IŞİD Kimin Örgütü?

IŞİD Kimin Örgütü?

Fatih Akıncıları Derneği onursal başkanı Mehmet Şahin, "IŞİD kimin örgütü" başlıklı bir yazı kaleme aldı.

IŞİD Musul'u düşürünce üzerine çok şey söylenip yazıldı. Kimi Esad ve İran'ın bu örgütün arkasında olduğunu iddia etti. Kimi ABD'yi işaret etti. Kimi "Sünni Devrim" diyerek baas artıklarıyla beraber katliamlar yapan tekfirci örgüt IŞİD'i savundu...


Peki IŞİD Kimin kontrolünde ve kimin örgütü ?

Dikkatinize sunacağımız analizin sahibi Fatih Akıncıları onursal Başkanı Mehmet Şahin...

İslami Analiz / Mehmet Şahin

 

IŞİD (Irak Şam İslam Devleti) adını Suriye’deki iç savaşla birlikte duymaya başladık . Önceleri Irak’ta daha sonraları El Kaide’nin bir kolu olarak Suriye’de bulunan örgüt hepimizin bildiği gibi hiçbir vicdanın kabul edemeyeceği (kafa kesme vs.) öldürme görüntüleriyle ön plana çıktı.

Örgüt aslında Amerika’nın işgalinden hemen sonra 2003 yılında Irak’ta kuruluşunu ilan etmiş, farklı isimlerle faaliyette bulunmuştu. İç savaşın başlatılmasıyla birlikte Suriye’ye geçen örgüt önce ‘Irak İslam Devleti’ ardından da’ Irak Şam İslam Devleti’ adıyla faaliyetini sürdürmekteydi.

Irak’taki Şii nüfus vasıtasıyla bölgedeki konumunun güçleneceğini düşündükleri İran İslam Cumhuriyeti’ne karşı Suud ve körfez Arap ülkeleri ve zenginlerinin desteğiyle kurulan bu örgüt, Amerika işgaline karşı çıkıyor görünse de aslında eylemlerinin çoğunu Şii bölgesinde ve Şii Müslümanlara karşı gerçekleştirdi.

Amaçları Müslüman görmedikleri Şiilerin önünü kesmek; hatta mümkünse tamamen yok etmekti ve bu düşüncelerini açıkça ifade etmekten de bugüne kadar hiç kaçınmadılar.

Örgüt; sivil, asker, çocuk, kadın ayırımı yapmadan ölümle sonuçlanan eylemleri gerçekleştirirken masum insanları öldürmeyi savaşın bir gereği olarak görüyordu.
Bu vahşice işlenmiş cinayet fotoğraflarını ve videolarını yaymakta bir beis görmüyor , bu şekilde düşmanlarına korku salacaklarını düşünüyorlardı.

Örgüt bu haliyle küresel güçlerin İslam ümmeti arasına sokmak istediği mezhepçilik fitnesi ve dünyada oluşturmak istedikleri İslam algısı için önemli bir figür haline geldi.

Amerika başından beri kendi güvenliğine zarar vermedikçe bu örgüte dokunmadı, Irak için de kendi istediği dengeleri sağlamak adına özellikle Sünni bölgede güçlenmesine ve örgütlenmesine izin verdi. Zaten söz konusu bu örgüt maddi gücünü kendine bağlı müttefik Arap ülkeleri ve zenginlerinden alıyordu. Dolayısıyla her şey kontrol altındaydı. Üstelik tamamen mezhebi öncelikle hareket eden bu örgütü ilerde bölgenin tamamında yönlendirebilir, kullanabilirdi ve nitekim kullandı da…

Suriye’de iç savaşın başlatıldığı ilk günlerde NATO ülkeleri, Suud ve Körfez Arap rejimleri hep birlikte muhalif guruplara destek verdiler. Onların yaptığı hesaba göre Özgür Suriye Ordusu ve dışarıdan Suriye’ye sokulan El Kaide bağlantılı IŞİD gibi savaşçı guruplar %74 Sünni halkın desteğini alacak ve 2 ay içerisinde Esad rejimi tarihe karışmış olacaktı.

Bu senaryoya en başta NATO ülkesi ve bölgede önemli bir aktör olan Türkiye inandırılmalıydı,Türkiye işin içinde olmadan bu projenin başarılı olması mümkün görünmüyordu. Bu konuda küresel güçlerin çok fazla zorlandığı söylenemez. Bundan sonraki aşamada Türkiye’deki Müslüman kamuoyunun herhangi bir çatlak ses çıkarmaması için Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun gayretleri ile ikna toplantıları düzenlendi, İslami duyarlılığa sahip STK’lar ve guruplar bu senaryoya inandırıldı.Karşı çıkanlar ise Esadcı, İran yanlısı ve Şii olarak suçlandı.

Bu plan çerçevesinde Suriye’ye girişi organize edilen’’Cihadcı’’ gruplar silahlandırılmış, örgütlenmiş, eğitilmiş , Suriye’ye transferlerinde her türlü kolaylık sağlanmıştı. IŞİD de bu proje kapsamında Suriye’ye girdi ve konuşlandı.

Esad’ın işi bitirilip Suriye’de kontrol sağlandıktan sonra Nusayri ve "Şii kâfirlerine" karşı büyük başarı kazanan ‘’Cihadcı’’ gruplar ikinci hedefe, Lübnan’a yönlendirilecek, Hizbullah’ın işi bitirilecekti. Bu grupların Lübnan’a ve Hizbullah’a yönlendirilmeleri de çok zor olmayacaktı. Zaten bu iç savaş sürecinde çeşitli iftira ve propagandalarla itibarı zayıflatılmaya çalışılan Hizbullah örgütü de Şii idi ve yok edilmesi gerekiyordu.

Her şey planlandığı gibi gitmesi gerekirken hiç de öyle olmadı; NATO’da yapılan hesap Suriye’ye uymadı. Muhalif gruplar ne halk desteğini alabildi ne de Suriye ordusuna karşı ciddi bir başarı elde edebildi.

Bu plan tutsaydı küresel güçler ve işbirlikçi rejimler kendilerini riske etmeden “İslam’a karşı İslam”ı çıkartarak bu aşırı mezhepçi unsurları kullanıp hedeflerine rahatça ulaşabileceklerdi.

Peki, neydi hedefleri ?

*Filistin’in özgürleşmesi için mücadele eden direniş hareketlerinin yardım geçiş yollarını kapatmak, Suriye’de küresel güçlere hizmet edecek yönetim değişikliği gerçekleştirmek ve bu şekilde İsrail’in güvenliğini sağlamak.

*Küresel güçlerin Ortadoğu’daki çıkarlarını korumak , işbirlikçi rejimlerin güvenliğini sağlamak

*Dünya’nın farklı bölgelerinde küresel güçlerin ve işbirlikçilerinin başını ağrıtan ‘’Cihadcı’’ grupları birbirine kırdırarak kontrolü ellerinde tutmak

*Mezhep ayrımcılığını büyüterek ümmeti birbirine düşürüp bir araya gelmelerinin önünü kesmek

*Şii devleti algısı oluşturacakları İslam İnkılâbı’nın bölgedeki etkisini kırmak ve yok etmek…

Hesap buydu… Ama çarşıya yine uymadı.

Suriye’ye soktukları yabancı unsurlar kendi içlerinde bağımsız genel olarak da Özgür Suriye Ordusu’na bağlı olmaları gerekirken böyle olmadı. Bu grupların hiçbirisi ÖSO’ ya bağlı kalmadıkları gibi hâkim oldukları bölgelerde diğer muhalif guruplara yaşam hakkı tanımadılar. Suriye ordusundan çok birbirleriyle savaştılar. Acımasızca katliamlar yaptılar, işgal ettikleri yerlerde halkın malına el koydular, canlarına kastettiler. Dört yıldan fazla süren bu iç savaşta öyle bir noktaya gelindi ki Suriye halkının çoğunluğu muhalif gurupların bu zulmünden Esad rejimine sığınır oldu .                                                              

Suriye hükümeti stratejik tüm noktaları kontrol altına alıp dağları, taşları, köyleri muhalif gruplara bırakıp birbirlerini öldürmelerini seyretti.

Burada önemli gördüğüm bir hususun altını çizmek isterim.

İŞİD Suriye’de ve Irak’ta acımasızca kan döküyor, İslami hassasiyetten ziyade mezhebi duyarlılığın da ötesinde bir aşırılıkla hareket ediyorken, Selefi bir hareket olarak tanımlanmasına şahsen ben şiddetle karşı çıkıyorum. Böyle bir tanımlamanın adalet ve vicdan sahibi Selefi kardeşlerimize en azından hakaret olduğunu düşünüyorum.Bana göre IŞİD ve benzeri örgütlerin savaş anlayışını İslam’la yan yana koymak Rabbimizin dinine de hakarettir.

Küçük bir hatırlatma yapalım ; 

Bundan dört yıl önce Suriye’de iç savaşın başlangıcında görüştüğümüz tüm İslami gruplara bugünkü Suriye’nin fotoğrafını gösterdik. Yapmayın, etmeyin dedik. Küresel güçlerin tezgâhına düşmeden Suriye halkının yanında yer almamız gerektiğini ifade ettik. Çıkartılmak istenen iç savaşın tek galibinin Siyonist İsrail olacağını, Filistin’in özgürlüğü için mücadele eden direniş gruplarının böyle bir savaştan olumsuz etkileneceğini,  itibarsızlaştırma operasyonları yapılabileceğini söyledik. Ne yazık ki Ahmet Davutoğlu’nun brifinglerinin o kadar etkisinde kalmışlardı ki dinletemedik.                 

O günden bu güne ülkemizde akıl tutulması yaygın bir hastalık haline geldi.

Musul Konsolosluğu personelinin IŞİD tarafından rehin alınmasından sonra bazı televizyon kanallarında boy gösteren sözde Ortadoğu uzmanları “IŞİD’in arkasında İran var”  diyebilecek kadar akıl tutulmasına uğramışlar veya birilerine satılmışlar. Bir insan bu kadar mı kör olur, bu kadar mı bilgiden yoksun olur, bu kadar mı alçalır. Bu nasıl bir İran düşmanlığıdır ki İran’ı, Hizbullah’ı yeryüzündeki tüm Şiileri birinci derecede düşman ilan eden hatta kendilerine itaat etmeyen herkesi kâfir ve öldürülmeyi hak edenler olarak gören IŞİD nasıl oluyor da İran tarafından destekleniyor olabilir. Utanmasalar konsolosluğumuzu basıp personelimizi rehin alan aslında IŞİD değil İran diyecekler. Siyah ve beyaz kadar net olan gerçekleri çarpıtarak toplum mühendisliği yapmaya çalışan bu akıl ve vicdan yoksunu ucubeleri anlayabilmiş değilim.

İstesek de istemesek de ortada bir gerçek var.

Musul konsolosluğu personelimizin rehin alınması, Suriye ve Irak’ta gelişen son olaylar göstermiştir ki küresel güçlerin söylediklerine inanıp tezgâhına düşen Türk dışişlerinin Ortadoğu politikası iflas etmiştir.

Daha da önemlisi IŞİD vasıtasıyla Amerika bir kez daha Türkiye’nin itibarıyla oynamış, bir kez daha kandırmıştır. Davutoğlu’nun “Konsolosluğumuza yönelik tüm güvenlik tedbirleri alınmıştır” açıklamasından hemen sonra konsolosluğumuzun işgal edilip personelin rehin alınması bu kandırılmışlığın en açık göstergesidir. Amerika’nın Kendi yandaşlarının besleyip büyüttüğü IŞİD’in bölgede ne yapacağını önceden bilmemesi mümkün görünmemektedir. Muhtemelen Davutoğlu Amerikalılarla yapmış olduğu görüşmeler neticesinde aldığı güvence ile bu açıklamayı yapmış ve tuzağa düşmüştür.

Suriye’de çıkartılan iç savaş bölgeyi yangın yerine çevirecek boyutlara gelmiştir, istediklerini elde edemeyen küresel güçler iyiden iyiye saldırganlaşmış ve azgınlaşmış gibi gözükmektedir.

İslamî Analiz aracılığı ile tüm kardeşlerimizi bir kez daha uyarıyoruz:

*Gelin öncelikle Suriye’deki iç savaşın sona ermesi için elimizden geleni yapalım, savaştan yana değil barıştan yana olalım . Bu savaşın Müslümanlara hiçbir şey kazandırmayacağını görelim .

*Hangi mezhebe mensup olurlarsa olsunlar Müslüman savaşçı unsurların birbirlerini öldürmelerine seyirci kalmayalım, taraf olmayalım.

*IŞİD ve benzeri gurupların içinde yer alan “Cihad” ettiğini zannederek samimiyetle hareket eden tüm Müslüman kardeşlerimizi uyaralım. Yaptıkları işin “Cihad” anlayışıyla izah edilemeyeceğini, hiçbir mezhebin Allah’ın dininin önüne koyulamayacağını anlatalım.

*IŞİD ve benzeri yapıların cinayetlerine İslami kılıf uydurmalarına müsaade etmeyelim. Bedeli ne olursa olsun karşı çıkalım.

*Rabbimizin bizi birbirimize kardeş ve veliler kıldığını asla ama asla unutmayalım.

*Adı İslam devleti de olsa IŞİD’in Suudi ve körfez ülkelerinin zenginlerine ve dolayısıyla küresel güçlere hizmet ettiği gerçeğini görelim.

*Bölgeyi büyük bir felakete sürükleyecek bu gelişmelerin ancak Türkiye ve İran’ın işbirliği ile önlenebileceği gerçeğini görerek,sesimizi bu yönde yükseltelim.

Son sözümüz; ‘’Rabbimiz tüm İslam ümmetine şeytani güçlerin tuzaklarına düşmeden vahdet içinde hareket etmeyi nasip et. Tek sığınağımız sensin’’                     

Vesselam..