Bugün ben yazmıyorum... Benim yerime “mağdurlar” yazıyor!

Bugün ben susacağım,

Okurlarım konuşacak...

Yoğun gündem arasında ertelediğim ve hatta bazılarını unuttuğum nice “telefon” ve “mail” vardı ki, onların birkaçını bugün hem sizlerle paylaşmak, hem de, onların seslerini “ilgili ve yetkili”lere duyurmak istiyorum...

Biliyorum, ilgili ve yetkililer; yazacaklarıma çok bozulacak ve “Yine mi onlar?” diyecekler ama; madem “okul” açtınız, madem “kurs” açıp mezun ettiniz, onların taleplerine de kulak vermek ve “sorunlarını çözmek” durumundasınız... Hep “ihmal” ederek, hep “kulak ardı” ederek bir yere varamazsınız!..

Hele söyleyin;

Bazı “kaza”ların ve “facia”ların sebebi, “ihmal”ler değil midir?..

Ben de biliyorum;

“Şu okullar olmasaydı, Milli Eğitim’i ne güzel idare ederdim!” ama; madem “okul” var, elbette “sorun”ları çözülecek!..

OKUL, ÇÖKMEK ÜZERE!

“Okul” demişken, Milli Eğitim Bakanı Sayın Nabi Avcı’dan bir istirhamım var: “53 yıl önce” benim de çatısı altında öğrenim gördüğüm bir okul var.

Adı, Zafer İlköğretim Okulu.

Bu okul, Manisa’nın Salihli ilçesine bağlı Keli Mahallesi’nde bulunuyor!..

Dediğim gibi;

53 yıl önce o okulda ben de okudum... Taa o zamanlar taban tahtaları “yarık”tı... Kâh “kalem”lerimizi, kâh “silgi”lerimizi düşürür, bir türlü çıkaramazdık!..

Aradan 53 yıl geçti...

Okul, hâlâ eski okul!..

Hatta, daha da kötü!..

Bırakın “taban”ını,

Çatısı; ha çöktü, ha çökecek!.

Demem o ki;

Bu okul, derhal yıkılsın!.. Ya aynı yere, ya başka bir yere, “yeni bir okul” yapılsın!..

Öğrendiğime göre;

“Plânlaması” yapılmış, hatta yeni bir arsa da bulunmuş... “Ödenek” çıkarılsın ve “Proje” bir an önce hayata geçirilsin ki; neredeyse “sınıfta şemsiye ile oturulacak” halde olan ve her yağmurda su damlatan “çatı”, öğrencilerin başına çökmesin!..

Mahalle halkının talebi de bu!..

İŞ VE MESLEK DANIŞMANLARI

Gelelim diğer “talep”lere...

Daha önce de yazdım...

Türkiye’de, “tam 5 bin 180 İş ve Meslek Danışmanı” var ki, hâlâ “işsiz” durumdalar.

Peki, kim bu gençler?..

Kendilerini şöyle tanıtıyorlar:

“Bizler işsiz, İş ve Meslek Danışmanı’yız. En az lisans mezunu olan birçoğumuz, yüksek lisans sahibi işsiz dolaşan bu ülkenin evlatlarıyız.

Biz Nisan 2013’te Sakarya Üniversitesi’nde yaklaşık 13-14 bin lisans mezunu olarak İş ve Meslek Danışmanlığı sınavına girdik. Bu sınavı 5180 kişi kazandık. Bu sınav yaklaşık 3-4 gün süren zor ve iki aşamalı bir sınavdı...

Sınav ücreti, sertifikaları, 3 yazılı aşama 2 sözlü aşama olarak yaklaşık 1000 TL gibi bir meblağa malolan bir sınav. Yılda iki kere sadece Eskişehir ve Sakarya’da yapılan bir sınav.

Bizler sağdan soldan borç bularak bu sınavlara girdik ve Allah’a hamdolsun kazandık. Kazandığımızı öğrendiğimiz günden bu yana geçen son birbuçuk yılda, o kadar büyük bir mücadele içerisine girdik ki, anlatılmaz... Tek gayemiz alnımızın teri, bileğimizin hakkı ile ekmeğimizi elimize almak.

Fakat bu arada biz işsiz İş ve Meslek Danışmanı olarak atama beklerken geçen 18 aylık sürede atama yapılmadı ama 9-15 Eylül tarihleri arasında Sakarya ve Eskişehir’de yeni bir İş ve Meslek Danışmanlığı sınavı daha yapıldı...

Ve bu sınavlara yaklaşık 7000 aday girdi. Nisan döneminde başarı oranı yüzde 40 idi. Bu dönemde de öyle olduğunu varsaydığımızda Ekim ayı sonu itibarı ile bizim sayımız 6500-7000 olacak.

Bu projeden ekmek yemeyi ve kaybolan yıllarımızı, ertelenmiş hayatlarımızı artık kurtarmak istiyoruz. Biz ya bu proje ile hayatımızı kurtaracağız ya da işsiz işsiz dolaşacağız... Çünkü yapacak hiçbir şeyimiz kalmadı.”

Halen “işsiz” olan 5 bin 180 İş ve Meslek Danışmanı adına gönderilen mektuplar, gördüğünüz gibi “karamsarlık”larla dolu...

Koşmaktan, seslerini duyurmaya çalışmaktan, yani mücadele etmekten yorulmuşlar...

Ümitlerini kaybetmek üzereler.

Bu gençlerin yüzlerini güldürecek bir “yetkili ve ilgili” yok mu?..

FAHRİ KUR’AN KURSU ÖĞRETİCİLERİ

Daha önce “seslerini duyurmaya” çalıştığım bir grup daha var... Onlar da, Fahri Kur’an Kursu Öğreticileri... Bıkmadan-usanmadan yazmaya ve artık “talep”lerini değil, “kırgınlık”larını dile getirmeye başladılar.

Gönderdikleri “mektup”ta, çabalarını ve kırgınlıklarını şöyle anlatmışlar:

“Asil atama şartlarına haiz Fahri Kur’an Kursu  Öğreticileri adına hakkımızı savunmak ve mağdur olmamak için hep beraber uzun süre, olağanüstü bir çalışma yaptık. Meclis’te ve ulusal medyada sesimizi duyurduk. Başbakan, Bakanlar ve Milletvekillerinin çoğuyla görüşüp, sorunlarımızı birinci ağızdan yetkililere aktarma imkanı bulduk. Görüştüğümüz tüm yetkililer, bizlere sürekli ‘Biraz daha sabrediniz’ telkininde bulundular. Fahri öğreticiler olarak bu saate kadar sabırla bekledik.

Platform yöneticileri ve Fahri Kur’an Kursu Öğreticileri olarak bizleri bu çalışmaya iten en büyük neden, Hükümetimize ve yetkili sendikaya olan güvenimiz ve inancımızdı. Bu kadar çığlığa rağmen, daha açık ifade etmek gerekirse atama şartlarını taşıyan biz Kur’an Kursu Öğreticileri’nin taleplerinin görmezden gelineceğini hiçbir zaman düşünmedik.

İhtimal dahi vermedik.

Maalesef, geçmişte hiçbir şart aramadan kadroya alınan ve yetersiz oldukları her yerde telaffuz edilen fahri öğreticilerin günahı ve vebali, atama şartlarını taşıyan bizlere ödetildi.

Özellikle yetkili sendika, bizler için hiçbir çaba sergilemedi... Oysa 2011 yılında çoğunun yeterlilik belgesi dahi olmayan fahri öğreticiler atandı... Demek ki bizlerin suçu, atama şartlarını taşımak ve yeterlilik belgelerimizin olmasıymış.

Her şeye rağmen mağduriyetimiz engellenmedi. Platform olarak bizlere büyük bir hayal kırıklığı yaşatıldı. Güncel yeterlilik ile KPSS puanlarımız olmasına rağmen, Fahri Kur’an Kursu Öğreticileri’nin haklı talepleri görmezden gelinerek, göz göre göre mağdur edildik...

Gönülleri kırılan bu hocalarımızın taleplerini görmek istiyorsanız DHBT sınavında 60 ve üstü puan alan ve bir yıl hizmeti bulunan Fahri öğreticilerin sorunu olduğu yerde duruyor.

Buyrun, çözün!..”

BİR ANANIN FERYADI

Bir mektup da, oğlu “Çevre Mühendisi” olan ama “iş” bulamayan bir “ana”dan... “Sitem” dolu mektubuna; “İçim dolu... Hep kötüler, üçkâğıtçılar ve torpilliler mi kazanacak?.. Ben her şeyi Allah’a havale edip, O’na sığındıkça, birileri deveyi havuduyla götürüyor” diye başlamış ve demiş ki;

“Sen yeme-içme, çocuk okut... O sınav senin, bu sınav benim, çalışsınlar... Birileri, biryerlere torpillerle adamlarını yerleştirsinler... Bugün, benim çocuğumun boynunun büküklüğü bana yetti... Bu işi o hak etmişken, üçüncü sıradaki torpilli bir kızı aldılar!.. 

Benim oğlum 28 yaşında, Çevre Mühendisi... Hâlâ bizim elimize bakıyor ve bir de SSK’da borçlandırıyorlar... Bunları biz nasıl ödeyeceğiz?  Bir de öğrenim kredisi borçları  var... Özel bir yerde çalışsa, onlar da şartları yerine getirmemişlerse de; sen imzayı at çalış, diyorlar... Bu yolsuzluk  değil mi?.. Kul hakkı değil mi?.. İnsan sağlığını hiçe saymak değil mi?.. Biz de bunu kabul etmediğimiz için bekliyoruz.

Bir de devlette Çevre Mühendisi’ne ihtiyaç yokmuş!.. Bakan söylüyor bunu!.. İşi-gücü İnşaat Mühendisi, Makine Mühendisi almak!.. Bu özel yerleri bunlar mı denetleyecek?.. Ne olur sayın Karakaya, biraz zaman ayırıp Düzce’ye gelseniz, misafirimiz olsanız; Allah rızası için söyleyecek çok şey var...

Bundan önceki yazılarımı okudunuz mu bilmiyorum ama, ne olur bunu okuyun... Bizim sesimiz olun... 

Öyle bir noktaya geldik ki, eşim; artık hiç bir şeye inanmıyor... Tutturmuş Akit’i de bırakıcam diyor... Ben de hayır, diyorum... Kavga ediyoruz; herkes kendi çıkarına çalışıyor diyor... Ben de hâlâ güvenebileceğimiz birileri olmalı, diyorum... Hayırlı çalışmalar...”

Çevre ve Orman Bakanı Sayın Veysel Eroğlu’nun, “bir ananın yanan yüreğinden dökülen” bu sitemlere kulak vereceğine inanıyor, Düzce’deki “Çevre Mühendisi alımları” için yapılan “mülâkat”larda bir “kayırmacılık”, bir “torpil” var mıdır, yok mudur, bununla ilgileneceğini sanıyorum.

“Yürek”ten gelen bu seslere kulak verilmeli ki; insanlar “ümitsizliğe” kapılmasınlar ve “Hâlâ güvenilecek birileri” olduğuna inansınlar!..

“Güven kaybı” artarsa, zararını hem Hükümet görür, hem kendileri!..

Benden söylemesi!..

BİNTEPELER’DEKİ ZEYTİNLİKLER

Yazıya, “Salihli”den başladık, yine “Salihli”den bir şikâyetle bitirelim...

Bu “şikâyet” de, “zeytin” üreticisi “köylü ve çiftçiler”den!..

“Salihli-Ahmetli-Gülmarmara üçgeninde bulunan Bintepeler civarındaki arazide zeytinlik için Hükümet teşvik verdi ve o araziye binlerce dönüm zeytin dikildi.

Şimdi de; zeytinleri sökmemiz için talimatlar geliyor!..

Neymiş, orası SİT alanıymış!..

Ne yani; orası eskiden değil de SİT alanı olduğu yeni mi geldi akıllarına?..

Madem SİT alanıydı, o halde zeytin dikimi için niye teşvik verdiniz?.. Madem teşvik verdiniz, şimdi niye söktürüyorsunuz?”

Bence çiftçi haklı!..

O talimat, gerçekten saçma!..

Talimatı kim gönderdiyse; bir an önce gözden geçirmeli ve “zeytin üreticisi”ni rahatlatmalıdır!..

“Bintepeler” madem ki “SİT alanı”dır, ben de sorarım o zaman: Salihli-Akhisar Yolu yapılırken, o “tepe”ler, tam ortasından bölünmedi mi?.. Hatta, bazıları tamamen yok edilmedi mi?..

Ne yani; “Zeytin üreticisi”ne gelince mi “SİT alanı” oluyor orası?..

Bu saçmalığa bir son verin!..

HER YERDE PARALEL!

Sırada, çok mektup var...

Kimisi; “Manisa Celal Bayar Üniversitesi’ndeki Paralel çöreklenmeyi yazdın, Dumlupınar Üniversitesi’ndeki Paralel Kadrolaşma’yı da yaz” diyor, kimi de; “Süleyman Demirel Üniversitesi Rektörü Galip Akhan’ın, üniversiteyi Cemaat’e teslim ettiğinden” yakınıyor!..

Bu arada; “Oryantalistlere taş çıkartacak derecede Hadis ve Sünnet düşmanı alim(!)ler” türediğini haber veren, bu “alim”(!’)lerin; Müslümanların inandığı dine “uydurulmuş din” dediğini duyurma ihtiyacı hisseden “duyarlı Müslümanlar” var...

Onlara da, inşaallah ileriki yazılarımızda değinir, “fitneci”leri deşifre ederiz...

Bugünlük bu kadar...

 *****************************************************

Adı üstünde, terörist... Terörist bir ülkeden ne beklenir?

Öncelikle, “İsrail’i mahkûm etme” yolundaki yoğun çabalarından dolayı İHH’yı tebrik ediyorum... Oraya koştu, buraya koştu, sonunda, hem de “Uluslararası Ceza Mahkemesi” kararıyla “İsrail’in katilliğini” tescil ettirdi.

Bugünkü 1. sayfamızda da okuyacağınız gibi; Uluslararası Ceza Mahkemesi; zaten “terör devleti” olan İsrail’e dedi ki; “Sen katilsin!.. Sen işgalcisin!.. Sen ambargocusun!”

Daha ne desin?..

Kısacası, İsrail’in “katil ve işgalci bir devlet” olduğu, “Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin kararıyla da tescillenmiş” oldu!..

Peki, bu karar İsrail’in “umurunda” olacak mı?.. Elbette olmayacak!.. Olmayacağını da gösterdi zaten!.. Yine 1. sayfamızda okuyacağınız gibi; “Müslümanların ilk kıblegâhı olan Mescid-i Aksa’yı işgal” etti, “Allah’ın evi”ne “kirli ve kanlı postalları” ile girdi!.. “Halkı Müslüman ülkeler”in birçok yöneticisi, bu “katil ve işgalci”ye karşı maalesef tepkisiz!.. Çünkü onlar da, “Pensilvanya’daki zat” gibi, İsrail’i “otorite” kabul ediyor, ondan “izin almadan” konuşmuyor!..

Ama, er ya da geç, İsrail; “katliam”larının cezasını görecek... Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin tesbitleri, bunun bir işaretidir!..

Belki yarın, belki yarından da yakın; İsrail, belâsını bulacaktır!

yeniakit

Bu yazı toplam 558 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar