Direnişin Zaferinin İzleri Geçmişte Saklı

Direnişin Zaferinin İzleri Geçmişte Saklı

Gazze direnişinin geldiği olgunluk ve elde ettiği başarılar, Nekbe’den bu yana kazanılan acı ve zor deneyimlerinin sonucudur.

El-cezire/Husam ŞAKİR

Gazze’deki son savaşın elli günü, tarihsel gelişimi, dönüşümün izleri ve zaferi getiren moral ve psikolojik etkenleri okumayı zorunlu kılmaktadır. Klasik nizami savaşlarda kâr-zarar hesapları kolayca yapılabilir, ancak direniş şartlarında bunun tespiti derin okumalar gerektirmektedir.
 
Tarihi birikim
 
Gazze direnişi aşama aşama ilerleyen tarihsel bir hikâyeye sahip. Bu dönemlerdeki derin sancılar, direnişi zafere taşıdı. Nekbe’nin ilk yıllarında Gazze’ye sığınan Filistinliler büyük felaketler yaşadılar.
O vakitler bir kısmının cesareti, görüş mesafesindeki topraklara sızmalarına yardımcı oldu. Bu sızmalar sırasında bir sığınmacı bazen tehcir edildiği günlerde yanına alamadığı eşyalarla birlikte dönüyordu, bazen dönemiyordu. Ardından direniş, işgalin derinliklerine sızma operasyonlarını geliştirdi. Deneyim 1950′li yılların ortalarında önemli bir noktaya ulaştı. Sonrasında Gazze’de ‘fedai eylemleri’ baş gösterdi.
 
Devir değişti, direniş ve ‘feda’ tecrübesi sert dalgalanmalarla dolu olan Arap şartlarından uzak kalmayarak gel-gitli ve iniş-çıkışlı bir etkileşim içine girdi. Ancak zamanla Gazze, işgal topraklarında haklarından ödün vermeyen sığınmacılarla dolarak patlamaya hazır, sıkıştırılmış bir kaba dönüştü.
Direniş, işgal tarihi boyunca Gazze’de etkindi ancak denklem son on yılda köklü biçimde değişti. 1960′ların sonunda işgal yönetimi aradığı isimleri yakaladı. Ardından işgal, nüfusun kalabalık olduğu yerlere girmesine ve direnişçilerin izini sürmesine imkân tanıyacak koridorlar açtı.
 
Tutuklama veya tasfiye listesinin sonuna gelinmesiyle birlikte önemli bir deneyim geride kalmış oldu ve çok geçmeden daha kapsamlı direniş deneyiminin tohumları atıldı. Bu direniş deneyimi, ‘özgürlük ve işgal edilen topraklara dönüş’ vaatleri taşımaktaydı. Gazze zamanla işgalcinin uykusunu kaçıran bir kâbusa dönüştü. Hatta öyle ki İzak Rabin, 1987 İntifadası sonrası Gazze’yi denize batarken görmeyi arzuluyordu.
 
Bu dar sahil şeridindeki nüfus Nekbe’den sonra sürekli artarak 300 binden yaklaşık 2 milyona kadar çıktı. Sadece otuz yıl öncesine göre nüfus bugün dört kat artmış durumda. Otuz yıl boyunca bu insan deposu (tedrici olarak taştan kurşuna, çatışmadan saldırılara, baskından bombalamaya, klasik fedai eylemlerinden ‘halkın kucak açtığı’ ve peşi sıra sürprizlerde bulunan direnişin büyük ordusunun faaliyetleri aşamasına geçen) süreçler içinde işgalle mücadelede oldukça zor deneyimlere girdi.
 
Halk kucağı
 
‘Halk kucağı’ kavramı direniş kültürünün yayılmasına ve alternatiflerinin yararsız olduğu kanaatinin yerleşmesine zemin hazırladı. Ayrıca direnişin yapısı, ortadan kaldırılmasını imkânsız kılacak şekilde toplumsal dokuya entegre oldu.
 
Direnişin gençlerinin toplumdan ayrı olduğu düşünülemez. Zira direnişle meşgul olan aynı zamanda kendi evladı veya yakınıyla da meşgul olmaktadır. Tam tersi de doğru. Askeri başarıları görenler bireyin başarısının kolektif başarıyla olan sıkı bağını algılayacaktır. Direnişle olan moral, kültürel ve organik ilişki, sahanın (askeri) tercihlerini halkın tercihleri haline getiriyor.
 
Cephenin diğer tarafında ise bir İsrail askerini Filistinli eliyle tünele çekmek, gencecik ana kuzularını Gazze’ye ve halkına karşı üstünlük sağlama vaadini yerine getirememiş bir orduya teslim etmiş anne ve babalarda büyük bir panik oluşturmak için yeterli olacaktır. Bu yüzden İsrail askerî sansürü, direnişin işgal askerlerine yaptıklarıyla ilgili görüntülerin yayınlanmasını yasaklıyor. Sözgelimi askeri üslere Gazze’den fırlatılan füze yağmuru görüntüleri yayınlanmadı.
 
Filistin toplumunun gönlünde mesajlar ve sembollerle dolu manevi bir ruh etkileşim içine girdi. 2012′de sekiz gün süren saldırı akabinde böyle bir gelişme yaşandı. O saldırıda işgal yönetimi, sivil bölgeleri benzeri görülmemiş bir şekilde yoğun bir bombardımana tabi tutmuş ve büyük bir yıkıma yol açmıştı. O vakitler direnişle gururlanma duygusu hâkimdi ve halk vatana geri dönüş umudunun ufukta belirdiğinden dem vuruyordu.
 
Peki o günlerde olup biten neydi? Doğru, 2012 sonundaki savaş Gazze’nin zaferle çıktığı savaşların ikinci turuydu ancak direnişin İsrail’in derinliklerini tam isabetle vurması açısından bir ilkti. Kudüs ve Tel Aviv’de sirenler çaldı. Tel Aviv de bir bakıma Yafa’dır zaten. Bu şehirde bu kez attıkları füzelerle varlıklarını hissettiren Filistinliler, bir kısmı Yafalı ve güneydeki Gazze’ye giden yol üzerindeki şehir ve kasabalardan gelmiş sığınmacıların üçüncü kuşak çocuklarıdır.
 
Füzelerin Gazze’deki sığınmacıların kendi ana vatanlarına mesajı olduğu yorumu yaygınlık kazandı. ‘Yerli yapımı’ mesajlar. Bugün geçmişten daha büyük gelişme gösteren sahadaki yapı bu mesajı oluşturdu. Bu yapının kolektif zihindeki etkisinin kökleri, Gazze sınırındaki ilk sığınma dönemine kadar uzanmaktadır.
 
Filistinliler yıllardır kendi başarılarından büyük bir gururla bahsediyorlar. Çocuklar füzeler atılırken veya düşerken hangi tür füzenin fırlatıldığını tespit etmekte adeta yarış içindeler. İçlerinden bazıları füzelerin sesinden türünü bilebiliyor. Gazze, füzelerle vurulduğunda artık ses çıkarmıyor. Annelerinin feryat ettiği duyulmadı. Bu yeni Filistin karakterini geçmiş süreçler çizdi, yenilgi ve kırılmalarla bağını koparmış bir kültür üzerinden yeniden oluşturulmak bu karaktere olgunluk kazandırdı.
 
1960′larda dahi sığınmacı Filistin toplumlarında herkes radyo başında sabahlıyordu. Toprağını, evini, rızkını kaybeden, başka milletlerin bağışlarına bel bağlamak zorunda kalan bir sığınmacı, ‘Filistin’in kurtuluşuna’ dair kutlu bir haber duymanın beklentisi içindeydi. Bazıları, Arap liderlerinin konuşmalarına ve sosyalist blok içindeki uluslararası desteğin vaatlerine, resmi törenlerde askerî unsurlarıyla şov yapan komşu rejimlerin muazzam kapasitelerine dair anlatılan masallara inandı.
Tüm bu masallar 1967 savaşında bitti. Başkentlerin moral sistemi çöktü, Arap şartları, kendi krizini (yenilginin anlamını tedrici olarak aşan şokla birlikte) gözler önüne serdi.
 
O gün dizginler nizami ordulardan fedailerin eline geçti. Fedailer başarı ile başarısızlık arasında gidip geldiler. İşgalle mücadele ve uluslararası eksenlerle meşguliyet arasında yollar kapanmıştı. ‘Filistin devrimi’ deneyimi, uzak bir sürgün hali içine girmiş ve kimsesizliği kabullenmişti. Yükümlülüklerin kuşatması altındaki resmi çevreler ile dikenlerin arasından yükselen direniş arasında ayrılık dönemini tesis eden anlaşmalarla devrimin üzeri örtülmüştü.
 
Ancak bu ayrılık döneminin tohumları, yeni bir neslin filizlenmesini sağladı. Bu nesil 1980′lerin sonlarında direnişe taş ve sapanlarla başladı, ardından bunu işgalcinin derinliklerine uzanan tünel ve füzelere kadar geliştirdi. Bu bağlamda Gazze’de üretilen ilk tabanca, fırlatılan ilk havan topu, tünellerle girilen ilk çatışma ve sonrası için öncüller oluşturan deneyimlere dair hikâyeler anlatılmaktadır. Filistinliler hayal edilenin üstüne çıktılar ve tarihi Filistin’i bütünüyle güçlü kılarak oyunun kurallarını değiştirdiler.
 
Ablukaya karşı abluka
 
Güçlü ve sözü dinlenir bir el, sığınmacı toplumlarda özel bir sembol oluşturur. Sığınmacılar geldikleri topraklara henüz dönmemişti ancak uzaktan ‘hediyeler’ gönderdiler ve bu hediyelerin etkisi duyuldu. Bugün altmış küsur yıl önceki mahallelerinde yaşayan ve gasp edilmiş mallarının keyfini süren İsraillilerin uykularını kaçırdılar.
 
Bugün İsrailliler yoğun bombardıman bölgelerinden kaçarak adeta birer sığınmacı oldular. Böylelikle işgal altındaki Filistin’in sırtındaki bu toprak parçasının yani Gazze’nin iradesiyle sığınmacı denklemi alt üst oldu. İsraillilerin kaçış görüntüleri, Filistinlilerin hafızalarına kazınan tehcir ve Nekbe’yi hatırlatıyor; kolektif bilinç, zamanın değiştiğini ve geçmişin faturasının gecikmeli de olsa ödendiğini gösteriyor.
Tarih, kavurucu 2014 yazına ilişkin önemli gelişmeleri yazacaktır. Bir Filistinli general, İsraillilere sokağa çıkma yasağı getiriyor, sığınaklarda kalmaları ve ikinci bir emre kadar belirli bir saatten itibaren dışarı çıkmamaları talimatı veriyor. İsrailliler, ordularının Gazze karşısında zayıf düşmesi ve hükümetlerinin acizliği sebebiyle bu emirlere uyuyor.
 
Bu gelip geçici bir hikâye değil. İşgalci generallerinin geçmişte yüzsüz bir şekilde sokağa çıkma yasağı ilan ettiklerinde baskın olan tablonun tamamen değişmesidir. Bu mesaj içinde bugün gelişmelere yön verenler, Gazze’ye yönelik yaklaşık iki ay süren saldırıları boyunca tüm seçeneklerini tüketen işgalciler değil, Filistinlilerdir.
 
Bir başka tablo ise bizleri Gazze Şeridi’nin güneyinde havaalanı yıkıntılarının bulunduğu Dehniye bölgesine götürüyor. Burası uluslararası bir havaalanı olamadı. İşgalci, ‘Aksa İntifadası’nın ilk günlerinden itibaren burayı yerle bir etti. Böylelikle işgal, barış anlaşmaları gereği ‘Filistin devletinin’ dünya ile irtibat kuracak sembollerinden birini yani havaalanını ortadan kaldırmış oldu.
Kim işgalci oluşumun, kendisini dünyaya bağlayan nefes borusunun tıkanmasından acı duyacağını düşünebilirdi! Abluka altındaki Gazze, 2014 saldırısı sırasında hedef alınan Ben Gurion Havaalanı etrafındaki şaşırtıcı deneyimi üzerinden işgalcilere bu acıyı yaşattı. Halid Meşal bu denklemi ‘ablukaya karşı abluka’ şeklinde adlandırmıştı.
 
Yara ile acı arasındaki çatlak
 
Sahne bunlarla sınırlı değil. Ortada tamamen silinen ailelere uzanan şehitler listesi, evlerin ve kurumların kapsamlı yıkımı söz konusu. Bu boyut içinde Filistinliler yara ile acının ayrımını iyi yapabilen ihtiyatlı bir yaklaşımı kullanmaktalar. Zira yaranın illa acı vermesi gerekmiyor ve acının hissedilmesi bireyler arasında olduğu gibi toplumlar arasında da görecelidir. Halk, acı çekme duygusunu frenleyerek yaraya katlanmakta başarılı oldu. Acıyı hafifletme çabası içinde söz gelimi yaralı çocukların hastanelerde ağlamadıklarına ve hatta bazılarının başlarına gelene katlanma gerekçesiyle lokal anesteziyi reddettiklerine dair anlatılan hikâyeler gerçekten çok şaşırtıcı.
Burada kurban verme, feragat etme, kolektif ruh ve Allah’a adanmışlık gibi düşünce ve kavramlar acıya katlanmayı güçlendiren etkenler olarak devreye giriyor. Bunların yanı sıra halk, dini anlamda gök ile yer arasında uzanan yolun bilincindedir. Ölüm, referansını güçlü bir imandan alan davanın adaleti üzerine tesis edilen değerler sistemi ile birlikte yeniden tanımlanmaktadır.
Yaralı kişi, kesilmiş kolunu ve kaybedilmiş gözünü önemsemez. Muhtemelen etrafında ceset parçaları da görmektedir. Dolayısıyla İsrail ölüm makinasının cinayet ve yıkımları onları caydırmıyor ve korkutmuyor. Dahası işgalin felaketleri, kurban verme ruhunu güçlendirecek şekilde Filistinlilerin dünyanın ayrıcalıklarını önemsememelerine katkıda bulunuyor.
 
Savaşın iradesi denklemi
 
İsrailliler bu güçlü iradeyi anlayamıyorlar. Sahadaki fedailer bu irade ile birlikte sağlam tanklara doğru ilerlemekte ve mevzilerine dönmeden önce patlayıcı düzenekleri yerleştirmekteler. ‘Nahl Oz baskını’ görüntüleri zihinlerdeki yerini uzun süre koruyacak. Bir Filistinli genç düşman hattının arkasında gezintideymiş gibi rahatça dolaşabiliyor ve işgal askerleri de kaçınılmaz kaderlerini bekleyerek feryat ediyorlar.
 
Bu tür sahneleri açıklamak bağlamında klasik askerî literatürlerde ‘savaşın iradesi’ kavramına rastlanılabilir. Bu iradenin güdülerinin işgal askerlerinde nasıl tükendiği ortada. Gazze onların toprağı olmadı ve Gazze Şeridi de kendi sahaları değil. Gazze’ye yönelik saldırı da belki onların savaşı değildi. Her yıl olduğu gibi yaz tatilini sahillerde veya komutanların ailelerinin yaptığı üzere dünyanın dört bir yanında geçirebilirlerdi. Bu bağlamda şu noktaya dikkat çekilebilir: İşgal ordusunun elli gün boyunca yapıp ettiği aslında kelimenin soyut anlamı itibarıyla bir savaş olmadı. Aksine uzaktan öldürme ve yıkım amaçlı korkunç saldırılardan ibaretti.
 
Saldırılar Filistinlilerde kurban verme ve şehadet ruhunu tazeledi. Söz gelimi Refah kenti üç komutanın görkemli cenaze törenine sahne olduğunda herkes şehitlik sırasının kendisine gelmesini ve bu komutanların yolunu izlemeyi arzuluyordu. Zira her şehit, bir yeniden inşadır veya dervişin deyimiyle ‘kuruyan başak taneleri vadiyi başaklarla dolduracaktır’.
 
İşgalin bombaları bu toplumda caydırıcılığını kaybediyor ve caydırıcılığın kalıntıları bombardıman gecelerinin hatıralarından ibaret. Bombardımanın oyun alanlarını yıktığı çocuklar yeni oyuncaklar bulacaklar. Patlamamış büyük bir top mermisine oyuncak at gibi binerek sevinen çocuklar bu durumu en iyi şekilde özetliyor. Dünyanın bir başka yerinde patlamamış bir bombayı etkisiz hale getirmek için etraf tamamen boşaltılır; ancak korku ve dehşet denklemi Gazze’de tamamen işlemez hale geldi. Böyle bir halkın iradesinin kırılması mümkün mü?
 
Zaferin işaretleri gelecek boyutları içinde örülüyor. İşte bir annenin açıklaması: “Evlerimizi yıksınlar; yenilerini 1948 topraklarında yeniden inşa edeceğiz.” Filistin’deki moral gelişimi, Nekbe’den yetmiş yıl sonra menziline ulaştı. Peki işgalin geleceğine ne demeli?!