Abdurrahman Dilipak

Abdurrahman Dilipak

Şeytan dediğin ne ki?

Derin Gerçekler

Kur’an-ı Kerîm, “şeyatıne’l- insi ve’l- cinn” yani “ins ve cin şeytanları” (En’am, 6/112) ifadesiyle, insanlardan da şeytanlar olduğuna işaret eder. Yine Nas Suresi’nde de “minel cinneti ve’n nas” ifadesi, insanlara vesvese veren şeytanın hem gözle görülmeyen cinlerden, hem de gözle gördüğümüz insanlardan olduğu bildirilir. Görülüyor ki, insan şeytanlarıyla, cinnî şeytanlar arasında sadece ceset farkı vardır. Mahiyetleri ise, aynıdır. Bütün meş­gu­liyeti insanları saptırmak olan bir kısım insanlar, şeytanın yaptığının aynısını yapmaktadırlar.

Birilerine ısrarla söylediğin halde, dinlemiyor, dolayısı ile anlamıyor ve kendi bildiğini ısrarla tekrarlıyorsa, onların kalp gözleri kapanmış demektir. Gözleri var görmez, kulakları var duymaz , kalpleri ve hissetmez olmuşlardır. Çünkü onların kalp gözleri körelmiştir. Yaptıkları onlara hoş gösterilmiştir. Onların önlerine ve arkalarına birer sed çekilmiştir, artık doğru yola gelmezler. Kendilerinin ıslah edici olduklarını söyleseler de aslında bozgunculuk yapanlardandırlar. Bencil, inatçı, kibirli ve ısrarcıdırlar.

Şeytanın insanoğlu üzerindeki etkisi, insanların kendine tabiiyeti kadardır.

Liderleri toplum doğurur. “İnsanların çoğu cahil, zalim, kan dökücü olduğu için” liderlerin çoğu da öyledir. Her ülkenin lideri, o ülke halkının ortalaması bir değer gösterir. Bunlar “bizim aramızda asla kötü yoktur” derler. Başkalarının kendilerini eleştirmesine karşı tahammülsüzdürler. Oysa kendileri başkalarına karşı eleştiride sınır tanımazlar. Oysa hesaba çekilmeden önce bir “nefs muhasebesi” yapıp, “nefs terbiyesi” ile kendimizi temizlememiz, düzeltmemiz gerekmez mi idi? Dost bilinenler, “hesabi” değil, “Hasbi” ise, onlar bazen acı da söylerler. “Biz şöyleyiz-böyleyiz” demek, bize kimse içinizdeki şunlara dikkat edin diyenlere “meydan okumak” yerine, biz şöyle olmamız gerek, “içimizdeki beyinsizlerin işledikleri yüzünden helaktan sakınanlardan olmalıyız” demeleri gerekmez mi idi? Biz kendimizi savunurken, aynı şekilde bizden birileri başkasına haksızlık yaptığında, haklının yanında yer almamız emredilmedi mi? Haksız babamız, haklı olan düşmanımız da olsa. Hani mizanı, ölçüyü-tartıyı düzgün tutacaktık, emrolunduğumuz gibi dosdoğru olacaktık. Ekonomik, sosyal, siyasi hayatta da hep buna özen gösterecektik. Galu bela zamanında Allah (cc) bu yönde ahittde bulunmamış mı idik. Sahih Allaha ahdine vefa göstermeyenlerin başkalarına ahdinin bir değeri olur mu?

Sapkın bir halka bir peygamber gelir ve o insanları hayra çağırır da halk kendi yüzünü Hakka çevirirse, Allah da onlara mağfired eder. Onlara, içlerinden güzel bir örnek olacak birini gönderirse, o halka, kendilerini dönüştürmeleri için bir mühlet/süre verilir. O süre içinde onlar kendilerini dönüştürmezse, Allah’ın gazabı onlara ulaşır. O önder ise ya onları terk eder, oradan hicret eder, ya da onlar eliyle oradan çıkartılır, yoksa onların zulmü onları da vurur. Onun için biz, Bizi bize bırakma Allah’ım, içimizdeki beyinsizlerin işledikleri yüzünden helak etme Allah’ım, bize Hakkı Hak, batılı batıl göster, Hak’da toplanmamızı nasip et diye dua ederiz.

Sakın, çoğunluğun desteğini aramayın, peşinize takılanların arzu, heva ve hevesleri sizi azgın iştihalarının önünde bir çöp gibi sürükler. “Tekasür” suresi çoğunluğun ne büyük bir fitne olduğunu anlatır. Ya da açın bakın kitaba, “insanların çoğu”nun özellikleri nelermiş ve onların bizim hayatımızdaki yerleri neler, onlara bakın. Allah’ın sizi iş ve söz olarak neyle meşgul ettiğine bakın, makamınızı görürsünüz.

Şunu bir yere not edelim: “İlmi siyaset” şeytanın öğütlerini meşrulaştırma aracı değildir, olamaz!. İslam’ın Mekke ve Medine dönemini iyi anlamak zorundayız. Ve bir de Kudüs beyannamesini tabi. İslam medeniyeti bu sacayağı üzerinde yükselir. Bu Medeniyetin kalbinde imanın yeşerttiği Adalet, Barış ve Hürriyet vardır. “La ilahe” diye başlayan kula kulluğa savaş açar. “Din ve devlet büyüklerimizi” daha doğrusu Allahtan başka hiç kimseyi ve hiçbir şeyi, İlah ve Rab edinmememiz emrolur. Bakın, onlar bir şey söylerlerdi de, siz o şey üzerinde düşünmeden o şeyi, kabul ya da onların istedikleri yönde reddetmez miydiniz? İşte bu onları İlah ve Rab edinmek demektir. Sakınalım din ve devlet büyüklerinizi biz de İlah ve Rab edinmeyelim. Onları mutlaklaştırmayalım. Onları “La yüs’el” konuma yükseltip, İdol ve puta dönüştürmeyelim. Şeytan bizi Şehvetle, mal, mülk, para, güç ve saltanat gibi oltasına taktığı yemlerle avlamak istemektedir. Sonucu biliyorsunuz, oltayı yutan balık yem istemez.

Şeytan acınası bir mahluk. Bir zaman aralığına sıkıştırılmış duruyor. Tabi boş durmuyor. Sürekli nefsimizin üzerinden mesaj veriyor. Fiilen zorlayıcı bir gücü yok. Ona bu konuda ona İNS ve CİN dostları yardım ediyor. Ve İnsan insanlar üzerindeki fiziki etki gücü ile, Şeytanı kıskandırabilecek işler yapabilir.

Öte yandan, Şeytân, Allah'ın her günaha rağmen affedeceği ümidini vererek insanı aldatmaya çalışır. Bu nedenle Kur'ân'da, şeytanın insan için azgın bir düşman olarak tanımlanır.

Şeytan Allahın muttaki kullarına zarar veremez. İns, Cin ve Şeytan Allah’ın iradesi olmasa, hiç biri, hiç kimseye zarar da, fayda da veremez. Aslında Şeytan ancak kendi dostlarını korkutur Bu anlamda Şeytanı daha yakından tanıyıp ona karşı hazırlıklı olmamız gerek. Onun için ayetler ışığında günümüz hadiseleri ile ilişkilendirerek anlatmaya çalışacağım.

Kelime-i Tevhid LA ile, RED ile başlar. Def-i mazarrat celbi menafiden evladır. Bu konuyla ilgili olarak tek başına LA demek yetmez. Işık gelince karanlık yok olur ve karanlık zaten yok olmaya mahkumdur. Karanlık aydınlığın yokluğudur. Dolayısı ile “şeytan taşlamaktan salavat getiremez hale gelmemek” de gerek. LA İLAHE diyorsanız, hem ardından İLLAH da demeniz gerekir. Dolayısı Şeytana hayır diyenlerin. Yüzlerini Allaha çevirmeleri gerekir. O yola, güzel ahlak, söz ve eylemlerle varılacağını, ilim ve hikmetle varılanacağını da unutmayalım.

Önce şu Şeytanı bir tanıyalım: Bakara 102: Onlar, Süleyman’ın saltanatı aleyhinde şeytanların uydurduğu yalanlara uydular. Oysa Süleyman hiçbir zaman kâfir olmadı. Lâkin şeytanlar kâfir oldular. Çünkü onlar, insanlara büyü yapmayı ve Bâbil’de Hârut ile Mârut isimli iki meleğe indirilen bilgileri öğretiyorlardı. Halbuki o iki melek: “Biz ancak imtihan için gönderildik, sakın öğrettiğimiz bilgileri büyü yapmada kullanıp da kâfir olma!” demeden hiç kimseye bir şey öğretmezlerdi. Onlar ise bu iki melekten, karı ile kocanın arasını ayıracak şeyler öğreniyorlardı. Onlar, Allah’ın izni olmadıkça o büyü ile hiç kimseye zarar veremezler. Fakat onlar kendilerine fayda değil zarar verecek şeyi belliyorlardı. Elbette onlar, büyüyü satın alan kimselerin âhirette hiçbir nasibi olmadığını da çok iyi biliyorlardı. Karşılığında kendilerini sattıkları şey, ne kötüdür! Keşke bunu bilselerdi! Bakara 168: Ey insanlar! Yeryüzündeki helâl ve temiz nimetlerden yiyin. Şeytanın adımları ardınca gitmeyin. Çünkü o, sizin için apaçık bir düşmandır. Bakara 268: Şeytan sizi fakirlikle korkutur; sizi her türlü hayasızlığı ve ahlâksızlığı yapmaya teşvik eder. (Kıtlık, İklim, yoksulluk, sağlık ile ilgili yaşanan süreci düşünün ve bu çevrelerin aynı zamandaaa LGBT ve İstanbul Sözleşmesi, Lanzarote ile varmaya çalıştıkları yeri düşünün) Allah ise size bağışlamayı ve bol nimet vermeyi va‘deder. Allah, lütfu pek geniş olan, her şeyi hakkıyla bilendir. Bakara 208: Ey iman edenler! Hep birlikte ve bütün varlığınızla İslâm’ın barış ve huzur iklimine girin. Şeytanın adımları ardınca gitmeyin; çünkü o, size apaçık bir düşmandır. Bakara 275: Riba yiyenler, kıyamet günü kabirlerinden, başka türlü değil, ancak şeytan çarpmış kimselerin cinnet nöbetinden kalktığı gibi kalkacaklardır. Bunun sebebi, “Alış-veriş de tıpkı Riba gibidir” demeleridir. Halbuki Allah, alış-verişi helâl, Riba’yı haram kılmıştır. Her kime Rabbinden bir öğüt gelir de Riba’dan vazgeçerse, önceden aldıkları kendisine aittir. Artık onun hakkındaki kararı Allah verecektir. Kim de yeniden Riba’ya dönerse, işte onlar cehennemin yoldaşlarıdır ve orada ebedî kalacaklardır. Nisa 38: Allah’a ve ahiret gününe inanmadıkları halde mallarını insanlara gösteriş için harcayanları da Allah sevmez. Bir kimsenin arkadaşı şeytan olursa, o ne fena bir arkadaştır! Nisa 60: Rasûlüm! Hem sana indirilene, hem de senden önce indirilenlere inandıklarını iddia edenleri görmedin mi? Onlar kalkıp şeytanî güçlerin hükmüne başvurmak istiyorlar. (Şu ‘uluslararası düzen’ dedikleri şey buna misal olabilir mi) Halbuki o şeytanî güçleri bütünüyle reddetmekle emrolunmuşlardı. Çünkü şeytan onları doğru yoldan büsbütün uzaklaştırıp, korkunç bir sapkınlığa düşürmek istemektedir. Nisa 76: İman edenler Allah yolunda savaşırlar. Kâfirler ise şeytânî güçlerin yolunda savaşırlar. Öyleyse, ey mü’minler, haydi şeytanın taraftarlarıyla savaşın. Bilin ki, şeytanın hilesi cidden zayıftır. (Kimler Satanist Pedefoliklerin yanında kimler değil). Nisa 83: Onlara, müslüman toplumun güvenliğini ilgilendiren veya mü’minler arasında korku ve paniğe yol açabilecek bir haber geldiğinde, olayın sebep olabileceği zararları düşünmeden, onu hemen yayıverirler. Halbuki onlar bu haberi Rasûlulullah’a ve aralarındaki yetki sahibi kimselere götürselerdi, işin iç yüzünü araştırıp ortaya çıkarabilecek olanlar, elbette onun mâhiyetini anlayıp, ne yapılması gerektiğini bilirlerdi. Eğer Allah’ın üzerinizde lutfu ve rahmeti olmasaydı, pek azınız hâriç, hepiniz şeytana uyup giderdiniz. Nisa 119: “Onları mutlaka doğru yoldan saptıracağım. Onları boş ümitler ve yalan sevdâlarla oyalayacağım. Onlara emredeceğim, hayvanların kulaklarını yaracaklar. Yine onlara emredeceğim de Allah’ın yarattığı şekli değiştirecekler.” O halde kim Allah’ı bırakıp şeytanı dost edinirse, elbette o, açıktan açığa büyük bir zarara uğramış olur. 120. Şeytan onlara bir takım vaatlerde bulunur ve onları boş ümitlerle oyalar. Zâten şeytanın onlara olan va‘di, boş bir aldatmadan başka bir şey değildir.” (Bu ayetleri bugünün hadiseleri ile birlikte düşünerek okuyun bir isterseniz”

Bu yazı toplam 357 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar