. Onların, “vatanın selameti” üzerindeki hassasiyetlerine diyecek bir şey yok. “Beka kaygısı” da hayati önemde.

Ama şimdi seçim bitti, oylar verildi ve en azından “Beka kaygısı”na yol açanlar iktidara gelemedi. Hatta öylesine bir zaaf içindeler ki, herkes Tayyip Erdoğan’a “Ömür boyu iktidar süreci” öngörüyor. Derin kaygı içinde olsalar da dahi buna Erdoğan’a oy vermeyenler de dahil.

O zaman mevcut iktidarın ülkeyi nasıl yönettiğine bakmak ve orada sıkıntılar varsa, onu dillendirmek gerekmiyor mu?

Yanlışlar varsa, söz gelimi, onları söylemek, onlara itiraz etmek, yanlışları onaylamayacağımızı bilmelerini istemek, memleketin selametinin kişilere bağımlılığımızdan öncelikli olduğunu hissettirmek, değerlere kişilerden daha fazla bağlı olmamız sebebiyle kişilerle birlikte değerlerin yıpranmasını önlemek için belirli bir hassasiyet sergilemek…

Diyelim şu ekonomik kararlardan iktidara oy veren ve yüzde 52’nin içinde yer alan muhafazakâr insanların canının yanmadığını söylemek mümkün mü?

Bence değil. Hatta herkes biliyor ki, iktidarın zengin ettikleri bile sandıkta iktidara oy vermezken – çünkü insanların gelirleri ve eğitimleri arttıkça Ak Parti’ye oy verme oranının düştüğü biliniyor- milyonlarca insan, bağrına taş basıp, “Vatan soğandan önemli” diyerek ekmeğine katık ettiği soğanı bile elinin tersiyle itip “Sadakat” ile “Reis ne yaparsa doğrudur” diyerek sandıklara gidiyor.

Öteden beri “Hoca’nın bir bildiği vardır” gibi bir anlayış tarzımız, daha doğrusu “Sadakat” gerekçemiz var.

O ileriki zamanlarda “Reis’in bir bildiği var”a döndü. Doğrudur Hoca’nın da, Reis’in de “bildikleri” vardır, ama kabul edelim ki “bilmedikleri” de vardır. Ya da bilmedikleri de olur. İnsan sonuçta. Allame diye bildiğimiz insanlar bile geçmişte “Bilmediklerimi ayağımın altına alsam başım göğe değer” demişlerdir.

Mesela “Reis’in siyaset bilgisi” “Hoca”nınkinden daha etkili imiş ki, onun yüzde 22’den yukarı çıkamadığı bu siyaset meydanında Reis nerede ise ölümsüz iktidar…

Kabul edelim ki “Reis’in de bilmedikleri” olur. Yapılan ve memleketi derin badirelere sürükleyen yanlışlar için “Allah affetsin” diyen, “Milletten helallik isteyen” kendisidir. Yanlış politikalar, İçerde ve dışarda, ekonomide, siyasette, eğitimde, kültürde, sosyal politikalarda pek çok yanlış yapılmıştır.

Haaa, buna rağmen “Gene de memleketi en iyi o yönetir” tercihinde bulunulabilir.

Bence sorun “Her durumda mutlak destek” yaklaşımında odaklaşıyor. Bence siyasetçi, toplumuna baktığında bundan “Emin” olmamalı. Bence siyasetçi biraz “Tetikte” olmalı, “Tedirgin” olmalı, “Yanlış yaparsam düzeltenler bulunur” hassasiyetinde olmalı. “Destek” olanların “En etkin biçimde düzeltme – Bu Halife Ömer’e ‘kılıçla düzeltiriz’ diye hatırlatılmıştı-, yani “murakabe” diye de bir hassasiyetleri bulunduğunu bilmeli.

Bir de şu var: İktidarın çok açık, herkesin canını yakan yanlışlarına bile sorgusuz destek verilmesi durumunda, insanlar muhafazakâr değerlerin insanları iradesiz, körü körüne sadakat duygusu taşır hale getirebileceği yanılgısına düşüyor. Halbuki “Destekliyoruz ama gerektiğinde düzeltiriz de” denebilse, farklı bir algı ortaya çıkar.

Bir de şunu görmek gerekiyor: “İktidarı destekleyenler toplumun canının yanmasına duyarsız” gibi bir algı, muhafazakâr çizgiye yönelik bir eleştiriye dönüşüyor. Alimler, Hocalar, Şeyhler… en can yakıcı uygulamalar, en bariz yanlışlar karşısında susuyor. “Demek ki tuzları kuru” gibi bir algı mı gerekli? Bunun insanların muhafazakâr çizgiye yönelik değerlendirmelerinde nasıl bir yıkıma yol açacağı görülmüyor mu?

Neyse, bence yanlışlar varsa “Bu yanlış” diye itiraz etmenin iktidarı yıpratacağı gibi bir düşünce doğru değil. Aksine bu, yanlıştan dönebildiği ölçüde iktidarın yararına da olur. Kaldı ki, iktidar alternatifi gibi bir muhalefet de mevcut değil. Hiç olmazsa vatandaşın muhalefeti iktidarı daha duyarlı hale getirsin…