“Yüce Millet” karar vermişken, “Yüce Divan”ın lâfı mı olur?

Soru çok basit: Meclis Soruşturma Komisyonu, 2 gün sonra, yani 5 Ocak Pazartesi günü “4 bakan” hakkında vereceği kararda, “Suçlular” mı diyecek, “Suçsuzlar” mı?..

Ya da, şöyle mi diyecek;

“Bazıları suçludur, bazıları suçsuz!”

Meclis Soruşturma Komisyonu ne karar verirse versin, nihayetinde son kararı verecek olan “Meclis Genel Kurulu”dur!..

Peki, Meclis Genel Kurulu ne karar verecek?.. 

4 bakanı “Yüce Divan”a mı sevk edecek, yoksa “mahkeme kararları”nı dikkate alıp, dosyayı kapatacak mı?..

Son günlerde, özellikle “Paralel Medya”da dillendirilen konu şu: “Madem ki suçsuzdurlar, gitsinler Yüce Divan’da aklansınlar!”

Peki, “Yüce Divan’ın yapısı” gözler önündeyken, oraya gidenler “aklanırlar ve paklanırlar” mı, yoksa “pataklanırlar ve haklanırlar” mı?..

Eskiler, “görünen köy kılavuz istemez” demişler... 

“Yüce Divan” görevi görecek olan ve başında “anamuhalefet lideri” gibi davranan Haşim Kılıç’ın bulunduğu Anayasa Mahkemesi; bakanı kesinlikle“aklamaz”, tam aksine, onları“pataklamak ve haklamak” için elinden geleni yapar!..

O halde; “Yüce Divan’a gidip aklansınlar”demek, tam bir“tuzak” ve tam bir“sinsi taktik”tir!..

Dahası, bu teklif; “AK Parti’yi bölme” plânından başka bir şey değildir!.. 

Bu teklif; 7 Şubat’ta, Gezi kalkışmasında, 17-25 Aralık’ta, 30 Mart ve 10 Ağustos’ta “haklayamadıkları” AK Parti’yi “Yüce Divan’a haklatma”stratejisidir!..

Plân, bu kadar basit!..

DOLAR’LAR ABD’Yİ DOLAŞSAYDI!

31 Aralık’ta yazmıştım;

“Hedef Halk Bankası’ydı... 

4 bakan da nereden çıktı?”

Hâlâ aynı kanaatteyim!..

“Kirli 17-25 Aralık operasyonları”nı yapan “Paralel Çete”nin amacı, kesinlikle “yolsuzluk ve rüşvetle mücadele” filan değildi!..

Öyle ya, adama sorarlar;

“AK Parti, 3 Kasım 2002’den bu yana iktidarda... 11 yıldır yolsuzluk ve rüşvet olmadı da, 2013’te mi oldu?.. Bu süreçte, Paralel Devlet’çiler, AK Parti iktidarında altın yıllarını yaşadıklarını söyleyip, yolsuzluk ve rüşvet lâflarını ağızlarına almazken, 2013’te ne oldu da, bu sakızı çiğnemeye başladılar?”

Bu kirli operasyonun “dershanelerin kapatılması”yla hiç mi ilgisi yok?

Bu operasyonların;

11 Nisan 2013’te, “47 Musevi kökenli ABD Kongresi üyesi”nin, “Halk Bankası’na yaptırım uygulanması”nı talep etmesiyle hiç mi ilgisi yok?..

Bu operasyonların, “dolar”ların; “ABD bankalarını dolaştıktan sonra” değil de, “doğrudan Halk Bankası hesaplarına girmesi” ile hiç mi ilgisi yok?..

“dolar”lar, “doğrudan Halk Bankası’na” girmeyip de, “ABD bankalarını dolaşarak” girseydi, hiçbir sorun olmayacaktı!..

Çünkü o zaman, ABD bankaları hem “pay”larını alacaklar, hem de, hep yaptıkları gibi, “Türkiye’ye giren-çıkan” paraları “kontrol” edeceklerdi!..

Ama, ne zaman ki;

“Türkiye-İran ticareti” doğrudan Halk Bankası üzerinden yapılmaya başlandı, dolayısıyla “ABD bankaları devredışı bırakıldı”, işte o zaman“sahipleri Yahudi olan ABD bankaları” rahatsız oldu ve Türkiye’deki“işbirlikçi”lerine, Türkiye’deki “otorite köleleri”ne “Saldır Co” talimatı verdiler!..

Bu “işbirlikçi”ler, bu “maşa”lar, bu “piyon”lar da; “otorite”den gelen bu talimatı “emir” telâkki edip, hemen kocaman bir “çuval” oluşturdular ve içine ne kadar “iddia” varsa, doldurdular!..

Hedefleri; bu çuvalı, “AK Parti’nin başına geçirmek”ti!.. 

Böylece, “bakanlar ve çocukları” üzerinden Tayyip Erdoğan’a gidecekler ve onun bileklerine “kelepçe” geçireceklerdi!..

“Tayyip Erdoğan’ın devre dışı bırakılması” ile de, “asıl hedef”lerine ulaşmış ve “Türkiye’ye diz çöktürmüş” olacaklardı!..

Öyle ya;

Tayyip Erdoğan var olduğu sürece, “Türkiye’ye zarar veremezler” ve nihaî hedeflerine ulaşamazlardı!..

Eğer “Tayyip Erdoğan’ı içeri attırabilirler” ise, Fetullah Gülen’in önü açılacak ve o da, tıpkı Humeyni gibi Türkiye’ye dönecek ve “dinî lider”olarak Türkiye’ye istikamet çizmeye başlayacaktı!..

Ama, olmadı!..

Allah’tan ki, olmadı!..

Eğer başarabilseydiler, şu anda bu mevzuları konuşamayacak, belki de“İsrail’in Filistinlilere yaptığı zulümler”in benzerlerini bizler yaşıyor olacaktık!..

Sözün özü;

“Kirli 17-25 Aralık operasyonları”nın hedefi, kesinlikle Zafer Çağlayan, Muammer Güler, Egemen Bağış ve Erdoğan Bayraktar ya da Rıza Zerrabfilân değildi!..

Hedef Halk Bankası’ydı, Tayyip Erdoğan ve Hükümet, dolayısıyla“Türkiye’nin istiklâli ve istikbali”ydi!..

Allah’tan ki, başaramadılar!..

4 BAKANA TAKİPSİZLİK

“Yorum”umuzu yaptık, şimdi de; gelin, “durum”lara bir bakalım...

17 ve 25 Aralık operasyonlarına konu olan, İran ile Halk Bankası üzerinden yapılan altın ve dış ticaret işlemlerinin tamamen mevzuata uygun olduğu, Gana’dan gelip Dubai’ye giden altınlar ile ilgili işlemlerin gerek mevzuat ve gerekse yasalara aykırı bir durum oluşturmadığı, bahse konu altınların Türkiye’de serbest dolaşıma sokulmadığı, dolayısıylaortada bir kaçakçılık fiilinin bulunmadığı ve imar konularında alınan kararların suç olmadığı “yargı kararı”yla ortaya çıktı...

İşadamı Rıza Zerrab’ın İran’la yaptığı işi yapan, daha başka onlarca şirket olduğu görüldü. 

İmar ile ilgili alınan tüm kararların yasal olduğu tespit edildi. 

Gerek 17, gerekse 25 Aralık dosyalarına, bağımsız yargı takipsizlik kararıvererek hiçbir suç işlenmediğini, herhangi bir suç fiilinin oluşmadığını ilan etti. 

Ayrıca yapılan dinleme ve takiplerin; “hukuka ve anayasaya aykırılık teşkil eden düzmece ve kurgu olduğu” tespit edildi. 

4 bakana isnat edilen suçların ve eylemlerin oluşmadığı, gerçekleşmediği belirlendi.

lZafer Çağlayan’a isnat edilen İran ilintili dış ticaret işlemlerinde Zerrab’a imtiyaz sağlama ve Gana’dan gelip Dubai’ye giden altınlarla ilgili olarakkaçakçılık kanununa muhalefet etme iddialarının gerçekleşmediği, iddia edilen bu konularda gerek Halkbank Teftiş Kurulu ve gerekse Gümrük Müfettişliği’nce hazırlanan raporlarda ve bilahare Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı’nca yapılan incelemeler sonucunda verilen takipsizlikkararlarıyla, iddia edilen suçların kesinlikle oluşmadığı ve kendisinin hiçbir dahli ve eylemi olmadığı açıkça görüldü.

lMuammer Güler’e isnat edilen; Zerrab’a emniyet şeridi kullanma ve koruma polisi verme, yakınlarına istisnai vatandaşlık sağlama, şahısla ilgili adli çalışma olup olmadığını inceletme ve hakkında basında çıkacak haberleri engelleme fiillerinin gerçekleşmediği tespit edildi. 

lEgemen Bağış’a isnat edilen; Rıza Zerrab’ın otel kiralama girişimine ve yakınlarına vize alınmasına aracılık ettiği iddiasının tamamen uydurmaolduğu, Bağış ile şahsın otel konusunda tek bir diyaloğunun dahi olmadığı, şahsın oteli yada otel projesi olmadığı gibi Bağış’ın şahsın bu konuyla ilgili hiçbir ilçe ya da büyükşehir belediyesi veya Turizm Bakanlığı yetkilisini aramadığı tespit edildi. 

Zarrab’ın yakınlarının Bağış’ın aracılığı ile vize almadığı, vize başvurusu dahi yapmadığı ve Bağış’ın aracılığı ile tek bir vize alınmadığı ispat edildi. 

Ayrıca Bağış’ın şahısla ilgili soruşturma olup olmadığını araştırdığı iddiasının tamamen yalan olduğu, tek bir yetkilinin bile Bağış’ın böyle bir araştırma yaptığına dair beyanı dahi olmadığı ve şahsın faaliyetleri ile ilgili basında haber yapılmasını önlediği iddiasının da aynı şekilde sadece iftira olduğu belirlendi. 

lErdoğan Bayraktar’a isnat edilen; özel imtiyazlı imar planları hazırlattığı ve usulsüzlüklere göz yumduğu iddialarının da gerçekleşmediği, İstanbul’da kurulduğu iddia edilen çetenin var olmadığı belirlendi. 

AKLI OLAN, TUZAĞI GÖRÜR!

Bu “gerçek”ler ve mahkemelerin “takipsizlik” kararları ortadayken, bir tek kişinin bile Yüce Divan’a gitmesi, verilen tüm “takipsizlik” kararlarını tartışmaya açacaktır!..

Muhalefet ve Paralel İhanet Çetesi çevrelerinin amacı; Yüce Divan’a sevkkararını, savcıların verdiği takipsizlik kararlarına karşı, milli iradeyi temsil eden TBMM’nin üst kararı olarak lânse etmek ve ek delil olarak gösterip,tüm davaları yeniden açmak ve ilgili tüm kişileri “yeniden yargılatmak”tır. 

Şahsen ben, “akıl ve vicdan sahibi” olan herhangi bir AK Parti milletvekilinin, hatta herhangi bir “muhalefet milletvekili”nin, “Paralel İhanet Çetesi’nin bu tuzağına düşeceğini” sanmıyorum!..

Akıl sahibi herkes; “Pensilvanya karşıtı dernek ve vakıf mensuplarına kurulan tuzaklar” gibi, “4 bakana da Yüce Divan tuzağı” kurulduğunu hemen farkedecektir!..

AK Partili milletvekillerinin bu tuzağa düşeceklerine ihtimal vermemekle birlikte, ortaya çıkacak “karışıklık” ve “kaos” ortamından “medet ve makam uman” olabilir diye söylüyorum...

Eğer, bu “fitne ateşine odun olma” görevini üstlenirlerse, o zaman kimlerin “AK Parti’yi kapatma dâvâsı” sürecinde, kimlerin “Gezi kalkışması” sürecinde, kimlerin de “Kirli 17-25 Aralık operasyonları”sürecinde, hemen “arazi” oldukları ve “Tayyip Erdoğan’ı yalnız bıraktıkları” meselesi de herhalde gündeme gelecektir!

Hemen herkes şunu bilmelidir:

“Bir tek çubuğu büküp kırmak” çok kolaydır... Büker, kırarsın!..

Ama, “onlarca çubuğu” bir araya getirir, bir de bağlarsan, hiç kimse kıramaz!..

Dolayısıyla, zaman “tek” olma zamanı değil, “bir arada” olma, “çok” olma,“birleşme ve kaynaşma” zamanıdır!..

KARARI MİLLET VERDİ

Uzun lâfın kısası;

Hiç kimse “fitne”ye alet olmasın, “algı operasyonları”na aldanmasın,“tuzak”lara düşmesin, “Paralel’in oyuncağı” olmasın!..

Unutulmasın ki;

“En yüce hakim, millet”tir!..

“En büyük hakem de millet”tir !..

Ve bu millet;

“Hükümete darbe amaçlı kirli 17-25 Aralık operasyonları”ndan sonra yapılan “30 Mart ve 10 Ağustos seçimleri”nde;“Paralel İhanet Çetesi’nin iddiaları”nı elinin tersiyle itmiş, bu iddiaların“safsata” olduğunu göstermiş, “iftira, hakaret ve saldırılara” rağmen, “4 bakan” da dahil, AK Parti hakkında “beraat” kararı vermiştir!..

O halde;

Başka bir karara ihtiyaç var mı?..

Ne yapacak Yüce Divan?..

Kararını; 

“Türk milleti adına” vermeyecek mi?.. 

Peki, “Türk milletinin kendisi” 30 Mart ve 10 Ağustos’ta kararını vermedi mi?..

“Türk milleti” kararını vermişken, “onun adına” verilecek bir kararın ne önemi olabilir?..

“Yüce millet” varken,

“Yüce Divan”ın lâfı mı olur?.. 

***************************************************************

Gözümüz aydın, yeni bir “Fuat Avni”miz oldu!

Olayı biliyorsunuz... Dolmabahçe Sarayı önünde, “el bombası, uzun namlulu silah ve tabanca” ile saldırı hazırlığı yapan bir kişi yakalandı...

“DHKP-C terör örgütü üyesi” olduğu tespit edilen şahsın adı, Fırat Özçelik’ti!..

Buraya kadar yazdıklarım, herkesin bildiği şeyler... Hatta; “DHKP-C’nin bu eylem için Fırat Özçelik adlı örgüt üyesini kullanacağı”, eylemin adının“Feda eylemi” olarak belirlendiği de, “12 Aralık’tan bu yana biliniyor”muş!.. “Twitter”da, “İsimsiz 111” adlı hesabı bulunan biri, önceki günkü eylemi “20 gün önceden” haber vermiş!..

“İsimsiz 111” kod adlı kişi, kimdir acaba?.. “Yeni bir Fuat Avni” mi, yoksa bir “Fuat Avni hayranı” mı?..

“Fuat Avni hayranı” olduğu, attığı “twit”lerden belli... Ama, aynı şahıs, aynı zamanda “Ekrem Dumanlı’ya ve Cemaat’e de hayran”, iyi mi?..

Cemaat için “Masum” diyor, Dumanlı’nın “yiğit” olduğunu söylüyor!..

Demek oluyor ki;

“Cemaat’in adamlarından biri”dir!..

Bu adamın; “eylemi ve eylemcinin adını 12 Aralık’ta bilmesi” ne kadar kafamı karıştırdıysa; “olay anında, orada sadece DHA muhabirinin bulunması” da, hayli düşündürttü beni!..

Hayırdır inşallah!..

yeniakit

Bu yazı toplam 531 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar