Başörtüsü Eylemleri'nde Bu Hafta(FOTO)

Başörtüsü Eylemleri'nde Bu Hafta(FOTO)

Sakarya'da 449., Kocaeli'de 470., Ankara'da 428.,

Sakarya’daki 449. hafta basın açıklamasında, Meclis’te kabul edilen yeni MİT yasası ve “Umut Davası” kapsamında Yargıtay tarafından onanan cezalar gündeme getirildi.

Sakarya’da her cumartesi yapılan adalet ve özgürlükler eyleminde 449. hafta basın açıklamasını Diriliş Saati Dergisi adına Muhammed Emin Duman okudu. Bu haftaki açıklamada, Meclis’te kabul edilen yeni MİT yasası ve “Umut Davası” kapsamında Yargıtay tarafından onanan cezalar gündeme getirildi.

Yeni yasayla, MİT’in denetlenemeyen ve soruşturulamayan dokunulmaz bir yapıya dönüştürüldüğü belirtilen açıklamada, bu yasa kapsamında, kamu görevlisi MİT mensupları ve kamu görevlisi olmayan MİT muhbirlerinin bir suç işlemeleri halinde, cumhuriyet savcılarının kovuşturma yürütemeyeceği; ancak durumu MİT müsteşarına bildirebileceği hatırlatıldı.

1990-2000 yılları arasında işlenen binlerce faili meçhul cinayetin müsebbibi olarak JİTEM’e işaret eden Duman, “Yeni kanun ile yetkileri olağanüstü kılınan MİT’in JİTEM benzeri faaliyetlere imza atmayacağının garantisi nedir?” diye sordu ve hükümete seslendi: “Bu kanunu acilen geri çekip revize edin. İç güvenlik paronayası sizi istihbarat devleti tercihine götürmemelidir. Aksi takdirde MİT yasasının hesabını ne bu dünyada ne de ahirette veremezsiniz.”

Öte yandan, Umut Davası sanıklarına verilen cezaların Yargıtay tarafından onanmasına da değinilen açıklamada, haksız gerekçeler üzerine bina edilen bu dava kapsamında verilen son onama kararının 28 Şubat sürecinin hala devam ettiğine kanıt olduğu belirtildi.

“Ortada düşünmek ve düşündüğünü söylemekten/yazmaktan başka hiçbir eylem yokken, bu davada yargılananlar mağdur edildi.” diyen Duman, bu davadan mağdur olanlarla dayanışma içerisinde olduklarını ifade ederek açıklamasını sona erdirdi.

Sakarya 449. Hafta Basın Açıklaması

MİT yasası TBMM Genel Kurulu’nda kabul edildi.

Yasa ile Türkiye’nin bir istihbarat devletine dönüşme tehlikesi ortaya çıkmıştır. Sonuçlarını iktidarın dahi yeterince analiz etmediğine inandığımız bu sakıncalı yasa önümüzdeki süreçte çok vahim uygulamalara yol açabilecek bir içeriğe sahiptir.

Yasa ile MİT denetlenemeyen ve soruşturulamayan dokunulmaz bir yapıya dönüştürülmüştür. Yasa ile kamu görevlisi olan MİT mensupları ve kamu görevlisi olmayan MİT muhbirleri faaliyetleri sebebiyle sorumlu tutulamayacak, herhangi bir suç durumunda cumhuriyet savcıları kovuşturma yürütemeyecek ve ancak durumu MİT müsteşarına bildirebilecektir. Diğer bir deyişle MİT görevlileri ve muhbirleri yargı önünde hesap vermeyecek özel bir statüye kavuşturulmuştur.

Bu yasa ile neyin amaçlandığı çok önemlidir. İç güvenlik paronayası ile vatandaşların, sivil toplum organizasyonlarının, ticari kuruluşların, kamu kurum ve kuruluşlarının sürekli ve keyfice izlenebildiği bir muhaberat devleti ile karşı karşıya kalacağız. İzlemenin haricinde, MİT’in ülke içindeki operasyonel faaliyetlerine de sıklıkla tanık olacağız.

Mevcut denetim mekanizmalarına rağmen Emniyet ve Jandarma’nın iç güvenliğe dönük hukuki olmayan bazı uygulamaları tartışılırken, denetime tabi tutulamayacak yeni MİT’in hukuksuz uygulamalarının ayyuka çıkacağını söylemek abartı olmaz.

İktidara veya resmi ideolojiye muhalif her düşünce, inanç ve söylem biçiminin sürekli kovuşturulacağı ve baskı altına alınacağı bir sürecin ayak seslerini duyuyoruz.

Hiç kimse iktidara yakınlığı nedeniyle bu yasa beni ilgilendirmez demesin… Bugün iktidarda olanlar yarın muhalefete geçtiğinde söz konusu MİT kanununun özgürlüklerine nasıl zincir vuracağını bu safhada düşünmek zorundadır. Özgürlüğü, kardeşliği ve barışı zedeleyecek MİT yasasına karşı tüm halkımızı seslerini yükseltmeye ve seferber olmaya davet ediyoruz.

Halkımıza 1990-2000 yılları arasında gerçekleştirilen binlerce faili meçhul cinayeti tekrar hatırlatmak istiyoruz. Bu dönemde Jandarma İstihbaratı olarak kurulan ve sınırsız yetki verilen JİTEM teşkilatı hepimizin malumu… 1990-2000 yılları arasında işlenen faili meçhul cinayetlerin sorumlusu olan JİTEM’i bugün çok yönlü sorguluyoruz. Halkımızın tüm kesimleri JİTEM’i lanetle anıyor ve bir daha asla böyle bir oluşuma meydan verilmemesi gerektiğine inanıyor.

Şu can alıcı soruyu sormak istiyoruz! Yeni kanun ile yetkileri olağanüstü kılınan MİT’in JİTEM benzeri faaliyetlere imza atmayacağının garantisi nedir? Bugünkü kadro bunu yapmaz dense dahi, yarın gelecek kadroların hukuksuz birçok işlemi gerçekleştirmeyeceğini kim garanti edebilir?

Hükümete buradan sesleniyoruz. Bu kanunu acilen geri çekip revize edin. İç güvenlik paronayası sizi istihbarat devleti tercihine götürmemelidir. Aksi takdirde MİT yasasının hesabını ne bu dünyada ne de ahirette veremezsiniz.

Yargıtay 9. Ceza Dairesi “Umut Davası” kapsamında verilen cezaları onadı. 28 Şubat sürecinin oluşturduğu yapay davalardan biri olan Umut Davası; hiçbir gerçek delile dayanmamasına ve sanıklara göz dağı verme üzerine kurgulanmasına rağmen yargının yanlı yaklaşımları sonucu maalesef haksız cezalandırmalarla sonuçlanmıştır. 

Uğur Mumcu’nun katli gibi önemli bazı faili meçhul cinayetlerin bu davayla ilişkilendirilmeye çalışıldığını dava sürecinde ibretle izledik. Uzmanların devletin derin unsurları veya yabancı istihbarat örgütlerinin işlediğini ifade ettikleri bu cinayetleri Umut Davası’na yapıştırma gayretleri Allah’ın yardımıyla boşa çıktı. Ortada düşünmek ve düşündüğünü söylemekten/yazmaktan başka hiçbir eylem yokken, bu davada yargılananlar mağdur edildi.

Umut Davası’nda mağdur edilen kardeşlerimizin yanında olduğumuzu buradan ilan ediyoruz. Bu davada adaletin değil gücün sesi olan yargının da ilgili kararını kınıyoruz.

Adalet ve Özgürlükler Platformu Adına Diriliş Saati Dergisi

 

 

BAŞKANLIK SİSTEMİNE GEÇİLSİN, CUMHURBAŞKANLIĞI VE AYM KALDIRILSIN. 470.HAFTA BASIN AÇIKLAMASI

Kocaeli İnanç Özgürlüğü Platformunun 470.hafta basın açıklamasının konusu gündemdeki cumhurbaşkanlığı seçimleriydi. Basın açıklamasında Cumhurbaşkanlığı makamının Kemalist oligarşi tarafından sistemin içine konulmuş bir sigorta olduğu, halkın özgür iradesinin tecellisine engel olduğu vurgulandı ve bu makamın kaldırılarak başkanlık sistemine geçilmesi önerildi. Basın açıklanmasını İnsan hakları Derneği genel başkan yardımcısı Behlül Metin yaptı. Vatandaşlar ellerinde Tam bağımsızlık için Cumhurbaşkanlığına hayır, başkanlık sistemi istiyoruz pankartları taşıdılar.

İNSAN HAKLARI SAVUNUCULARI

TÜRKİYE İNSANİ VE İSLAMİ İNSAN HAKLARI AKTİVİSTLERİ

KOCAELİ İNANÇ ÖZGÜRLÜĞÜ PLATFORMU 10.YIL 470. HAFTA BASIN AÇIKLAMASI

İNSAN HAKLARI SAVUNUCULARI DERNEĞİ GENEL MERKEZİ RESMİ BASIN AÇIKLAMASI

Değerli halkımız ve basın mensupları, 470.hafta basın açıklamamıza hoş geldiniz. Bu haftaki açıklamamızda, insan hakları derneği olarak, Cumhurbaşkanlığı ile ilgili görüşlerimizi ortaya koyacağız. Akla siyasi “Cumhurbaşkanlığı seçiminin, insan hakları ile ne alakası var?” diye bir soru gelebilir. Son yaşanan olaylar ve geçmişteki Cumhurbaşkanlığı uygulanmalarına bakıldığı zaman, Cumhurbaşkanlığı makamının Türkiye'deki uygulamalarıyla, insan hakları ile direk ilgili olduğu anlaşılır.

Ülkemizin her ne kadar, Cumhuriyet olduğu ve hâkimiyetin kayıtsız şartsız milletin olduğu kandırmacası sürse de, son yaşanan olaylar ve öncesi, bizlere şunu göstermiştir ki, halkın meclisi de, seçimlerde göstermeliktir. Bu ülkede hiç bir zaman egemenlik gerçek anlamda halkın olmamış, bu günkü örneğinde olduğu gibi iktidarsız iktidarlarla, halk sürekli kandırılmıştır. Son 10 yılda mevzilerini kaybetmeye başlayan egemen güçlerse, her türlü entrikayı çevirerek, halkın özgür iradesinin önüne geçmeye çalışmışlardır. Halkın vekilleri mecliste bir karar alır, yeri gelir Anayasa mahkemesinden, yeri gelir Cumhurbaşkanından geri döner. Bu güne kadar Özal ve Abdullah Gül dışında iş başına gelen hiç bir cumhurbaşkanıysa halkın anlayışını yansıtan kişiler olmayıp, Kemalist rejimin, oligarşinin kontrol memurları olmuşlardır.

Bu ülkede Cumhurbaşkanlığı makamının var oluş sebebi, göstermelik demokraside, kontrol dışı olarak, Kemalist anlayışın güdümünde olmayanlar, iş başına gelirse Cumhurbaşkanlığı makamı vasıtasıyla, halkın meclisinin kararlarına engel olmaktır. Cumhurbaşkanlığı makamı, olur ya bir gün, Hasolar, Memolar, bidon kafalı göbeğini kaşıyan adamlar ve de dağdaki çobanların, seçimde bir hata yapması karşısında rejime konulmuş bir sigortadır. Aslında 1 oyu, zenci Türkiye'lilerin 10 hata 100 oyundan bile üstün olan Beyaz Türklere rağmen, olur ya zenci Türkiyelilerin!, bir hata yapması durumunda !, Anayasa Mahkemesi ve Cumhurbaşkanlığı makamı ile bu yanlışların önüne geçmektir. Kafası pekte basmayan !! zenci Türkiyeli halkın, yanlış yaparak, Kemalist rejimi tehlikeye sokmasına engel olmaktır !.

Son olarak Ahmet Necdet Sezer döneminde bu uyumsuzluk yaşandı. 22. Dönem halkın Meclis'i rekor sayıda yasa çıkarırken,5 yıllık dönemde, Kemalist oligarşiye ters düşen yasalar, sözde cumhurun başı! Ahmet Necdet Sezer'den geri döndü. Meclis'ten geçen 914 yasanın, Kemalist oligarşiye uymayan 61 tanesi, Cumhurbaşkanı! Ahmet Necdet Sezer tarafından veto edildi. Halkın Abdullah Gül'ü seçmesiyle, Cumhurbaşkanlığı makamı halkın eline geçti. Askeri Cunta'nın, 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra, rejim içine koyduğu Kemalist oligarşinin Anayasa Mahkemesi eliyle meclisin kararları veto edildi. Bu ülkede 76 milyonun seçtiklerinin sözü geçerli olmayacak, Anayasa Mahkemesinin 17 üyesinin veya 1 Cumhurbaşkanının düşüncesi, 76 milyonun seçtiği vekillerinin üstünde olacak!. "Hoop! durun bakalım ya !, ne oluyoruz?, bu rejimin sahibi siz halk değil, biz Kemalistleriz, haddinizi bilin !, böyle karar olmaz, iptal ediyorum !" denilecek. Sonrada sahtekârca bu ülkede demokrasiden ve cumhuriyetten bahsedilecek. Cumhuriyet halkın kendi kendisini yönetmesi değil’miydi?, AYM’ nin, Cumhurbaşkanının, darbecilerin yönettiği bir ülkede, lütfen sahtekarca cumhuriyetten, demokrasiden bahsetmeyin, halkı aptal yerine koymayın.

Bu ülke koalisyonlardan, kısır çekişmelerden, çifte başlılıktan çok çekti. Kemalist rejimi sistem içine konulan sigorta mahiyetindeki makamlar yüzünden, çıkan tartışmalar çok çekti. Bu kurumlar, halkın özgür iradesinin önünde hep set oldu, tartışma ortamı oluşturdu, ülkeyi geriye götürdü. Halkın özgür iradesinin tecellisine engel olan bu uygulamaları insan hakları derneği olarak, bir insan hakları ihlali olarak görüyoruz. Tüm bunların önüne geçilmesi için, Cumhurbaşkanlığı makamı gibi, çifte başlılığa yol açacak bir makamın ortadan kaldırılıp --BAŞKANLIK-- sistemine geçilmesini öneriyoruz.

Önümüzdeki günlerde yapılması planlanan Cumhurbaşkanlığı seçimi, başkanlık seçimine dönüştürülmelidir. Başkanlık’la beraber Yeni Anayasa'nın yapımı da acilen tamamlanıp, içinde Cumhurbaşkanlığı makamı, Anayasa mahkemesi gibi halkın meclisinin kararlarına set çeken kurumların olmadığı, karar verme konusunda tek yetkili kurumun, halkın meclisi olduğu, Kemalist oligarşinin tahakkümünden kurtarılmış, tam bağımsız bir Türkiye için halk referanduma gitmelidir. Ülkede meclisin ve halkın seçtiği başkan dışında karar, kontrol, engel mekanizmasının olmadığı, Kemalist tahakkümün sona erdirildiği bir sistemle, gerçek anlamda insan haklarına saygılı bir rejimin oluşturulabileceğine inanıyor, basın açıklamasına katıldığınız için teşekkür ediyoruz.

İNSAN HAKLARI SAVUNUCULARI DERNEĞİ

 

"Mahkemeler ideolojik saplantılıların karşı ideolojiyi cezalandırma mekânı değildir. "
#YakupKöseVeArkadaşlarınaÖzgürlük

Ankara İnanç Özgürlüğü Platformu tarafından düzenlenen 428. hafta basın açıklamasına hoş geldiniz.

Mesleki dokunulmaz...lık zırhına bürünmüş ve muhalefet yapma adına kimi siyasiler ve medya organlarınca Layüsel ilan edilen yargı organları eli ile son günlerde adliye koridorlarından gelen haberler bizleri endişeye sevk etmektedir. Mehmet Haberal ve Mustafa Balbay’ın tahliyeleri ile başlayan süreç Ergenekon Davası tahliyeleri ile devam etmiştir. Ardından seçim sürecinde ortaya çıkan yasa dışı yollarla vatandaşların dinlenmesi hadisesi ile ilgili olarak tutuklanan kamu görevlilerinin jet hızı ile salıverilmeleri kafalardaki şüpheyi dahada bir artırmıştır. Bu salıverilmelere karşılık Mavi Marmara davasının sürüncemede bırakılması, Mavi Marmara şehitlerinden Furkan Doğan davasında “İsrail yargılanamaz” ve “Giderken bize mi sordunuz?” diyen mahkemenin red kararı, 28 Şubat darbeci askerlerinin teker teker sessiz sedasız salıverilmeleri, 28 Şubat darbesinin siyasi ve ekonomik figürlerinin isimlerinin dahi ağza alınmıyor olması, 28 Şubat sürecinin çocuk mağduru Yakup Köse ve arkadaşlarının Yargıtay tarafından onanan cezaları, yine Yargıtay tarafından onanan Umut Davası bizlere bilinçli ve programlı bir şekilde İslami camia üzerinde yıpratma harekâtı yapıldığı intibağını vermektedir. Tertipleyicileri tarafından bin yıl süreceği iddia edilen 28 Şubat darbe süreci ülkedeki kısmi iyileşmelere karşın maalesef hala devam etmektedir. Yargı maalesef üzerinde bulundurduğu sorumluluğun yükünü taşıyamayan kimi kişiler eli ile ideolojik bir sopa haline getirilmek istenmektedir. Ellerinde bulundurdukları imkânları operasyonel bir güç şeklinde kullanan kişiler bilmelidirler ki gün gelir adalet kendiniz içinde ihtiyaç duyulan bir mefhum olarak karşınıza çıkar. Özellikle yargıda alınan son kararlarla alakalı kendilerini 28 Şubatın mağduru olarak gösteren ve şu günlerde paralel olarak adlandırılan yapıya yakın hâkim ve savcıların aktif bir şekilde görev almaları bizler açısından oldukça manidar olarak görülmektedir. Kim olursa olsun içinde bulunuyor oldukları grupları adına toplumu kamplaştıran ve kaos ortamı oluşturmak isteyen kişiler, içinde yolculuk ettikleri geminin dibine delik açan kimseler gibi kendi sonlarını hazırladıklarının bir an evvel farkına varmalıdırlar. Adalet mekanizmasının herkes için eşit ve adil bir şekilde çalışması elzemdir. Çifte standart adalet çarkının dişlilerinin kırılması demektir. Mahkemeler ideolojik saplantılıların karşı ideolojiyi cezalandırma mekânı değildir. Mahkeme önünde rütbeli ve sivil ayrımı yapılamaz. Statüleri kişileri mahkeme önünde imtiyazlı konuma getirmemelidir. Mahkemede esas olan suçun niteliğidir, suçlunun kimliği değil. Toplumun her kesimini şahısların kişisel görüşleri ve ideolojik şablonlarına mahkûm kılmayacak yeni bir hukuk sistemi derhal tesis edilmelidir.

Diğer yandan Mısır’da 2013 yılında batı destekli askerler eli ile gerçekleştirilen darbeye rağmen Mısır toplumu seçtiği iktidara sahip çıkmış, “Darbeyi Ret ve Meşruiyete Destek” adı ile emperyalistlerin beklemediği bir tepki ortaya koyarak haklı davalarını 5000’e yakın şehidin kanı ile sulamışlardır. Dokuz ayı geride bırakan Darbe yönetimi her türlü şiddete başvurması ve sözde mahkemeler eli ile halka ağır hapis ve para cezaları vermesine rağmen günlük olarak gerçekleşen kitlesel eylemlerin önüne geçmeyi başaramamıştır. Bu durum karşısında son olarak halka gözdağı olması amacıyla 20 dakika süren göstermelik bir mahkemede “Şiddete Teşvik Suçlamasıyla” 529 kişiye idam cezası verilmiştir. Bu karar hiç şüphesiz hukuk ve insanlık tarihine kara bir leke olarak geçecektir. Bu durum Küresel emperyalistler ve yerli işbirlikçilerinin sistemlerinin devamı uğruna neler yapabileceklerinin trajikomik bir örneğidir. Maalesef küresel medyanın ve yerli işbirlikçilerinin görmezden gelmesi ve toplumların duyarsızlığı sonucu bu karara yeterince tepki verilmemiştir. “Zulüm karşısında susan dilsiz şeytandır.” ilkesi gereği gücümüz nisbetinde Mısırdaki kardeşlerimizin yanında yer alıyor olduğumuzu tekrar deklare ediyoruz. İnsaf ve vicdan sahibi tüm insanlara seslenerek diyoruz ki; sessizliğinizin zalimleri daha da bir cesaretlendireceğini ve dünyanın daha da bir yaşanmaz yer haline geleceğini unutmayın.
Bütün insanların akıl, nesil, can, mal ve din emniyetlerinin sağlandığı bir dünyada buluşmak temennisiyle.
ANKARA İNANÇ ÖZGÜRLÜĞÜ PLATFORMU