Selâhaddin Çakırgil

Selâhaddin Çakırgil

’Görenedir görene.. Köre nedir, köre ne..’

Bu satırları yazdıktan sonra, son anda açıklanan seçim sonuçlarına göre, -ki, ülke genelinde sandıkların yüzde 82’si açılmış bulunuyordu- seçimi yüzde 50 civarında bir oy nisbetiyle AK Parti kazanmış bulunuyor. Bu noktadan sonra, tablonun değişmesi pek mümkün gözükmüyor ve AK Parti 315-320 civarında m.vekili çıkaracak gibi..

HDP yüzde 10 civarında, barajı kılpayı geçmiş gözüküyor.. Eğer bu durumunu korursa, 55 civarında m.vekili çıkaracak gibi.. Ama, barajın altına da düşebilir.. MHP, yüzde 12 ile, 43-44 kadar m.vekili çıkaracak gibi..  CHP ise, yüzde 25 civarında ve 128 m.vekili çıkaracağa benziyor.

Bu sonuçlar dünyanın sadece ülkemiz halkına değil, dünyanın başka coğrafyalarındaki müslümanlara ve bütün mazlum halkları da sevindirecek ve emperyalistleri-şeytanî güçleri de kederlendirecek bir boyutta..

Kazananlar gurura kapılmadan ve yenik düşenleri incitmeden hereket etederler inşaallah ; ve yenik düşenler de milletin mazhariyetini kazanacak daha hayırlı çalışmalara yönelecek fırsatları ele geçirdiklerini düşünerek teselli bulabilirler..

Bu neticeyi, bu emanetin çok daha dikkatli korunacağı ümidiyle,  hamd ile karşılayalım..

 

Geçen hafta, Bartın ve Düzce’de Diriliş Postası ve ’Özgürder’ tarafından düzenlenen sohbet toplantılarındaydım, Hamza Türkmen beyle birlikte. Ayrıca, Bartın’daki proğramda Diriliş Postası’ndan Erem Şentürk de gazete hakkında gerekli bilgilendirmeler yapmak üzere hazır bulunmuştu. Arabamızda,Diriliş Postası’nın mutfak bölümünde olup, ön planda görünmeyenlerinden Saim ve Ferid beyler de vardı..(Özellikle o mıntıkadaki küçük ilçelerden Eflanî’li olup, o yörede, nerede, hangi has yiyeceklerin bulunduğunu çok iyi bilmesi açısından, iyi bir gastronomi uzmanı durumundaki Saim bey, yol boyunca bizleri bu sahada epeyce bilgilendirdi. O alanla pek ilgilenememiş olsak da, şahsen epeyce bilgi sahibi oldum ve 400 yıl öncelerde yazılmış olan ve arab edebiyatında özel bir yeri bulunan ’Oburlar Kitabı’nın öznelerinden birisi olmayışıma neredeyse hayıflanacak oldum.. O bölgede, hele de o kitabın tavsiyelerine göre amel edip biraz uzunca kalsaydım, o kitabın hitab ettiği tiplerden birisi duruma gelmem işten bile değildi..)

Seçim öncesi politik tablo v etartışmalar, başka konulara öncelik verilmesini önlediğinden, bu konulara geçtiğimiz günlerde fazla değinilemedi.. Halbuki, gidilen bu yerlere aid son derece ilginç tesbitler vardı, paylaşılacak..

Ayrıca, ülkenin bu kesimine daha önce hiç gitmemiştim, bazı bölgeleri ise 40 yıldır görmemiştim. Bu bakımdan, bu yerler hakkında söyleyecek yeni sözlerimizin olması tabiî idi.

*

Özellikle de yurt dışındayken, başta (Mısır-Ezher Üni.’de ilahiyat tahsil eden ve amma 28 Şubat 1997 Zorbalığı döneminde diplomaları geçersiz sayılıp, hayatlarını başka alanlarda devam ettirmeye çalışan binlerce gençten birisi olanlardan ) Yûnus Arslan kardeşim olmak üzere, Bartın’lı pek çok genç tanımış, birçoğuyla aramızda dostluklar koluşmuştu. Ama Bartın’a daha önce hiç gitmemiştim. Gerçi, o civarda, Kastamonu ve Zonguldak’ta, 40 yıl öncelerde, bir kış günü dolaşmıştım, ama o kadar.. O dönemde, hele de Kastamonu civarı, müthiş bir yoksulluk içindeydi.. Hele de ilçeler ve kasabalar, köyler, üzerlerine âdetâ ölü toprağı serpilmişcesine, insanın içini daha bir karartıyordu..

*

Şimdi ise.. Bunca geniş bir parantezden sonra, o coğrafyaların daha önce görmediğim kısımlarına gidecektim..

İstanbul’dan Bartın’a yolculuğumuzun sâkin bir şekilde ve etrafı temâşâ ede-ede gerçekleşmesini arzu ediyordum. Ama, çok yağışlı bir gündü.. O bakımdan, giderken gözalıcı sahneleri görmek pek o kadar mümkün olmadı..

Ertesi sabah ise, pırıl pırıl, güneşli bir Bartın vardı karşımızda..  Bir tepe noktasında durup, zevkle seyrettim her tarafı.. Doğrusu, sadece Bartın’ın değil, bu yörenin her tarafının tabiatının bu kadar güzel olduğunu tahayyül etmemiştim.

Aman Allah’ım, bu ne güzellik, böyle.. Bu kadar temiz bir hava, bu kadar sâkin ve gözleri istirahat ettiren güzellik..

Neredeyse, yeşil olmayan tek bir kıraç toprak parçası yok.. Dağlar, dereler yemyeşil..

Hele de Bartın şehri..

*

Bartın, Zonguldak’tan ayrılıp il yapılmış bir şehir.. Tıpkı Karabük gibi..

(Bu il olma hevesinin bir siyaset malzemesi olarak, hele de merhûm T. Özal zamanında bir siyasî heyecan ve yarış konusu haline getirilmesini anlamak mümkün değil..

Benim çocukluk dönemimde, 53 tane il vardı ülkede.. İlk kez, o sıralarda, Uşak’ın Kütahya’dan, Adıyaman’ın Malatya’dan ayrılıp il yapıldığı dönemleri hatırlıyorum.

Yol yok, vasıta yok, telefon yok.. Buna rağmen 53 valilik tarafından idare ediliyordu ülke.. Şimdi.. Yol, vasıta, telefon, internet,  e-devlet hizmetleri vs. hepsi var, ve buna rağmen 81 tane il, ve Vali.. Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın onların herbirisini tanıması mümkün bile değil.. Birbirlerini bile tanımayan 81 tane vali..

 

Halbuki, yaşanan modernleşme ve gelişmelere paralel olarak, il sayısı bir de düşürülmeliydi. Mesela 30-35’e.. Mesela, Edirne, İstanbul, (İzmit İstanbul’la neredeyse fiilen birleştiğine göre, idarî yönden de birleştirilmeli..), Sakarya (Adapazarı) Zonguldak, Samsun, Trabzon, Artvin, Erzurum, Kars, Iğdır, Muş, Van, Yüksekova (Hakkarî), Diyarbekir, Urfa, Mardin, Malatya, Maraş, Anteb, Adana, Kayseri, Ankara, Çorum, Tokat, Sivas, Kastamonu, Konya, Mersin, Antalya, İzmir, Denizli, Afyon, Eskişehir, Bursa, Balıkesir, Çanakkale, vs.’den, 30-35 vilayetten ibaret, daha kolay idare edilir bir idarî yapılanma şart..

İtalya’da üç sene öncelerde büyük bir ekonomik buhran patlak verdiğinde, Hükûmet’ler geldi- gitti ve sonunda Renze geldi başbakanlığa ve 83 il sayısını 50’ye indirdi.

2000’li yılların başında ülkemizde de Hükûmet’te 37-38 bakan vardı, Tayyîb Erdoğan geldi iktidara, 23-24’e indirdi..

Keza, 2002 öncesinde yığınla belde belediyesi vardı, sanıyorum sayıları 1500’ü aşkındı.  Bunlar kendi personelinin maaşlarını bile karşılamıyacak kadar, ekonomik gücü ve geliri olmayan kurumlardı. Ki, bunların üçte ikisi de AK Parti’li idi. Ama, Erdoğan Hükûmeti, bir çok itirazlara rağmen, onları kaldırdı ve iyi yaptı..

Modern yönetim imkanları ve metodlarından ders çıkarmak gerek.)

*

Evet, bu değiniden sonra, biz yine dönelim, Bartın’a..

Bartın’da benim asıl edğnimek istediğim daha başka bir husus..

Bartın,, fevkalade modern, geniş caddeleri olan, bol yeşili ve bahçeleri bulunan rahat, sessiz, bir şehir.. Hele de emekliler için aranıp da bulunamıyacak yerlerden.. Yollar çift yol, fevkalade.. Alman otobanları gibi neredeyse.. Deniz yakın.. Biraz ileride güzellikleri dillere destan Amasra’dan söz ediliyor, ama, ben oraya gidemedim..

Ama, Bartın’ın bir de sosyal bünyesi var.. Belediye de CHP’deymiş, uzuuun yıllardır.. Şimdi, CHP ve MHP’nin paslaşması neticesinde, MHP’ye geçmiş..

SP’nin de burada, AK Parti’yi CHP ve MHP’yle yarışında engellemeye işe yarayacak derecede birkaç bin oyu varmış..

Dışardan bakıldığında, özellikle hanımlarının kıyafetleriyle, mütedeyyin bir halkının olduğu görüntüsü vermesine rağmen, solcu eğilimli hemen her bir cereyanın bir derneği veya şubesi varmış burada..

Ama, hepsinden önemlisi, bu şehrin dip-diri bir İslamî potansiyeli de var.. Nitekim, büyük ekseriyeti genç, yüzlerce erkek ve hanım, gecenin saat 12’sine kadar devam eden o sohbet toplantısını dikkatle izlediler; sorularıyla renklendirdiler.. Bu arada, eski dostlarla, öğretim üyeleri arkadaşlarla karşılaştım.

Proğramdan sonra, Özgürder Bartın Şb. Başkanı Şuayb Bey’in misafiri olarak, gecenin çok ileri saatlerine kadar, birçok arkadaşın iştirakiyle bir sohbet toplantısı..  

Ve sabah da yine aynı katılımla yapılan kahvaltıyı takiben, Bartın’dan ayrılış..

Doğrusu,  Bartın’ı bu kadar gelişmiş ve bu kadar güzel bir şehir olarak göreceğimi beklemiyordum.

*

Bartın’dan yola çıkıp, Devrek, Çaycuma, Mengen gibi herbirisi birbirinden güzel ilçelerden Düzce’ye doğru ilerlerken de, yavaş yavaş güz elbiselerini giymeye hazırlanan ormanların ve tabiatın bütün renk tonlarını seyrede-seyrede yol almak da ayrı bir güzeldi.

*

Düzce’deki sohbet toplantısını da Diriliş Postası düzenlemişti. Yolda biraz gecikmiştik.

Bereket ki, oraya vardığımızda, bizden önce ulaşmış olan Hakan Albayrak kardeşimiz sohbetini sürdürüyordu.

Saim Tut beyin sunuculuğunda yapılan sohbet toplantısında Hamza Türkmen ve de fakir de konuştuk..

Orada da özellikle genç kızların ve hanımların bu sohbetleri saatlerce ve dikkatle izlemeleri ilginçti.. Yeni nesiller, bizim gençliğimizde pek rasatlanmıyan bir yoğunlukta ülkenin, dünya müslümanların ve bütün insanlığın mes’elelerine ilgi gösteriyorlar.

Proğramdan sonra, 2011-15 arası Düzce m.vekili ve Düzce Üni.de öğretim üyesi de olan ’gönül adamı’İbrahim Korkmaz beyin bürosunda, bazı arkadaşların da katılımıyla uzuunca bir sohbeti takiben, İstanbul’a dönüş..

**

30-31 Ekim günleri de Adapazarı ve Sapanca idik; Hamza Türkmen beyle.. Adapazarı Kültür Merkezi’nde'İslamcılığın Kökleri’ konulu bir sohbet toplantısına katıldık önce.. Bu toplantı, Özgürder tarafından tertiblenmişti..

Çok geniş bir katılımla gerçekleşen bu sohbet toplantısına, hiç bir protokol kuralı uygulatmaksızın, sıradan vatandaşlar gibi Sakarya Valisi Hüseyn Avni Coş bey de katılmıştı.

Ele alınan konuların dikkatle dinlendiği, bazan konuşmacıları sıkıştıran can alıcı sorulardan da anlaşılabiliyordu.  

Proğram sonunda, kaldığımız otelin lobisinde gecenin saat 02.30’una kadar varan sohbet toplantısına Vali Bey’in de o sıfatını kenara koyup, aynı duygu ve düşünceleri teneffüs eden kardeşlerden birisi olarak saatlerce katılması ve ayrı bir ilginç durumdu.

Sabahleyin, Sapanca’da, Mahmudiye Yolu üzerinde, geçenlerde bir sel felaketiyle karşılaşmış bir dereboyunda bir restoranda 20-25 kadar bir katılımla yapılan kahvaltıda, Vali Bey’in yine hazır bulunup, saatlerce süren sohbette, aramızda bir yüksek bürokrat havasını hissettirmeksizin, herbirimiz gibi sohbetlere katılması, halktan insanlarla yüksek bürokrat ve yönetici kimselerin hiç bir ayırım gözetmeksizin bir araya gelmesi, sanırım Tayyîb Erdoğan’ın da hayal ettiği güzel bir kaynaşma tablosu oluşturuyordu.

Ve öğle vakti, o güzel mekandan da İstanbul’a dönüyoruz..

*

BAŞSAĞLIĞI: Hindistan’da doğup, Pakistan devletinin kurulması esnâsındaki büyük ayrışmada Pakistan tarafında kalan ve merhûm Ebu’l- Alâ Mevdûdî’nin kültürel hizmetlerinde bulunmuş ve daha sonra da ülkemize gelip evlenerek, T.C. vatandaşlığına da geçen ve türkçeye, kalemiyle, 40 yıldır, tercümeleriyle çok faydalı hizmetler sunan, özellikle de dünya müslümanlığının yaklaşık üçte birini oluşturan Hindistan, Pakistan, Bangladeş ve Keşmir diyarlarının en doğru haber ve tahlillerini sunan efendilik âbidesiMuhammed Khan Keyanî,  irtihal-i dâr-ı beqâ eylemiş bulunuyor.

Kendisiyle, hele de, 20 sene öncelerde, yurt dışında mühendis olarak çalıştığı sırada çok daha yakın bir dostluğumuz oluşan bu aziz insan için Allah’u Tealâ’dan rahmet ve kederdîde ailesine de başsağlığı ve sabr-ı cemil niyaz ediyorum.

dirilişpostası

Bu yazı toplam 961 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar