Abdurrahman Dilipak

Abdurrahman Dilipak

Şeriat, tarikat, hakikat

Tasavvuf inanışında beden ve dünya ile ilgili zahiri ve şer’i hükümlere şeriat veya fıkıh, kalb ruh ve ahiretle ilgili deruni hükümlere hakikat denir. Tasavvuf terimi olarak tarikat, «Allah’a ulaşmak isteyenlere mahsus adet, hal ve davranış» demektir.

Hadi bakalım, çıkalım işin içinden; laf ile aleme binlerce nizamat vermek kolay, hanemizdeki binlerce teseyyüb ne olacak? “Şeriat, tarikat yoldur varana / Hakikat, marifet andan içeru”.

Şeriat deyince mangalda kül bırakmıyorduk da geldiğimiz noktada halimiz ortada. Hayalimizdeki Şeriat bu mu idi? Hayal ettiğimiz Şeriat, meşruiyet temelinde, farklılıklarımıza rağmen barış içinde yaşayacağımız bir hukuk düzeni oluşturacaktı. Adalet, barış, hürriyet olacaktı. Herkesin malı, canı, namusu aklı-inancı ve nesli korunacaktı. Kimi çıktı Şeriat adı ile gelip malı götürdü, kimi cenneti beklemeden şimdiden huri peşinde koşmaya başladı, kimi makam sahibi olma derdine düştü, kimi kelle avcılığına çıktı.

Dağda keramet gösteren derviş, teke’den sepete sağdığı sütü, şehre getirirken, daha şehrin girişinde sütten eser kalmazmış. Şehirde para, karşı cins ve iktidar savaşı var. Bizimkiler de dergahtan çıkıp siyasete ve ticarete dalınca olan oldu. “Kadisiye ganimetleri” aklımızı başımızdan aldı. Bu işler dün de böyleydi, bugün de.. Yarın da böyle olacak. Bunun sağı-solu, Alevisi / Şiisi,  Sünnisi / Sufisi, Selefisi / Vehhabisi yok. İnsanat ve Hayvanat cephesinde yeni bir durum yok. İnsan bu meçhul. “İnsan” denen “mahluk”, bir bakarsın ekmel-i mahlukat / eşrefi mahlukat olmuş, bir bakarsın, İns’in Şeytanına dönüştürmüş, hem de Şeytanı kıskandıracak kadar Belhum adal olmuş.

Kim ihtirasla neyi ister ve kim neyi ile gururlanırsa, Allah onu/onları o şeyle imtihan eder. Onun için “ne varlığa sevinin/ne yokluğa yerinin” Bize O/O’nun rızası gerek. Zaten O’nun iradesi kainatı/mahlukatı kuşatmıştır, kimsenin gidecek/kaçacak bir yeri yok. Tek kurtuluş O’nun rızası istikametindedir. Bunu biliriz de, sonra mal, makam, şehvetin dumanı bürüyünce gözümüzü işler değişir. Kimi ilmine, kimi servetine, kimi iktidarına mağrur olur da o onlar için “dua ile istenen bir bela”ya dönüşür. Eğer bir çırpınışla geri dönmezlerse, yokuş aşağı koşan adamın akıbetine benzer akıbetleri. Ezeli ve ebedi olan yalnız Allah’dır, bunu bilirler de ölümü ve hesab gününü, cenneti ve cehennemi unutup, “yeryüzünde bir cennet ve ebedi bir hayat” arayışı içinde “ezel ve ebed”in çıkmaz sokaklarına dalarlar. Biad diye Allah yolunda verilen söze itaat değil, insanın insana iradesini teslim etmeyi anlarlar. “Cenneti satın alan sözleşme” bu 2.si değil. Bu ikincisi aklı kiraya vermek, “musalla taşında meyyid” olmaya gider. Uyandığınızda gözünüzü Pensilvanya’da açarsınız sonra!

Bilir misiniz, şeyh de fahişe de Adil Ömer de  Firavun da Şeddat da Ebu Zer de Karun da aynı kitaptan hesaba çekilecek. Kim bilir, mesela belki bakarsanız Halife cehennemin yolunu tutmuş, onun seyisi Cennetin! İlmine mağrur olan adam, kitap yüklü eşeğe dönüşmüş ve sırtına yüklenen kitaplarla cehenneme doğru yol alıyor. Müridini sapıtan şeyh ve uçmayan şeyhini uçuran mürid birlikte cehennemin yolunu tutmuşlar. Bu bir molla, fakih, hafız ne fark eder ki! Rivayet edilir ki Karun, Hz. Musa ve Harun’dan sonra Tevrat’ı en iyi bilen kişiydi.

Bize “din büyüklerinizi İlah ve Rab edinmeyin” denmedi mi? Peygamberleri de İlah ve Rab edinmemesi gerekmez mi idi Musevi’lerin ve İsevilerin. Hz. İsa’ya “Rab” demediler mi? Hz. Üzeyir için “Allah’ın oğlu” demediler mi? Hani Şeytan bizi Allah’la aldatmayacaktı. Bu kaçıncı aldanış. Bu işler, FETÖ, Kalkancı ile ya da Oktar ile sınırlı değil. O kadar çoklar ki! Ya hu FG için “altı ibadet, ortası ticaret, üstü ihanet” diyorsunuz da onlar kime ibadet ediyordu. O din nasıl bir dindi ki, yukarıya doğru etkisi sıfırdı. 17/25 öncesi FG’nin müntesibleri dinlerini Kur’an’la tashih ettiler mi, bu arada.

Hz. Ömer’i hutbede susturan kadının çocuklarına ne oldu. Çakma Ömer’lerle taklit Ömer’lerle dolu çevremiz. Ali’ler, Yusuf’lar, Mehmed’ler isimleri ile müsemma mı?..

Sufi’lerimizin kimi sofistike bir hayat yaşıyor, kimi “miskin” değil, “mistik” oldular. Çoğu “Ashab ahlakı”nın çok uzağındalar. Yani “Ashab-ı Suffe”ye benzemiyorlar. Bize bir lokma ve bir hırka yeter diyen lazım değil, bin lokma ve bin hırka peşinde koşan da. Bin lokma ve bin hırka için çalışan, ama onun %99.9’unu infak edip, havaic-i asliyesini kendine ayırıp gerisini infak eden, merhamet ve şefkat, adalet ve gayret sahibi sufiler gerek. Kimse, onların elinden, dilinden, yaptıklarından şikayetçi olmamalı. Alemlere rahmet olarak gönderilen bir Peygamberin ümmetinin karakteri “el emin” olmaktır. Ama bizim tarikatların bile trolleri var artık. Sufiler, birbiri ile takvada yarışmıyor, mal ve makam peşinde yarışıyorlar. Birbirlerine karşı husumet noktasına geldi iş. Peygamberler istişare ve şûra yapmakla emrolundu da  bu yeni tür şeyhler istişare ve şûra da yapmaz. Haşa kimi Allah’la görüşüyor, kimi Peygamberle, kimi 3’ler, 7’ler, 40’larla. Levhi mahfuzu okumuş gelmişler, kime ne soracaklar. Biri bu iddiada, öteki de buna inanıyor. Al birini vur ötekine.

Fırkalar dini kendi aralarında taksim ettiler ve sonda da Allah’ın ayetlerini dillerinin ucuna geçirip birbiri ile savaşıyorlar. Hani yeryüzünün emaneti bize verilmişti. Birbirimizin gözünü oyuyoruz. Allah iman edenleri “ihvan” ilan etti, biz kendi tarikatımızdan olmayanı “ihvan” kabul etmiyoruz. Her Müslüman sünnet ehli olması gerekmiyor mu? Kur’an’ın bir bütün olarak uygulandığı Selefi geleneğin dışında bir İslam mı var. Biz Hz. Ali’den yana taraf değil miyiz, camilerimizde niye “Hasan-Hüseyin”in adı yazılıdır.  “İttihadı İslam”ı gaye edinmeyen hiçbir dini hareket meşru olamaz. Bunlar, Müslümanlarla müttehid, erdemli insanlar ve mazlumlarla müttefik, değer üreten başkalarının hak ve hukukuna tecavüz etmeyenlerle müellefetül gulub çerçevesinde nimet-külfet dengesini gözeterek itilaf üzre olacaklardır. Tarikatlar dine davette, kendi dergahlarına değil, insanları Allah’a, Resulüne ve kitabına, camiye çağıracaklardır.

Dün tarikat, tasavvuf yasaktı, bugün bunlar serbest ama “kült”e döndü. Seremoni, ritüel, gösteri vesilesi. Mevlevilik  iktidar kanadının, Bektaşilik muhalefet kanadının resmi tarikatı oldu sanki. Bazı bakanlıklarda, belediyelerde sağı ile solu ile tarikat mensupları köşe kapmaca oynamaya başladılar.

Bu böyle gitmez. Ya tarikatlar kendilerine bir çekidüzen verecek ve işlerinden bazılarını dışlayacaklar, ya Diyanet el atacak bu işe. Yoksa bu iş patlar ve herkes zarar görür, benden söylemesi.

Hakikate giden yol, Allah, Resul ve kitaptan geçer. Selâm ve dua ile.

Bu yazı toplam 696 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar