İbrahim Karagül

İbrahim Karagül

Büyü(ye)menin perde arkası

 

Ne kadar da hızlı büyüdük diye herkesin ayağa zıpladığı günde çıkıp da "büyümede sorun var" denilir mi?

Bakalım:

2008 yılı ilk çeyreğindeki ekonomik büyüklüğe ulaşmak için yüzde 17,0 büyümemiz gerekiyordu. Oysa biz yüzde 11,7 büyüdük. Yani büyümede rekor kırmaya bu kadar yaklaşmışken bile kriz öncesine dönmek için de aradaki fark kadar daha büyümemiz gerekiyordu.

Özetlersek; 2009 ilk çeyreğinde 14,4 ile küçülmede rekor kırmıştık. Çok düşmüşüz ki ayağa doğrulmamız bile nerede ise rekorla ifade ediliyor.

Bu yıl ilk çeyrekte imalat sanayii yüzde 20,6 büyüdü, ama imalat sanayii kriz öncesinin yüzde 6,4 gerisinde seyrediyor. Bu ayrıntı neden önemli? Bir büyüme gerçek kapasitenin üzerine ekleme yapılıyorsa, yani yeni fabrikalar-yatırımlarla yapılıyorsa maliyetlidir. Ama bir büyüme eskiden yapılmış kapasitenin kullanılması ile sağlanıyorsa, kullanılmayan çarkların çalıştırılması ile sağlanıyorsa ne kadar havaya zıplatır?

Olsun yine de çok sevinmeliyiz. Elbette ama unutmayalım ki sevincimizin daha büyük olması için büyümenin de sürdürülebilir olması gerekiyor.

Çok önemli bir detayı daha açıklamam gerekiyor. Krizde kâr rekorları kıran mali sektörümüzü hariç tutunca acaba ne durumdayız?

Rakam çok ilginç!

Türkiye'nin bir bütün olarak kriz öncesine dönmek için yüzde 4,7 daha büyüme gerekirken, mali sektörü dışarı aldığımızda bu oran tam yüzde 10,0'a çıkıyor. Mali sektöre çok borçluyuz. Bu borç parasal olarak olmasa da büyümeyi ayakta tuttuğu, sanayi sektöründeki çöküşü örttüğü içindir.

Türkiye küresel krize neden çok ağır girdi de, çıkışı çok hızlı oluyor. Aradaki farkı kısaca açıklayalım: Ağustos 2008'de Maliye Bakanı ne demişti? "Kriz miriz yok..." Peki, bugün Ali Babacan ne diyor? "Küresel sistemde yeni risklere dikkat etmek gerekiyor. Her şey bitmedi."

Yani 2008'de küresel kriz gümbür gümbür geliyorken bizim ekonomi yönetimimiz bütçe fazla verdi diye havalara uçuyordu. Oysa 2010'da Türkiye G-20 ülkelerine bile kriz dersi verir noktaya gelmişken ekonomi yönetimi ayağını yere basarak yeni risklere hazırlık yapıyor. Mali Kural gibi...

Şimdi hep beraber havalara sıçrayarak 'yaşasın' diye sevinmek yerine mesela sorunların devam ettiğini söylemek daha doğru olmaz mı?

Mesela sanayi sektörü açısından, istihdamın sürekliliği açısından, dış ticaretin rekabetçiliği açısından artık elektrik fiyatlarına müdahale zamanı gelmedi mi? Elektrik fiyatlarını yüksek tutarak bir bakıma gizli vergi ile sanayi sektörünü ne kadar daha ezeceğiz.

Petrolün fiyatı düştü, doğalgaz 6-8 aya geriden izler dediler yıllar geçti. Demek ki doğalgazın da fiyatı düştü. Yağmurlar deseniz ortalığı sel götürüyor, su bu yıl da bol. Peki, neden düşmüyor elektrik fiyatı?

Elektrik fiyatları otomatiktir, formülü var bu işin diyorlardı da koskoca EPDK neye dayanarak indirim yapıyor ve üç gün sonra indirimi geri alıyor? Skandal olan EPDK'nın açıklamaları değil, bizzat elektrik fiyatlarının kendisidir. Sanayicisi, reel sektör temsilcileri bu skandala karşı durmalıdır, seslerini çıkarmalıdır.

Bir soruna daha bakmamız gerekiyor.

Türkiye yıllardır ABD'nin Çin'e nerede ise silah zoru ile yaptırmaya çalıştığı 'değerli yerel para' politikasını gönüllü uygulayarak ekonomik değişim yaşıyor. Başbakan Erdoğan'ın ifade ettiği gibi bu değişim tabii ki mesleki farklılığa yol açarak işsizlik gibi sorunlar ortaya çıkıyor.

Mesela 2003-2009 yıllarında sektörel değişimler nasılmış? Milli gelir reel olarak yüzde 27,2 artarken mesela mali kuruluşlar yüzde 90'ın üzerinde büyümüş. Ulaştırma-haberleşme sektörü yüzde 40'a yakın büyümüş ama imalat sanayi ancak milli gelir kadar büyüyebilmiş.

Kısacası Türkiye ekonomisinin değişiminde yüksek katma değerli sanayi sektörü yerine hizmet sektörlerinin payı artırıyor. Krizden çıkış stratejisinde istihdam artışı ile sanayi üretim çelişkisine bu nedenle 'artan istihdam mı; atıl istihdam mı' demiştim. Sanayisi daha eski seviyeye gelmeyen ülkemizde istihdamın 20 milyondan 22 milyona çıkışını nasıl izah edebiliriz ki?

Hadi izah ettik, o zaman üretim olmadan bu büyümeyi ve istihdamı nasıl sürdürebiliriz? İç talebin nerede ise kriz öncesine döndüğü ülkemizde neden milli gelir eski seviyesine dönememiştir?

Tüketiciyi cesaretlendirip, bir de kredilendirip tüketime alıştırıyoruz da neden üreticiyi aynı dereceye taşıyamıyoruz? (Tüketim farkı -1,7 iken reel kesim üretim farkı -10,0'dur)

Yoksa IMF'nin krizden çıkış stratejisinde gelişmekte olan ülkelere yüklediği "siz üretmeyin-tüketin ki gelişmiş ülkeler krizden çıkabilsin" misyonu mu uygulanıyor!

yenişafak

Bu yazı toplam 1588 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar