"Mış Gibi Yapmak"

"Mış Gibi Yapmak"

Milli Gazete köşe yazarı Burak Kıllıoğlu, "-Mış Gibi Yapmak" başlıklı bir yazı kaleme aldı.

ıllıoğlu, geçmişten örnekler vererek Türkiye'deki siyasetin üslûbunu ele aldığı yazısında Özal ve Demirel dönemlerindeki üslûbun bugün de mevcut siyasi iktidarda benzer şekilde geçerli olduğunu belirterek, "Her cümlede “milli irade” deyip de, millet iradesini alenen gasp eden, milyonlarca insanın oyunu çöpe atan seçim barajını kaldırmamak bu popülist siyasetin neticesidir" ifadelerini dile getirdi. Kıllıoğlu yazısının devamında bu üslûba medyanın algı propagandasının eklendiğini ve halkın daha kolay bir şekilde kaldırılabilir hale getirildiğini belirterek, bu tesbitlerine ilişkin örnekler verdi.


Yazının tamamı şu şekilde:


Demirel, Türkiye’de popülist siyasetin ve pragmatist tavrın en önemli temsilcisi olarak görülür. “Nabza göre şerbet vermek” diye formüle edilen siyasi tavrı, meşhur sözü “Dün dündür bugün bugündür”le tarihe kazımıştır mesela. Aynı şekilde, seçimlerden önce “İşsizliği 6 ayda bitireceğim” vaadiyle ilgili olarak gazetecilere “bunun özellikle altını çizin” derken, iktidar olduktan sonra vaadi hatırlatılınca “Şimdi de üstünü çizin” deme esnekliğinde bir siyaseti benimsemiştir.


Benzer pragmatizm, Özal için de geçerlidir. “1 koyup 3 alacağız”, “Benim memurum işini bilir” türünden yaklaşımları, kitlelerin hoşuna gidecek ama neticesiz ve meselelere “elastik” yaklaşımın örnekleridir.


Mevcut siyasi iktidar da, benzer siyasi yaklaşımı kendisine “geçer akçe” olarak kabul etmiştir. Mevcut iktidarın siyasetinin başat özelliği, “muhafazakar demokrat” gibi sonradan türetilmiş ve ne anlama geldiği belirsiz bir tanımda değil, “popülist siyaset” ve “algıya oynama” sözcüklerinde gizlidir. Bu siyaset tarzının başlıca özelliklerinden birisi de, Demirel’in “dün dündür bugün bugündür” sözünü günümüze uyarlamasıdır.


Buna dair örnekleri, her fırsatta görmek mümkün. Her cümlede “milli irade” deyip de, millet iradesini alenen gasp eden, milyonlarca insanın oyunu çöpe atan seçim barajını kaldırmamak bu popülist siyasetin neticesidir. Miting meydanlarında sarf edilen sözler, her seferinde “-mış gibi yapmak”la neticelenmektedir. Kamuoyuna karşı söylenen sözleri dinleyen birisi, iktidarı değil de “yanlışları dile getiren muhalefeti” dinliyormuş hissine kapılır her seferinde.


Elbette ki, iktidara hizalanmış ve kartel medyasına bile rahmet okutacak mankurtluktaki medyanın propaganda gücüyle algılara oynanıyor. Vatandaş, aynı ifadeler 40 defa tekrarlanınca, bütün gazetelerde, TV’lerde benzer şeyler söylenince, gerekler aksi yönde gelişse bile inanır hale gelmektedir. Bu yaşananları, “medyanın kitleler üzerindeki propaganda gücü”ne sayılı örnekler arasında değerlendirmek gerekir.


Siyasetçilerin demeçlerine ilave olarak medyanın algı bombardımanı da eklenince, kitleler üzerindeki etkisi şaşırtıcı noktalara ulaşmaktadır. Öyle ki, aynı şeylere farklı kanallardan maruz kalan sokaktaki vatandaş, bir yerden sonra hiçbir eleştiriye ve tenkide, olumsuz duruma inanmamakta, yaşananları muhakkak bir “komplo teorisi”, “dış güçler”, “karanlık planlar” çerçevesine oturtmaktadır. Halk ile yapılan sokak röportajlarında, SGK’nın aldığı bir kararın emeklilere olumsuz yansımaları olacağı ve buna tepkisinin sorulduğu bir vatandaşın “Resmi Gazete yalan yazıyor” demesi de “algıyla oynamanın” ne kadar da tesirli olduğunu gösteren basit bir örnektir. Bu örneği ve karşılaşılan tepkiyi, diğer meselelere de uyarlamak mümkün.


İsrail meselesi de bunun en iyi örneklerindendir. Ta “oneminute” hadisesinden itibaren, “söylenen”le “yapılan” arasında müthiş ve adeta bilinçli bir tezat sergilenmektedir. Bir yandan terörist ilan edip öte yandan normalleşme ve ekonomik ortaklıklar söz konusudur.


Faiz meselesi de bunun en başlıca örneklerinden sayılabilir. 15 senedir uygulanan ekonomi politikasının neticesi olarak bankalar, yani rantiye, kazançta altın çapı yaşıyorken; siyasi iktidar çıkıp da bunun müsebbibi bir başkasıymış gibi söylemlerde bulunabiliyor mesela. Faizi dert ediyor görünürken, gerçekte “faiz oranlarının yüksek olması”dır asıl mesele. Yanlış ekonomi politikası, borçlanmaya odaklı bir yaklaşım ve sonunda da bir türlü hedef rakama inmeyen enflasyonu önümüze koyuyor ve bunun müsebbibi de elbette ki bu politikayı uygulayanlardır. Ancak, sorumluluk makamında olması gerekenler, bir e bakmışsınız ki, kendi politikasına kamuoyuna açık söylemlerde “en birinci muhalif” kesilivermiş!


Devamlı surette “-mış gibi yaparak”, “algılara oynayarak” kitleler “imal edilmiş gerçeklere” inanıyor. Ancak hayatın acı gerçekleri her seferinde önümüze dikiliyor. Kendimizi kandırmaktan başka bir şey değildir yaptığımız…