Selâhaddin Çakırgil

Selâhaddin Çakırgil

Sahi, "kitab çalışması" diye, bir suç örgütleniyor veya kamufle ediliyor

Basılmamış kitab ile suç işlenir mi, sahi?

Günlerdir kamuoyunda en çok tartışılan konuların başında geliyor, bu..

Bu soruya klişe bir cevab verip, tasavvur halinde kalmuş suçu cezaî yönden takib etmek, niyet okumaktır da diyebiliriz.. Ki, Ergenekon Yargılamaları"nı sulandırmaya çalışmakla suçlanan medya kesiminin yaptıkları değerlendirmeler bu yönde..

Ama, bu medya kesimi, ülkemizde yaşanan nice ihtilaller ve ihtilal teşebbüslerinin, hazırlık çalışmalarını, "Bu projeler ele geçirilirse, Harb oyunu idi, Plan Semineri idi diyeceğiz,  tamam mı?" diye gizlediklerini de bilirler. Bir siyasî lider de, kendisine biat/ bey"at isterken, muhatablarına, "Bu gizli kalacak, ama, ele geçtiği takdirde siyasî bağlılık yemini diye gösterebileceğimiz bir şekilde hazırladık, tamam mı?.."  demişti..

Bunları bilmeyenler geçmişteki darbelere katılmış olanların hatıralarını okuyup, kurnazlıkların nasıl kamufle edildiğini, başarıya ulaşmışlarsa, o kurnazlıkların nasıl kahramanca anlatıldığını görebilirler..

Şimdi, bir kişinin Ergenekon Yargılamalarını yürüten mahkemeyi daha bir şaibe altına alacak suçlamaların da bulunduğu anlaşılan ve sözkonusu yargılama dosyası sanıklarının yönlendirmeleriyle hazırlandığı da anlaşılan "İmam"ın Ordusu" isimli bir kitab çalışmasına henüz tasarı halindeyken elkonulması üzerine oluşturulmak istenen hava şu: "Yahu, tasarı halinde olan ve henüz basılmamış, yayınlanmamış bir kitab ile suç işlenir mi?"

Böyle bir sualin klasik cevabı hazırdır: Hayır!..

Kaldı ki, binlerce kitab yayınlanıyor, hattâ niceleri kitab denilemiyecek kadar pespâye olanları bile yayınlanıyor.. Ve kimseye bir şey denildiğini duyulmamıştır..

Ama, bu kez hemen gürültüler yükseltildi..

Halbuki, henüz savcılık iddianamesi bile yazılmamış bir adlî takib konusunda.. Dışarıya yansıtıldığı kadarıyla, ilk savcılık sorgulamasındaki soru -cevablardan hareket edilerek, bir tarafı suçlamak veya temize çıkarmak mümkün olabilir mi?

Unutulmasın ki, bu ülkede, Tayyîb Erdoğan ve Abdullah Gül"ün her ikisinin geçmişteki aile büyükleri arasında Musa isimli kişilerin olmasından hareketle, onların yahudi olduğunu yazabilecek kadar ahmaklar bile çıkmıştır.  Dahası, bu gibi kitabların, 2007 seçimleri öncesindeki Cum. Mitingleri denilen organize fitneler oluşturma günlerinde, Tayyîb Erdoğan ve Abdullah Gül gibi isimleri yıpratmak maksadıyla yazılması için,  Ergenekon Yargılaması"nın sanıklarından olan em. Org. Şener Eruygur"un Jand. Gn. K.lığı döneminde, gerekli malî desteğinin bu komutanlığın ilgili birimlerince karşılandığının belgeleri bile ortaya kesin olarak çıkarıldığı haled, bu yayınlara da dokunulamadı.. "Derin gerçekleri bilen derin emniyetçi" diye takdim olunan E.P. isimli bir kişiye özel siparişle yazdırttırılan ve "Musa"nın Gülleri, Musa"nın Akıncıları, Musa"nın Çocukları"  gibi isimler taşıyan bu gibi pespâye kitabların yüzbinler halinde basılıp, hangi askerî ve yarı askerî birimlerce kitlelere, hattâ kışlalara bile dağıtıldığını bilmeyen var mı?

O gibi yayınlardaki iddialarla üzerlerine cîfe sıçratılanlar, birilerinin karşı olduğu siyasî kişiler olunca, "N"olacak canım.. Olur o kadar eleştiri.. Basın özgürlüğü.." diyenler, şimdi de, henüz mahiyetini bile bilmedikleri anlaşılan bir kitab çalışmasından dolayı, mazlum türetmek çabasındalar..

Evet, Hürriyet"in magazin yazarlarından S. Y. isimli kişinin yönetimindeki Odatv' denilen bir internet sitesinde de ele geçirilen belge ve bulgular üzerine, S.Y ve diğer bazı gazeteci kişilerin tutuklanması etrafında koparılan gürültü hâlâ da devam ediyor.. (Ama, S. Y."nin, CHP eski lideri D.Baykal"ın elinde olduğu belirtilen yayın organı Halk Tv."yi onun elinden hukûken almak için ne gibi tertibler içine girdiklerini ortaya koyan teşebbüsler sırasında,  "Odatv"  isimli kuruluşta çalıştırılan İklim B. isimli bir gazeteci hanımın, hangi çirkin entrikaları tezgahlaması için nasıl kullanıldığının rezil bilgileri ise, hemencecik unutturuldu.. Bu yapılanların gazetecilikle bir ilgisinin olup olmadığı üzerinde bile durulmadan..)

Daha da ilginç olanı ise, kendisi ve ailesinin geçmişi hakkında 'Çarkçı Kemal' ismiyle yayınlanan bir kitabın yazarı aleyhine 100 bin liralık bir tazminat davası açan Kemal Kılıçdaroğlu"nun mahkemeden kitaba yayın yasağı konulmasını istediğinin ortaya çıkması.. Kılıçdaroğlu"nun suç duyurusunda, Şubat 2011'de piyasaya çıkan kitabın genel seçimler öncesi CHP'yi zor durumda bırakmaya yönelik olduğu ileri sürülmüş..

Halbuki, aynı Kılıçdaroğlu, son günlerdeki tartışmalarla ilgili olarak, "Basılmamış kitablar imha ediliyor. Aklı olanların aklına gelmeyecek bir şey, ancak şeytanın aklına gelir bu kadar şey.."  ifadelerini kullanmıştı. Kitabında hiçbir unsurun hakaret içermediğini, bilinen gerçekleri yazdığını savunan S. Yeşilyurt ise, 'Yazarlar özgür olmalı' diyen Kılıçdaroğlu'nun bu tutumunu anlayamadığını söylemiş..

Evet, bir çifte standartlı durum..

Kılıçdaroğlu"nun da, yayınlanmasına engel olunmasına şiddetle karşı "İmam"ın Ordusu" isimli bir kitab konusuna gelince..

Medyaya yansıyan "İnceleme Tutanağı'ndan anlaşıldığına göre bu taslağın Odatv'den ele geçirilen "Ulusal Medya 2010" isimli Ergenekon dökümanında belirtildiği bildirilen stratejiye göre hazırlandığı ileri sürülüyor.. Hattâ, 190 sahife kadar olan taslak, Ergenekon denilen örgütün bazı merkezlerinden yapıldığı iddia olunan,  "AKP ve Cemaatin, Cumhuriyet İlke ve Devrimlerine karşı rövanşist düşüncelerle giriştiği sivil/faşist bir hareket ve diktatörlüğe uzanan yeşil bir devrim olduğu anlatılmalıdır. Saldırıların bilinçli olarak TSK ve Yüksek Yargı başta olmak üzere Anayasal Kurumlara karşı yürütüldüğü işlenmelidir.."  gibi stratejik dikte"lerle  ve de "Kitaba çalışırken cesur olun. Çıkarma ve ekleme yapmaktan çekinmeyin. Bu kitap Simon'dan (Hanefi Avcı"nın kitabından) daha kapsamlı olmalı. Nedim'i kutlarım. Ahmet'i çalıştırsın.."  gibi yüreklendirmelerle 300 sahifenin üzerine çıkarılmış..

Denilebilir ki, bu gibi yorumlar hemen bütün medya organlarında yayınlanıp durmuyor mu?

Evet, öyle.. O halde, nedir bu tutuklamalar ve de koro halindeki itirazların sebebi?.

Bir suç örgütüyle ilişkişi, bağlantısı belirlenmiş ve yazılanlar da o doğrultuda ise, o resmî iddiaları delilsiz olarak, sırf şahsî kanaatlerimizle temize çıkarmaya nasıl çalışabiliriz?

Ortada, kitleleri ahmaklaştırmaya yönelik bir kampanya da sözkonusu değil midir?  Hatırlayalım ki, (müteveffâ) İ. Selçuk"la birlikte gidip,  eski  C. Başkanı Sezer"le ve nice seçkin komutanlarla yaptıkları ve radikal bir kemalist darbe yapılması yolundaki konuşmaları başta olmak üzere, nice darbe hazırlıklarına dair notlar kendi şahsî internetinden ele geçirilen ve iki seneyi aşkın bir zamandır "tutuklu" bulunan M. Balbay da, o notları yapılacak bir darbenin ön hazırlıkları olarak değil, yayınlacağı bir kitab için tuttuğunu ileri sürmektedir ve amma, bu konuda mahkemeyi henüz ikna edemediği anlaşılmaktadır..

Şimdi, son tutuklamalarla ilgili olarak da, sıradan bir kitab çalışması ve bir hayalî tefekkür çabası mı sözkonusudur; yoksa, bir suçu gizlemeye yönelik ortak bir medya çabası mı?

Bunu belirlemek için,, bugünkü hukuk sisteminde yol nedir?

Yargılamanın sonucunu beklemek..

Nitekim,  Savcı,  sanıkları tutuklama talebiyle mahkemeye gönderiyor, tutuklama kararı veriliyor; itiraz ediliyor, üst mahkeme de tutuklama kararında ısrar ediyor..

O karara da itiraz ediliyor, bi rüst mahkeme onu da reddediyor..

Bu durumda bir takım medya çevrelerinin yükseltmeye çalıştığı itirazlara ayak uydurmayanlar ise, baskıları kabullenen, basın gözgürlüğüne karşı kimseler olarak damgalanıp ürkütülmeye çalışılıyor.. Ve bu hususta da en fazla, tutuklanan kişilerin medya mensubu olması üzerinde duruluyor.. Yani, yükseltilen itirazlar, onların basın mensubu olmasından kaynaklyanıyor, büyük çapta..

Basın mensubları birbirlerini korumalıdırlar..

Doktorlar birbirlerini korumalıdırlar..

Hukukçular birbirlerini korumalıdırlar..

Generaller birbirlerine korumalıdırlar.

Işçiler, öğretmenler, hattâ imamlar, vs.  birbirlerini korumalıdırlar; bu, meslekî dayanışma şarttır denilirse..

Büyük halk kitleleri kendi haklarını nasıl koruyacaklardır?

Her toplumda, kanunlara karşı olması muhtemel eylem veya çabalar için bir takibât yapılması da, sanıkların kendilerini savunma çabaları da yadırganmamalıdır.

Savcılar, Emniyet"in de yardımıyla belgeler-bulgular elde ederler.. Bunları değerlendirmek veye üstlerini örtmek, onların takdirindedir.. Dilerlerse ve dâva açılması talebiyle mahkemeye intikal ettirirler durumu, ya da, koğuşturma ve soruşturmaya gerek olmadığına dair takibsizlik kararı karar verirler.. Yani, ciddî bulmamışlardır.. Ki, nice ciddî vak"aları da ciddî bulmamış olabilirler.

Sanıklar da böyle durumlarda savunma mekanizmaları geliştirirken, yargı mekanizmalarının da bu gibi savunma reflekslerine bir takım tepkileri tabiatiyle olur..

Ama, bu konuda Türkiye"deki mevcud hukuk düzeninde Hükûmet"in yargı"ya emir vermesi hem kanûnen imkansızdır; hem de öyle bir şey yapılsa, bu siyasî bir basiretsizlik ve skandal olur..

BİRİLERİNİN CEZALANDIRILMASINDAN MEDED UMANLAR OLDUĞU GİBİ, BİRİLERİNİ KURTARMAK İÇİN ÇIRPINANLAR DA VAR..

Böyleyken, medyanın, henüz gerçek mahiyeti ortaya çıkmamış konular veya kişiler hakkında, arkadaşlıklar veya şahsî kanaatlar gereği, mâsum veya suçlu tipleri oluşturma çabalarına girişmeleri, sorumsuzluğun ötesinde, bir zulümdür..

Medyanın bu konuda da yanıltmak, sulandırmak, ahmaklaştırmak gibi yöntemler geliştirmeye çalışması,  bu yolda netice almak için her yola başvurması ve kanun açısından suç işlemiş olması muhtemel görülenleri temize çıkarmaya çalışması ve suç işleyecek olanlar elinde oyuncak olduklarını düşünememesi ilginçtir..

Yükseltilen yaygaraların ortak cümlesi, şu: Basılmamış kitab toplatılır mı?

Herhalde o kitab basılsaydı, bu kadar meşhur olmazdı..

Şimdi, anlaşılıyor ki, o kitab taslağının  nice kopyaları da sağa-sola gönderilmiş..

Bir dönemin ünlü Emniyet İstihbaratçısı Hanefî Avcı"nın kitabı da malûm medyanın pompalamasıyla, bir anda yüzbinlerce aded sattırılmadı mı?.. Ama, kitabın mahiyetine bakanlar, az biraz hukuk bilgisine sahib olanlar bile, bir memur statüsünde bulunan kimselerin, üzerine farz olmayan işleri takib ettiğini ve suç işlediğini, devlet gücünü yetkisiz olarak kullandığını hemencecik görürler..

Bu konuda söylediklerimiz, savcıların  vema ya mahkemeninin doğru yaptığını teyid mânasında da anlaşılmamalıdır..

Bu bir -siyasî değil- fiilî iktidar oyunudur, güç oyunudur..

Hükûmetin rolü, burada, sadece, savcıların emir verdiği güvenlik güçlerinin yolunu kesmemekten ibarettir..

Savcı emir verdiğinde, güvenlik güçlerinin siyasî veya şahsî eğilimlerine göre, bir "Bulunamamıştır.." tutanağıyla, nice hadiselerin üzerini örttüğü, sanıkları gizlediği yeni bir şey değildir..

Onun için, bu gibi suçlamalarda kesin olarak bilgi sahibi değilsek; şu veya bu tarafta yer almaya gerek yoktur, mevcud sistemin içinde ve bir takım gizli veya açık iktidar oyunlarına girmiş olanların entrikalarına âlet olmak her zaman mümkündür..

(Yeri gelmişken bir anekdot: Bu satırların sahibi,"dinin (tabiatiyle İslam dininin) hayata hâkim kılınması için propaganda yapmak" suçunu da cezalandıran  o zamanların ünlü ceza maddesi olan 163"e aykırılıktan dolayı hakkımda, kesinleşen mahkumiyet kararı olduğu halde,  Millî Gazete"ye gider gelirdim, 1974-77 arasında.. Polisler de zaman zaman beni bulmak-yakalamak için gelirlerdi, gazeteye.. Beni tanıdıklarını tahmin ediyordum, ama, tanımazlığa vururlardı.. Oturup birlikte  kahve içerdik ve sonra da, Yazı İşleri Müdürü, "arkadaşımız, konferanslar için Anadolu"dadır.." yazılı bir kağıt imzalayıp verir, onlar da giderlerdi..

Bu durum iki-üç yıl devam etti.. 1977 Haziranı"nda  Ecevit, kısa süreli olarak iktidara gelir gelmez, aynı polis ekibi, üstelik de İst.- Çapa Tıp Fakültesi içinde bulunan ve benim orada çalıştığımı bilmediklerini zannettiğim bir birimden, elleriyle koydukları gibi alıp götürmüşlerdi.)

*

Basılmamış kitab denilerek, bir takım suç örgütlerine aid çalışmalar yapılıyorsa ve bunlar suçlanamıyacak ise, gerçekleşmemiş eylem de, suç sayılmamalıdır..

Balyoz Darbe Planı suçlaması çerçevesinde tutuklu bulunanlardan büyük bir kısmının tahliye edilmesine yönelik bir taleb, daha geçenlerde, ilgili mahkemenin iki üye yargıçının oyuyla reddedildi; ama, o mahkemenin başkanı, talebin kabulü yönünde oy kullandı ve gerekçesini de, "sanıklara yapılan suçlamanın gerçekleşmemiş bir fiil olduğu" şeklinde izah etti.. Bu izah, ilk planda, düz mantıkla, doğru gibi gelebilir çoğuna..  Ama, "darbe yapılınca, suçlama yapılabiliyor mu ki?" sualini nereye koymak gerekecek, o zaman? Herkes biliyor ki, bu yargı mekanizması, başarıya  ulaşmış bütün darbelerin liderleri önünde el-pençe divan durmalarıyla, ve hele de 28 Şubat 1997 Zorbalığı günlerinde, postal yalamaya koşarak gitmeleriyle de meşhurdur..

*

Bu satırlar, suçlanan gazetecilerin suçlu olamaları ihtimalinin yüksek olduğu manasında anlaşılmamalıdır..

Ama, bugün, kendi meslekdaşlarının suçsuzluğu üzerine bir kampanya başlatanların, bu ülkede nice zulümlere seyirci kalmaları bir tarafa, hele de darbe zamanlarında ne büyük zulümlerin tezgahlayıcısı oldukları nasıl unutulabilir..

Bugün, "hangi mahkeme kararı olursa olsun, biz bu arkadaşlarımızın suçululuğunu kabul edemeyiz.." diyenlerle, başkaları sözkonusu olunca, "yüce yargı" lafını kitleleri sindirmek için yükseltenler aynı kişi ve çevreler değil mi?

Şimdi, aynı medyanın bir goygoyculuk ve tarafgirlikle birilerini kurtarmaya, birilerini de suçlamaya yönelik çabalarına teslim mi olunacaktır?

Kaldı ki, son olarak tutuklanan gazetecilerden birisi olan N. Ş.,  katıldığı tv. proğramlarında 'isbatlarsanız mesleği bırakırım' diyecek kadar iddialı konuşuyordu..

Ama, Taraf"tan M. Baransu, 28 Mart akşamı, STV"de katıldığı bir proğramda,  "İmamın Ordusu" isimli kitab taslağının, bir polisiye roman değil, bir fikir kitabı çalışması veya herhangi bir cemaat hakkındaki bir araştırma yazısını olmadığını; bir suç örgütünün çalışmalarının kitab hazırlığı şeklinde kamufle edildiğine dair ciddî ipuçları bulunduğunu, ayrıca, hâlen de hayatta olan bazı gerçek kişilerin isimleri etrafında, Emniyet içinde bazı klikleri ve yargı kurumlarını birbirine düşürecek veya şahsî düşmanlıkları tahrik hedefi taşıdığını güçlü şekilde ortaya koyuyordu..

Hattâ, Sabri Uzun, Emin Arslan, Hanefi Avcı gibi tanınmış Emniyet istihbarat şefleri ile ilgili olarak, yani gerçek isimler etrafında, "filan ön plana çıkarılmalı, filan yıpratılmalı." gibi kayıdlar bulunduğu, belgeleriyle ortaya konuldu..

Yani, sistemin içindeki güçlere karşı bir bomba hazırlanmış..

Esasen, mahkeme de, ele geçirilenlerin bir kitab çalışması değil, örgüt dökümanı olduğunu, örgüt emir ve talimatı olduğunun görüldüğünü, örgüt amacına hizmet etmek ve propagandasını yapmanın hedeflendiğini" ileri sürerek, "sözkonusu döküman ve tüm nüshalarına  veya kitab taslağına, 3. kişilerde bulunan nüshalarına, kitab haline dönüştürülmüşse, sûretlerine ve  içerik olarak aynı mahiyetteki evrak ve tüm nüshalarına elkonulmasına ve muhafaza altına alınmasına.." diye karar ver vermiyor mu?

Bütün bunlardan sonra,  birilerini illâ suçludur veya suçsuzdur diye sözkonusu etmek yerine, yargının sonucunu beklemek, mâkul olan tavır değil midir?

haksöz

Bu yazı toplam 2181 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar