Ebû Cehil’in Kafasını Yaran Yiğit!

Ebû Cehil’in Kafasını Yaran Yiğit!

Peygamber’in önünde durarak ağzına gelen tüm küfürleri ona karşı söyledi. Peygamber sadece ona baktı, fakat hiçbir şey söylemedi. Sonunda yapabileceği tüm hakaretleri bitirdikten sonra Ebû Cehil, Kureyşliler’in yanına döndü…

Mekke’de mü’minlerin sayısındaki artış, beraberinde kâfirlerin düşmanlığındaki artışı da getirdi. Bir gün Kureyş uluları Hicr’de toplanmış, Peygamber’e karşı birbirlerinin kızgınlıklarını alevlendiriyordu. Tam o sırada Peygamber (s.a.v.) Mescid’e girdi. Kâ’be’nin doğu köşesine giderek Haceru’l-Esved’i öptü ve tavafa başladı. O Hicr’in yanından geçerken Hicr’dekiler onun aleyhine söyledikleri şeyleri daha yüksek sesle söylüyorlardı. Peygamber’in onları işittiği yüzünden belli oluyordu. Hicr’in yanından ikinci kez geçti, onlar tekrar hakaret ettiler. Fakat üçüncü kez geçişinde onların önünde durdu ve: “Ey Kureyş, beni işitiyor musunuz? Nefsim elinde olana yemin ederim ki sizi helak edeceğim.” Bu sözler ve onların şöyleniş şekli onları sanki büyülemişti. İçlerinden hiçbiri ne hakaret edebildi, ne de konuşabildi. Sonunda içlerinde en sinirli ve sert yapılı olanı, büyük bir nezaket içinde: “Ey Ebû’l-Kasım! Yoluna git; çünkü Tanrı’ya andolsun, sen câhil bir aptal değilsin” diyerek sessizliği bozdu. Fakat herkesin sessiz kaldığı bu süre uzun sürmedi. Çünkü orada bulunanlar bu denli korktukları için kendilerini suçlamaya başladılar ve şimdiki zayıflıklarını gelecekte tamir edeceklerine yemin ettiler.

İslâm’ın en kötü düşmanlarından biri, ailesi ve arkadaşları arasında Ebû’l-Hakem diye anılan mü’minlerinse adını Ebû Cehil (cehâletin babası) koydukları Mahzûm kabilesinden Amr idi. Muğîre’nin torunu, o zaman Mahzûmîlerin başında bulunan yaşlı Velîd’in de yeğeni oluyordu. Ebû Cehil amcasından sonra onun yerini alacağından emindi. Kendisi için şimdiden Mekke’de belirli bir konum sağlamıştı. Bu konum hem zenginliği, hem konukseverliği, hem de kendisine karşı çıkanlardan öç alma konusunda gösterdiği sertlik ve acelecilikten kaynaklanıyordu. O geçen hac döneminde hacıları Peygamber (s.a.v.)’e karşı uyarmak için çalışanların en usanmazı ve Peygamber (s.a.v.)’i büyücü diye adlandıranların en bağırganı idi. Kendi kabilesindeki çaresiz mü’minlere karşı acımasızlıkta çok aşırı ve diğer kabileleri de aynı şeyi yapmaya teşvik etmekte çok etkindi. Fakat birgün, kendisine rağmen yeni dine büyük bir hizmette bulundu.
Peygamber (s.a.v.), Mescid’in dışında Safa kapısı yakınında oturuyordu. Hacılar kapıya yakın olan Safa tepesinde başlayan ve 450 yarda kuzeydeki Merve tepesinde biten yedi kez gidip gelme ibadetine, bu kapıdan çıktıktan hemen sonra başladıkları için kapıya Safa kapısı adı verilmiştir. Safa’nın eteklerindeki bir kaya parçası bu ibadetin başlangıç yerini işaret eder. Ebû Cehil yanından geçtiğinde Peygamber (s.a.v.) bu kutsal yerde tek başına oturuyordu. Mahzûmlunun, bir önceki seferde korkmadığını göstermek için bir fırsat çıkmıştı; Peygamber’in önünde durarak ağzına gelen tüm küfürleri ona karşı söyledi. Peygamber sadece ona baktı, fakat hiçbir şey söylemedi. Sonunda yapabileceği tüm hakaretleri bitirdikten sonra Ebû Cehil, Hicr’de toplanmış olan diğer Kureyşliler’e katılmak üzere Mescid’e girdi. Peygamber üzüntüyle ayağa kalktı ve evine döndü.
O gittikten hemen sonra, yayı boynunda asılı bir halde avdan dönen Hamza karşıdan gözüktü. Avdan döndükten sonra, ailesinin yanına gitmeden önce Kâ’be’yi ziyaret etmek onun adetiydi. Onun yaklaştığını görünce, Safa kapısının
yakınlarında bir evden bir kadın çıktı ve onu durdurdu. Bu kadın, şimdi hayatta olmayan ve yirmi yıl kadar önce Hilfu’l- Fudûl’u kuranlardan biri olan Teym kabilesinin şefi Abdullah İbn Cud’an’ın azatlılarındandı. Cud’an ailesi, Ebû Bekir’in kuzenleri oluyordu. Peygamber (s.a.v.)’e ve dinine bağlı olan bu kadın Ebû Cehil’in hakaretlerini duymuş ve çok sinirlenmişti. Hamza’ya: “Ebû Umâre”dedi. “Hişâm’ın oğlu Ebû’l-Hakem’in, kardeşinin oğlu Muhammed’e nasıl davrandığını bir görseydin. O burada otururken geldi ve ona hakaret etti, onunla alay etti. Daha sonra çekip gitti.” -Nereye gittiğini belirtmek için Kâ’be’ye doğru işaret etti- “Muhammed ise bir tek kelime bile söylemedi”. Hamza, yumuşak huylu ve anlaşması kolay bir insandı. Bununla birlikte Kureyş’in en cesuru idi, kızdırıldığında ise en başeğmez ve en sert adamı olurdu. Şu anda onun güçlü yapısı kızgınlıktan sarsılıyordu. Onun bu kızgınlığı ruhundan bazı şeyleri kaldırdı, özgürlüğe kavuşturdu, ruhunda daha önce varolan bazı şeylerin tamamlanmasını sağladı. Kâ’be’ye giren Hamza doğruca Ebû Cehil’in yanına gitti, yanında ayakta durarak elindeki yayı tüm gücüyle arkasına indirdi. “Ona hakaret etmek ha!” dedi, “Ben de onun dinindenim, onun iddia ettiklerinin hepsini onaylıyorum. Eğer karşı çıkmaya gücün varsa bana karşı çık.” Ebû Cehil korkak değildi, fakat bu kez meselenin kapanmasının daha iyi olacağını düşünüyordu. Bu yüzden ona yardım etmek için yerlerinden kalkan Mahzûmîlere oturmalarını işaret etti ve şöyle dedi: “Bırakın, Ebû Umâre istediğini yapsın. Çünkü Tanrı’ya andolsun onun kardeşinin oğluna çirkince küfür ettim..”
O günden sonra Hamza teslim oluşunu korudu ve Peygamber’in tüm isteklerine uydu. Onun İslâm’a girmesi Kureyş’i çok etkiledi; artık Peygamber’e, Hamza’nın koruyacağını düşünerek, doğrudan saldırılarda bulunamıyorlardı. Diğer taraftan, bu beklenmedik olay onların meselenin asıl önemini daha iyi kavramalarını sağladı ve Araplar arasındaki yüksek konumlarına zarar verecek olan bu gelişmeyi önlemek ve durdurmak için yeni çözümler arama çabalarını da artırdı.

Kaynak:Haber Kaynağı