Selâhaddin Çakırgil

Selâhaddin Çakırgil

Evet, "anti-semitizm" olmasın, amma..

Kendileri dışındaki bütün insanları ve toplumları kendisine hizmetçi ya da yokedilmesi gereken haşereler gibi gören ve hiçbir ahlâkî ve insanî sınır tanımayan "silahlı haydutlar çetesi" siyonist İsrail rejiminin Gazze"de işlediği "vandalizm / ilkelin de ilkeli barbarlık"  karşısında, dünyanın bugünkü maddî -askerî açıdan egemen güçlerinin temsilcisi durumunda gözüken "kapitalist emperyalizm"  seyirci, daha doğrusu "azmettirici" durumunda olduğundan, kimse bir şey yapamıyor.. Çünkü, müslüman coğrafyalarındaki tek bir irade olsaydı, belki kapitalist emperyalizmin karşısına tek başına dikilmek durumu olabilirdi, belki.. Ama, herbir parçanın önce kendi varlığını ve sınırlarını korumaya ve kendi iradesini hâkim kılmaya çalışmak istemesi hasebiyle, bu parça-bölüklüğün meyvesini siyonist İsrail rejimi topluyor..

Nitekim, çoğumuz bile, bir tarafta yahudilerden sözederken, karşısına arabları koyuyoruz.. Yani, şu kadar armutla, bu kadar elma toplandığında kaç eder?" gibi, mantıkî sonuç vermiyecek bir durum bu.. Halbuki, yahudilerin karşısında arablar değil, onlar hangi dinden insanları düşman olarak karşılarına almışsa onların tamamı vardır.. Yani, bütün müslümanlar..

Çünkü, yahudiler dünya çapında kendilerini tek bir millet, bir inanç toplumu olarak görüyorlar.. aralarında itiraz eden bir küçük grup olsa bile, genelde,  bu inanç paylaşılıyor.. Ama, bizler, sorumluluğu ve utancı sadece arab halkların üzerine atarak, kendimizi temize çıkardığımızı, sorumluluktan kurtulduğumuzu sanıyoruz..

Kaldı ki, sadece arablar bile, 25-30 ayrı parçaya, irili-ufaklı ülkelere/ ülkeciklere bölündüler, Osmanlı"nın parçalanmasıyla..

Bazıları, Osmanlı"dan sözedince, Osmanlıcılık yapıldığını sanıyor..

Hayır!..

Bu, Osmanlıcılık değil.. Osmanlı vurgusunun yapılmasıyla, müslümanların gücü olan ve sadece maddî -askerî planda bile dünyayı etkileyen önemli bir güç mihrakının emperyalizmin entrikalarıyla ve iç zaaflarla parçalanmasıyla ortaya kaçınılmaz olarak çıkan parça-bölüklüğün verdiği ızdırablar dile getiriliyor.. Ki, büyük inkılabçı (rahmetli ) İmam Rûhullah Khomeynî bile,  Osmanlı"nın yıkılışını bir kitabında derin bir hayıflanma ile ve bu büyük gücün, müslümanlar elinde ıslah edilerek, İslam ve müslümanlar lehine kullanılma ihtimali varken, bu imkanın bertaraf edilmesini, müslümanların musibetlerinin bir diğeri olarak zikreder..

Evet, uluslararası şeytanî ve emperyalist güçlerin entrikaları ile iç zaaflarımız birleşince, en azından  400 yıl birlikte yaşayan müslüman halklar parça parça oldu ve önce "ulus-devlet" lafları ile; sonra da, aynı dili konuşan arab halklarını bile, tek parça olamasınlar diye onlarca parçaya ayrıldılar.. Ve her bir parça da, kendisine verilen coğrafyayı, onun sınırlarını, bayrağını, ordularını, başkentini, bayrağını kutsal bilen bir çarpık anlayışa yönlendirildi.

Ve, 1979 Şubatı"nda İran"da gerçekleşen İslam İnkılabı Hareketi, sadece ülke içi sosyo-politik yapıyı toptan kendi iradesine göre yönlendirmekle kalmayıp, diğer müslüman toplumların da içten içe cûş-u hurûşa gelmesine vesile olabileceğinin işaretlerini verince..

Amerikan emperyalizmi, bir karşı hamle yaparak, "Enver Sedat Mısırı" ile siyonist İsrail rejimi arasında Camp David Barış Andlaşması"nın imzalanmasını sağladı ve böylece, kağıt üzerinde de olsa bütün gibi gözüken Arab Birliği"ni derinden sarstı.. Nice çetin mücadelelerde yorgun düşen Filistini lideri Yâsir Arafat ise, 1989"da, Filistin"in ve Filistin halkının geleceği üzerinde "El"Feth"ten başka kimsenin söz hakkı olmadığını söyleyip, diğer müslüman toplumların güç odaklarının konuyu etkileme gücünü sınırladıktan sonra, Filistin Ulusal Meclisi"ni Tunus"ta toplayıp, Enver Sedat"ın attığı adımın devamı olan etkili bir adım daha attı ve Filistin"lilerin verdikleri onca çetin mücadelelerden geri adım atacaklarının işaretini verdi ve "El"Feth"in nizamnâmesinin ilk maddesindeki "İsrail"in Filistin topraklarından yokedilmesine kadar savaşılacağı" şeklindeki ibareyi kaldırttı ve arkasından Madrid müzakereleri ve 1993-Oslo Andlaşması sürecine ulaşıldı..

Ve böylece de, Filistin"in kendi içinde bölünmesi de sağlandı.. Çünkü, 40 yıllık geçmiş mücadelelerin tamamının üzerine bir sünger çekilmiş oluyordu.. Bu elbette itirazlar getirecekti.. Arafat"ın ölümünden sonra ise, yerine geçen ve daha da katı bir laik olan Mahmâd Abbas, gelinen teslimiyetçi çizgiden dönülmemesi ve teslimiyetçi çizginin daha da ileri götürülmesi için, herşeyden önce, kendisinin siyasetine İslamî hedef ve ölçülerle karşı çıkan HAMAS"la mücadeleye girdi..

*Çağdaş barbarların HAMAS"a destek veren halkı "terörist" ilan etmesine niye şaşılsın ki..

HAMAS"ı önce önemsemeyen emperyalist odaklar, 2006 başında yapılan bir seçimde, Filistin halkının yüzde 65"inin bu teşkilatı desteklediğini görünce..

Amerikan emperyalizmi, siyonist İsrail rejimi ve Avrupa Birliği çevreleri, bu seçim neticesini kabullenemiyeceklerini açıkladılar ve HAMAS"ı terörist ilan ettiler ve Mahmûd Abbas"a var güçleriyle, yüzmilyonlarca dolarlık yardımları destek verip, iç çatışma çıkardılar ve sonunda da, HAMAS Hükûmeti"ni Abbas"a, kanundışı ilan ettirdiler ve Filistin"in zâten işgal altındaki olan topraklarında, Gazze ve Batı Şeria odaklı iki ayrı kutub oluşturuldu..

Şimdi, HAMAS ve Gazze halkı, çetin bir "ateşle imtihan"dan geçiyor..

Gazetelerin, haber ajanslarının yorum ve temennîlerini yansıtan manşetlerine bakıyorum da, Haziran- 1967"deki o meş"ûm "6 Gün Savaşı"nı hatırlıyorum.. Türkiye medyasında, genel olarak, hemen bütün gazeteler İsrail rejiminin müthiş bir zafer kazanmakta olduğunu haykırırken, az biraz İslamî hassasiyeti olan düşük tirajlı bazı gazeteler ise, manşetlerden, "İsrail"in hezimete uğradığı" gibi haberler veriyorlardı..

Ama sonra, Mısır lideri Cemal Abdunnâsır"ın televizyonlardan çıkıp gözyaşları içinde yenilgiyi açıkladığı korkunç sahneyle karşılaşmıştık.. O gözyaşları karşısında çaresiz kalan Mısır halkı, "Ey Nâsır,  isterse Kahire"yi alsınlar, biz (Yukarı/ Güney Mısır"daki) Asyut"a da çekilebiliriz.. Yeter ki, sen başımızda ol.." diye ağlaşıyordu..

Nâsır, kendini kurtarmıştı.. Üç sene daha yaşıyacaktı.. (6 sene sonra, 1973 Ekimi"nde Enver Sedat liderliğindeki Mısır"ın ânî bir saldırısı sonunda, İsrail"in korkunç şekilde yenildiği, savaş mekanizmasının paramparça olduğu savaşı ise, hemen hiç kimse hatırlamak istemiyor.. O da bir ayrı konu..) 

Bugün de, Gazze"ye uzak bazı müslüman toplumların medyasına baktığımızda, aynı manşetleri görüyoruz.. "İsrail ağır bir yenilginin eşiğinde.. İsrail, Gazze"ye girerse, şoke olacak.." gibi temenni başlıkları..

Ama, gerçek nedir?

40 yıl öncelerdeki durum tekrarlanıyor mu?

Hem evet, hem hayır!.

Çünkü, İsrail isimli (devlet değil) "silahlı haydutlar çetesi"  Gazze"ye girdi..

Ama, karşısında bir ordu yoktu..

Bir tarafta savunmasız sivil halk..

Karşı tarafta, bütün bir halkı "haşere" gibi gören ve onlarını yokedilmesinin gaayet tabiî olarak hakları olduğunu sanan bir "siyonist yahudiler çetesi"..

Nitekim, 17 Ocak günü uluslararası haber ajanslarının Haaretz gazetesinden naklen geçtiği bir haber, siyonist İsrail rejiminin başhahamı Eliyahu"nun ağzından bir acı gerçeği yansıtıyordu..

2006 Yazında, Güney Lübnan"ın yakılıp yıkılmasıyla sonuçlanan saldırı öncesinde, "öldürülen her yahudi için 10 müslüman öldürülmelidir.." şeklindeki sözleriyle meşhur olan işbu Eliyahu şöyle diyordu: "Bu savaş, Samuel ve Mûsa"nın Muhammed"e karşı özel bir savaşı değildir.. Bu savaş, HAMAS"ın yahudiliğe karşı savaşıdır.. İsrailoğulları"nın binlerce yıl önce Amaliklere karşı verdiği savaşın bir benzeridir.."

O, bununla İsrailoğullarını yoketmek isteyen Câlud (Goliat)"a karşı Talut"un direnmesini ve Câlut"u öldürmesiyle neticelenen savaşı hatırlatmaktaydı..

Yani, verilmekte olan bir "din-inanç savaşı" dır ve siz kabul etmeseniz bile, karşıtınız bunu böyle biliyor ve tarihî  ve  itiqadî köklerine dayandırdığı bir mücadeleye göre netice almaya, kendi güçlerini o menbalardan beslemeye çalışıyor..

(2,5-3 milyon nüfuslu Ermenistan da, onca fakirlik ve imkansızlığına rağmen, kendi mücadelesini kiliseye ve papazların öncülüğüne vererek yürütürken; ve komünist dönemde tam-takır kalmış olan 8 milyonluk Azerbaycan"ın ve Aliyev"ler zamanında daha bir fakirleştirilmesi ve laikleştirilmesi yüzünden, bir direnişi ruhuna sahib değil.. Bu yüzden, ülkesinin yüzde 25"ini, dörtte bir kadarını işgal eden bir avuçcuk Ermenistan"a karşı 15 yıldır hiçbir mücadele veremiyor.. Çünkü, verdiği mücadelenin itiqadî ve tarihî temellerini yitirmiş ve ondan iğreniyor, kaçıyor..)

Ama, Gazze halkı, bütün o yokluklara rağmen... Direniyor.. Karşısında hiçbir güç yok iken, yüksek teknolojinin en gelişmiş silahlarını bu savunmasız şehir üzerinde deneyen siyonist cinayetkâr İsrail rejimine karşı hepimizi ve zorbalık ve barbarlık karşısında insanlığı savunuyor.. Mâbedler, hastahaneler, okullar, hepsi vuruluyor.. Bir siyonist İsrail rejimi askerinin ağzından dünya medyasına yansıyan korkunç itirafta olduğu üzere, "karşılarına çıkan herkesi, silahlı olup olmadığına bakmaksızın öldürüyor"lar..

Ama, Gazze son kertesine, sen nefesine kadar direnmek kararlılığında..

Ve, karşılarında 40 yıl öncelerdeki gibi, bir "ağlayan liderlik"  de yok; bir "yenilmiş ordu" da..

Çünkü, her durumda inançlarına bağlı kalmak dikkati içinde ve haklılığından şüpheye düşmeyen ve bunu "aslî zafer" bilen bir "HAMAS" (İslamî Mukavemet Hareketi) liderliği" var. Tayyîb Erdoğan"ın 16 Ocak 09 günü konuşmasındaki (Gazze"de, siyonistlerin azgın saldırılarında ailesinin 9 ferdi hayatını kaybetmiş ve yaralı kızıyla birlikte Ankara"ya getirilmiş bir ananın ağzından aktardığı sözlerde belirttiği üzere) "Hiçbir yerde gıda yardımı gelmese de, ağaç yapraklarıyla beslenir ve sonuna kadar şehadete kadar bu mücadelemizi sürdürürüz" diye ortaya konulan bir direniş ruhu..

Evet, bu ruh oldukça, Gazze hattâ bir küllüğe dönüşse bile, bu saldırganlığın asıl mağlubu ve utancının taşıyıcısı, siyonist İsrail rejimi olacaktır.. Askerî- maddî güçleri ve tahrib kabiliyeti bakımından kendisinin emsalsiz olduğunu düşünse bile; bu utanç ve içine düştüğü paranoia derecesindeki korku ile, asla zafer  kazanmış olamıyacak ve mazlûmların âhh ve kanları, zâlim kılıçlarını çürütecektir..

Bu arada, "İsrail askeri tesisleri silahlı grupların karargâhlarını vurmuyor.. HAMAS"ta böyle şey ne gezer. İsrail hastaneleri camileri, okulları vuruyor. İşte dün canlı yayınlarda izledik. Filistin Kızılayı"nın hastanesi vuruldu. BM Mülteci sığınma binası vuruldu. Bu saldırılar neyle izah edilebilir?"  diyen Başbakan Erdoğan"ın, itirazların "anti-semitizm"e (yahudi düşmanlığına) vardırılmaması gerektiğine dair hatırlatması da yerinde, ama, ortada o halkı  bu kadar gaddar yapan bir itiqadî ve kültürel çarpıklığın olduğu da unutulmamalıdır..

Kur"an"da da savaş emri vardır, ama, saldırganla savaşılması emridir, bu.. Ancaak, "saldırandan daha şiddetli bir karşılık verilmemesi ve savaşa fiilen katılmamış ve savunmasız  sivil insanlara dokunulmaması"  da bu emrin içindedir..

*Kutsal bildikleri kitablarında binlerce örnek, devamlı, kendilerine karşı olanların en korkunç şekilde öldürüleceğini açıklarken..

Bir de, yahudilerin kutsal bildikleri, inandıkları kitabda yer alan binlerce örnekten sadece bir kaçını verelim: (Yeremya, Bâb. 51, 19-23"den..:   "... Sen benim topuzum ve cenk silahımsın; Ve seninle milletleri kıracağım; Ve seninle ülkeleri helâk edecegim. Ve seninle atı ve binicisini kıracağım. Ve seninle cenk arabasını ve sürücüsünü  kıracağım; Ve seninle erkeği ve kadını kıracağım; Ve seninle ihtiyarı ve genci kıracağım; Ve seninle genç adamı ve kızı kıracağım; Ve seninle çobanı ve sürüsünü kıracağım; Ve seninle çiftçiyi ve çiftini kıracağım; Ve seninle yöneticileri kıracağım."

(Tesniye, Bâb 20, 14 ve devamından..) "... kadınları ve çocukları ve hayvanları, ve şehirde olan her şeyi, bütün malını çapul edeceksin; Ve Rabbin sana verdiği düşmanlarının malını yiyeceksin. (......) Rabbin miras olarak sana vermekte olduğu bu kavmlerın şehirlerinden nefes alan kimseyi sağ bırakmayacaksın.."

(İsâyâ, Bâb: 13, 15-16"dan...): "Ele geçen her adamın gövdesi delik-deşik edilecek ve tutulan her adam kılıçla düşecek. Yavruları da gözleri önünde yere çalınacak, evleri çapul edilecek ve karıları kirletilecek!"

 (Yeremya, Bâb: 16,  4"den..) "... Rab şöyle diyor: "acıklı ölümlerle ölecekler; onlar için dövünenler olmayacak, ve onlar gömülmeyecekler; toprağın üzerinde gübre gibi olacaklar; leşleri de yerin canavarlarına ve göklerin kuşlarına yem olacak..."
Şimdi bu gibi ibareleri hangi bağlamda ele alırsanız alınız, bunları bir inanç olarak benimseyen ve kutsal bildikleri kitabda böylesine binlerce örnek bulunan metinleri devamlı okuyan insanlarda bir saldırganlık, bir kin ve nefret, bir "patolojik etki"  ve ruhî depresyon hali meydana gelmez mi ve bu inançla yoğrulan bir kimse, sadece savaştığı düşmanını değil, kendileri dışındaki bütün insanları da, yokedilmesi gereken bir haşere olarak görmez mi?

Nitekim, bu saldırılara karşısında, yapılan anketler siyonist İsrail rejiminin şemsiyesi altında yaşayan yahudi halkının yüzde 94"ünün bu gaddarlığı, bu canavarlığı benimsediğini gösteriyor.. Bu durumda, ortaya çıkan tabloyu başka nasıl değerlendirmeli?

Ve Adolf Hitler"in yüzünü bile ak eden bu anlayış, biz karşı çıksak da, kültürlerinde "anti-semitizm"e çok tabiî bir yer ayırmış toplumlardaki bir çarpık anlayışı daha bir hortlatmaz mı?

 

haksöz

Bu yazı toplam 1091 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar