25 sene 6 ay 2 gün

Merve Kavakçı

 

Gençsiniz, küçüksünüz. Daha yolun çok başındasınız. Enerji dolu, geniş ufuklusunuz. İçiniz içinize sığmıyor, idealistsiniz. Yolunuz çok uzun. Dünyayı değiştirmeye hazırsınız. Her gün bir adımda. Değiştirebileceğinizden değil… değiştirme yoluna çıktığınızdan. Her şeyi çok iyi bildiğinizden de değil… aşk, şevk ve ideal dolu olduğunuzdan. Limitliliğinizi bilmediğinizden değil… ama öyle olması gerektiğinden. İki gününüz birbirine eşit geçmeyecek’le yetişmiş, yetiştirilmişsiniz. Arz cihad alanı, ibadetin mescidi diye öğretilmişsiniz. Umutlu olmak dini öğretinizin olmazsa olmazı. On yedi yaşında, çiçeği burnunda bir yeni mezunsunuz. Asıl hayata ilk adımı atmaya dünden hazırsınız. Çocukluktan erişkinliğe geçeceğiniz mesleğinizi seçmişsiniz. Alanınız tıp, alanınız mühendislik, alanınız öğretmenlik. Doktor hanım, mühendis hanım, öğretmenim denmeyi bekliyorsunuz. Önünüzü görüyor, o meslekte yaşlanacağınızı düşünüyorsunuz. Çalışıyor, çabalıyorsunuz. Sonunda kazanıyorsunuz…. ve yahut öyle zannediyorsunuz. Siz bir yerde. Kaderiniz başka bir yerde… Daha doğrusu kaderinizi siz henüz tanımıyorsunuz. Her şeyi hayır bilecek öyle veya böyle eninde sonunda ama mutlaka bir noktada geriye bakıp “Mevlam neylerse güzel eyler” diyeceksiniz…

Beyaz önlüğünüz üstünüzde, tıp fakültesinin rengi ağarmış merdivenlerini yavaş yavaş çıkıyorsunuz. Araştırmışsınız, soruşturmuşsunuz, bilmeden başvurmamışsınız. ÖSYM sıralamanızda Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde başörtüsü yasağı uygulanmıyormuş diye onu da en başa yazmışsınız. Artık çiçeği burnunda bir tıp öğrencisisiniz. Bilmem o zamanlar ne idi, diyelim ülke çapında % 1 veya % 5 içerisindesiniz. İdealist ve çalışkansınız. Bilginin hakkını elden geldiğince en iyi şekilde vermeye çalışmış bir tıp fakülteli olmuşsunuz.

Ama orada, tıp fakültesi morfoloji binasında, kapının girişinde bir kalorifer var. Ah o kalorifer! Olmaz olası kalorifer! Diyeceksiniz suçu ne!? Doğru. Tek suçu hayatı bir anda değişen genç tıplıların o değişimine tanıklık etmek. Ağır ağır çıktığınız merdivenlerden, kapıya geliyor, açıyorsunuz. İçeri girdiniz ama kalorifer yanında bekleyen “görevli” ile “açtın!” da, açacaksın!” da münakaşasına giriyorsunuz. Dört yüz kişilik birinci sınıfta zaten teksiniz. Cumhuriyet rejimi sizin başörtünüzün “yok edilmesi” ile kurtulacağından (!) pek bir göz önündesiniz. “Vurun başörtülüye!” nidalarını duyar gibisiniz. Aydınlık tıp dünyası o kaloriferin eşiğinde kılıçları kuşanmış üzerinize yürümeye bekler duruyor. Kapı görevlisi kalorifere yaslanmış “aç” da “aç” diyor...

Amerika’ya hicret yolunuz böylece açılıyor. Açılan başınız olmuyor... Elhamdülillah.

Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi öğrencisi olarak o kalorifer yanında durup geri dönerek dışarıya çıktığım o günden tam yirmi beş sene, altı ay, iki gün sonra ilk defa, tekrar o ağarmış morfoloji binası merdivenlerinden çıktım. Ağır ağır çıktım. Neleri hatırlamadım ki... baktım kalorifer hâlâ orada. Arz-ı endam ediyor. Göz ucuyla bakabildim olduğu tarafa... Gözlerim nemlendi, kardeşim Ravza “abla, iyisin değil mi?” demekle yetindi... Telaşlı yürüyen tıp öğrencileri arasında başörtülü kızları görünce artık şaşırmamam gerektiğini içimden kendime hatırlattım.

Bana sadece üzüntüleri hatırlatan şu mekandan ilkokul diplomam dahil kişisel evrakımı alma zamanı artık gelmişti. “Memur bey, belgelerimi alabilir miyim lütfen.” “Tabii, buyrun.”

yeniakit