Abdurrahman Dilipak: Geçen Gün Ankara'da

Abdurrahman Dilipak: Geçen Gün Ankara'da

Habervakti.com yazarı Abdurrahman Dilipak'ın yazısını iktibas ediyoruz

Abdurrahman Dilipak: Geçen Gün Ankara'da/ /Habervakti.com

Geçen gün Ankara’da LİMAK önünde Gazze ile ilgili olarak İsrail’e yönelik ticaretle ilgili, çoğunluğunu kadınların oluşturduğu 30-40 kişilik bir eylem vardı. Polis bu topluluğun Limak’a 50 metreden daha fazla yaklaşmasını engelledi. Türkiye’de bu güne kadar, AK Partinin yaptığı ve fiilen desteklediği protesto eylemleri dışında polisin müdahale etmediği tek bir eylem yok. Bu durum Limak örneğinde, sadece göstericiler açısından değil, mesela eğer Limak’ın itibarını korumak için polis böyle davrandı ise, bu durum Limak’ın itibarına o gösteriden daha çok zarar verdi. Polis hükümetin değil milletin polisidir. Milletin bu kadar hassasiyet gösterdiği bir konuda polisin davranışın millete hizmet etmiş olmadı. Bu durum Polisin itibarını da yüceltmedi. Peki bu kime yaradı. Bu sonuç en çok İsrail’in işine yaradı.

“Yarım doktor candan, yarım hoca dinden eder” derler. Yarım politikacı da insanları imanından ediyor sanki. Bu kadar Deist, Agnostik, Satanist durduk yerde çıkmıyor. Halim pür melalimiz ortada. Bizim göstericimizin de, polisimizin de dikkatli olması gerek. Yaptığımız işi yarım yapmamalı, yüzümüze gözümüze bulaştırmamalıyız. Mesela, neden hep MÜSİAD protesto ediliyor de TÜSİAD’dan söz eden yok. Diğer SİAD’lardan söz edilmiyor, SİAD üyesi olmayanı da var bu işin. Mesela, tamam AK Parti’ye söyleyelim de, “HAMAS’ı terörist ilan eden” Özgür Özel’den söz etmiyoruz. Niye sadece 2 parti, diğerlerine de söyleyecek sözümüz olmalı. Adil şahitler olmalıyız. Bir topluluğa olan öfkemiz bile, bizi onlar hakkında adaletsizliğe sevk etmemeli. Haklı olmak haksızlık yapmamızın gerekçesi olmamalı. Herkes için, her zaman geçerli olan kural bu.

Tamam, polisten agresif davranan olabilir, peki göstericilerden de olamaz mı? Polisi tahrik eden de olabilir, göstericileri tahrik edenler de. Polisten sükûnetle olayı çözmek isteyenlerle, toplantıyı salimen hedefine ulaştırmak isteyen birileri, o itişip kalkışmanın dışında gözlemci olarak arka planda olsa ne iyi eder. Polis de bir agresif göstericiye karşı hemen “haddini bildirme” kalkışmadan göstericilerde bu konuda yardım istese. Biz birbirimize muhtacız. Birbirimize rağmen değil, birlikte hedefe yürüyeceğiz. Eminim o polis de, akşam evine döndüğünde, Gazze trajedisini ekranlarda gördüğünde kendini sorguluyordur. O göstericiler de elbette yaşanan trajedinin büyüklüğü karşısında öfkelidirler. Ve zaten bu öfkelerini ifade etmek için oradalar. Polisin de bunu anlaması gerek. Herkesin bu konuda öfke kontrolüne ihtiyacı var. O gün yaşananlar çok büyük, önemli değil. Bu olayın bundan sonrası için, hem olaya katılanlar, hem de diğer illerdeki vicdanlı göstericilerimiz ve polislerimiz için ibret dersi olmalıyım. Merhametimiz gazabımızdan, sevgimiz nefretimizden büyük olmalı. Sabırlı olmalıyız.

Bir kere kalabalık zaten 40 kişi civarındaydı. Bu kadar önemli bir konuda bu kadar az insanın, hem de Ramazan öncesi ilgisizliğinin arkasındaki sebep sizce ne dersiniz. Gayri Müslim ülkelerde bile bu hassasiyet İslam ülkeleri ile kıyaslanamayacak kadar yüksek. Beyaz Saray çalışması, bahçe kapısının önüne çıkıp Amerikan yönetimini protesto edebiliyorlar. Orada terörist yok mu, Oradaki insanlar çok daha akıllı, uyumlu mu.? Biz daha barbar mıyız. Halk uysal olduğu için mi polis uysal, polis uysal olduğu için mi halk uysal! Yoksa genel baskıya karşı tedirgin bir halkın baskılanmış duygularının öfkeli dışavurumları endişesinden mi kaygı duyuluyor. Öyle ya mRNA’yı soruşturmak isteyen bir savcı bile görevden alınabiliyor bu ülkede. Bir kişiye yapılan bir haksızlık bütün bir topluma yöneltilmiş bir tehdittir. Halkın da şuuraltı bu konuda yaralı. Verilen emri yerine getirmeyen polis de neyle karşılaşacağını biliyor ve bu ülkede kimse adalete güvenmiyor.

Bosna savaşı günlerinde Almanya’da bir protesto mitinginin ana konuşmacısı ve miting tertipçisiydim. Bir gün önce Emniyete davet ettiler, miting alanı ve yürüyüş güzergahı hakkında bize ayrıntılı bilgiler verdiler. Harita üzerinde. Oradaki Sırp ve Hırvat yerleşimleri ve iş yerleri için tedbir alınmış. Miting tam saatinde başlayıp-biterse, trafik ışıkları ona göre ayarlanmış. Yürüyüş hızı bile belli. Mitinge gelenlerin araçlarını yolcu indirmek için duracakları ve yürüyüş bittikten sonra ayrılacakları yerdeki otopark ayarlanmış. Orada bir komiserle tanıştırdılar. O sivil giyimli biri miting ve yürüyüş sürecinde benimle birlikte olacak. Benim bir talebim olursa ona söyleyeceğim, onun bir talebi olursa bana söyleyecek. Adam kendini tanıttı, adı, soyadı, telefonu, sicil numarasını verdi.

Miting günü toplanırken o komiser geldi, her şeyin çok düzenli olduğunu söyledi. Eğer izin verirsek, mitingi ve yürüyüşü baştan sona kayda almak ve eğitim programlarında bunu kullanmak istediklerini söylediler. Polis kolejinin son sınıfı öğrencileri de tepesinde kamera olan ve içi sınıf şeklinde dizayn edilmiş iki otobüsle öğrencilere eğitim vereceklerdi. “Siz isteseniz bunu yapabilirsiniz zaten” dedim. Evet, o istihbaratın işi, onu gerekmediği sürece değerlendirmeye alamayız. Ama bunu kullanacağız” dedi. “Tamam” dedim. O zaman tam hatırlamıyorum ama, 3-5.000 DM gibi bir para ödeyebileceklerini söyledi. “Daha fazla talep ederseniz, sormam gerek” dedi. Biz “gerek yok” dedik. Bunu ben size ödemem gerek, ama siz arzu ederseniz, bu hesap numarasına polis vakfına hibe edebileceğimizi söyledi. Miting bitti. O Komiser geldi, benden süreç içinde bir sorun yaşanmadığı, her şeyin yolunda olduğunu belirten bir belgeyi imzalattı. Bir şikayetim varsa, bir üstüne şikayet edebileceğimi söyledi. Ve biz oradan ayrılama kadar o kişi de orada bekledi ve beni selamlayarak teşekkürü etti ve ayrıldı.

Bizde polis kendini iktidarın, yani siyasetin polisi zannediyor. “Devletin polisi” derken bunu söylüyor aslında. Devletin, anayasa ve yasaların varlık ve meşruiyeti, milletin, mal, can, namus, akıl, inanç ve nesilinin güvenliği, refah ve mutluluğu içindir. Ben devlet için değil, devlet benim için var. Devletin asli unsuru Millettir. O millet belli bir toprakta belli bir düzen kurmuştur. Polis bu düzeni korur. Devlet dedikleri aslında bu “Düzen”dir ve bu düzende kuvvetler ayrılığı ile 3’e yarılmıştır. Çünkü servet, silah ve iktidar gücü bir kesime verilemez. Onun için Yasama, Yürütme ve Yargı diye ayrıl mıştır. Eğer devletin ayaklarından biri ötekilere müdahale ederse, halkın self determination hakkı vardır. Yoksa Hitlerin de anayasa ve yasaları, yargısı vardı, Musolini’nin de, Saddam’ında. Kanun devleti olmak marifet değil. Kanunlar hukuka uygun değilse suç aleti sayılır.

Polis Hükümetin, Şirketlerin polisi değil, Milletin, Halkın polisi olduğu zaman asli görevini yerine getirmiş olacaktır. Şunu içimize sindirelim: Sivillerin ve Medianın artırılmış eleştiri hakkı, siyasilerin, bürokratların artırılmış tahammül yükümlülükleri vardır.

Biz bir yasayı eleştirebilir, değişmesini isteyebiliriz. Kamu yararına uygun olmayan düzenlemelere karşı çıkma hakkımız var. Mesela, benim gömleğimin rengi anayasanın temel ilkeleri ile çelişiyorsa, değişmesi gereken benim gömleğim değil, anayasanın temel ilkeleridir.

Devlet kutsal değil. Kutsal olan Hak’dır ve o nerede tecelli ederse onu yüceltmemiz gerek. Kutsal devlet anlayışı “Tanrı Kıral” geleneğinin “Kutsal Roma” geleneğin in devamıdır. Yoksa Firavun’un da devleti vardı Nemrud’un da, Şeddat’ın da devleti vardı, Hitler’in, Stalink’in de, Nebukadnezar’ın da devleti vardı. İbrahim Aleyhisselam’dan sonraki 1000 yılda gelen peygamberler hep devlet sahibi krallarla savaştırlar. Hz. Ali’yi, Hz. Hasan-Hüseyin’i kim şehit etti, ya da İmamı Azabı şehit eden Halife değil mi idi. Kutsal devlet iddiası “seküler bir kutsallık” iddiasıdır ki, Kutsal olan yalnız Allah’tır! Araf 123-124. Firavun: "Ben size izin vermeden mi O'na inandınız? Doğrusu bu, halkı şehirden çıkarmak için düzdüğünüz bir hiledir, fakat siz göreceksiniz. And olsun ki, ellerinizi ayaklarınızı çaprazlama keseceğim, sonra da hepinizi asacağım" dedi. Firavun, “Ben size izin vermeden ona iman ettiniz ha!” dedi. Şuara 49: Firavun: “Ben size izin vermeden ona inanıyorsunuz, öyle mi?” diye çıkıştı. “Doğrusu o, size sihri öğreten büyüğünüzdür. And olsun, yakında bileceksiniz, bana karşı gelip döneklik yapmanız yüzünden işlerinizi/mesleklerinizi ellerinizden alacağım, özgürlüğünüzü kısıtlayıp sizi tutuklayacağım ve (sonra da ibret olması için) hepinizi asacağım” dedi.

Polis, “Şehir” yani “Medine” demektir. Yani, dini, mezhebi, etnik, ideolojik, politik, felsefi ve vicdani kanaat farklıklarına sahip insanların barış içinde bir arada yaşamaları için oluşturulan hukuk düzenini ifade eder. Polislik meslek olarak bu düzeni koruyan kişi ve kurumu ifade eder. Medeniyetin de temeli budur. Bunun aksi, bir ülkeyi “Polis devleti” yapar, “Polis devleti” “Jüristokratik devlet” takip eder, Sefiller’deki “Javert” karakteri, saygın bir polis karakteri değildir. “Polis devleti” diktatörlüğe uzan bir yola kapı aralar. O zaman Polis Hakkı koruyan değil, Hakkı gasp eden muktedirlerin aleti olur.

Sahi, şimdi son örnekte ne oldu? Kim kazançlı çıktı bu işten. Yarım saate bitecek bir eylem, 2 saate yakın sürdü. İtişme-kakışmalar oldu. Gösteri yapanın iki katından fazla polis vardı. Bu bile orantısı bir güç olarak caydırıcı bir baskıya dönüştü.

Bu sonuçtan en çok İsrail memnun olmuştur. Bu tür olaylar dışarıda Ülkemizin itibarını yüceltmez. Bu görüntüler Hükümetin saygınlığını artırmaz. Örnek olayda Gazze konusundaki söylem ile eylem farkı sonucu tüm taraflar bu olaydan zarar görmüştür. Bu sonuç korunmaya çalışılan değere zarar vermiştir.. Bu örnek ilk değil. Bu ülkede iktidarın kendi yaptıkları dışında sorunsuz bir miting yapılamadığına göre, bütün sorunu halka yüklemek insaflı bir değerlendirme olmayacaktır.

İktidar nezdinde toplumun itibar kaybı devlete zarar vermez, ama toplum nezdinde iktidarın itibar kaybı devlete zarar verir.

Bir ülke yücelecekse, bu toplum, siyaset erbabı, bürokrasisi, basımı, STKsı, askeri, polisi, sanatçısı, akademsiyeni ile topyekun birbirimizin itibarını yüceltmekle olacaktır. Bir birine karşı güvenini kaybetmiş, bu gün siyasi partilerin ağız dalaşlarında ifadesini bulduğu gibi birbirimizin itibarına kaşı tehdit oluşturuyorsa, o toplumun geleceği için bu durum hiç de iyi bir alamet değildir.

Ne polis, ne asker, ne de yargı iktidarın toplumu ve muhalefeti, aykırı seslerin susturmak için elindeki bir sopa değildir ve olmamalıdır. Bu çizgi aşılırsa, unutmamak gerekir ki, Haddinden fazla şiddet , hukukun sınırlarını zorlayan uygulamaların olağan hale gelmesi gayedeki hikmeti yok eder. Bu sınırı koruyamayanlar, Tosya’ya pirince giderken evdeki bulgurdan olurlar.

Yarınki Türkiye’yi biz, birbirimize rağmen değil, birlikte inşa edeceğiz. Aynı ülkenin çocuklarını birbirine karşı kullanan akılla bunu başaramayız, zaten birileri bizim kanlarımız ve gözyaşlarımız üzerinde kendilerine, iktidar ve servet üretmeye çalışanlar varken.

Bakın sivillerin içinde iyiler de vardır kötüler de. Polisin içinde de aynı durum söz konusu. Firavunun evinde, Hz. Musa, Hz. Harun, Hz. Asiye, Hz. Hacer, Hz Maşite de vardı, firavunun dostları da vardır. Hz. İbrahim’in babası iman etmedi. Hz. Nuh’un oğlu ve zevcesi gemiye binmedi.. Tam da o günlerde Yasin Hayal ile ilgili bir haber düştü sosyal mediaya. Ogün Samast mahkemedeki ifadesinde "Yasin Hayal'den korkuyordum. Yasin sıradan vatandaş değildi. McDonalds'ı bombalamıştı, silahlı eylemleri vardı. 'Sen yapacaksın bu işi, cayarsan bedelini ödersin' diye tehdit etti" dedi. Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink'i 19 Ocak 2007'de silahlı saldırıyla öldüren Ogün Samast cinayet sonrası götürüldüğü karakolda nasıl karşılanmıştı. "Silahlı terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemek" suçundan 10 yıla kadar hapis istemiyle yargılandığı davada verdiği ifadede zabta geçti bu cümleler: “DEVLET arkamızda rahat ol”. Kendini DEVLET yerine koyan ve başkaları üzerine hüküm veren birileri var ülkede! Sahi neden polis bir ilçe otelinde fuhuş yapılan belediye başkanını, en son sağır sultan duyduktan sonra farkına vardı da adam mahkemeye verildi. Onun partisi bir çok kişinin bildiği bu “sır”ı, partisi bilmedi, duymadı, görmedi. Demek ki, her yerde her zaman bu tür şeyler olabiliyor. Mesela hiçbir savcı Habat’ı, yerli Epstein cemaatini ve Agartha’cılar görmez, ya da görmek istemez. Erdoğan Hacı Bektaş-ı Veli şenlikleri (!?) için oradayken Agartha’cılar merkezde başka bir şenlikte eğleniyorlardı. Hepimiz kendimize bir çeki düzen vermemiz gerek. Hepimizin daha dürüst, daha akıllı ve daha cesur olması gerek. Allah’a dayanıp, sa’ye sarılmamız gerek. Sahi niçin bu ülkede kimse Great Resetçilere dokunmaz. Yoksa taşları toprağa bağlayıp, köpekleri sokağa salınan bir ülkede mi yaşıyoruz!?

Dikkatli olalım. Sabırlı olalım. Birbirimize zarar vermeyelim. İçimizde provokatörler de olabilir, ona da dikkat edelim. Bakın ben 28 Şubat’ta bile, bütün baskılara rağmen bugünden daha kitlesel eylemler yapabiliyorduk ve hem de hiçbir olay olmadan.

Şunu da Polislere anlatmak gerek, toplantı ve gösteri izne tabi değil. Silahsız, saldırısız, kamu güvenliği gibi konulara dikkat etmek gerek tabi. Beyanda bulunduğumuzda, polisin eylemde bizi koruması için tedbir alması gerek, protesto edilen topluluğu değil. Tabi, bizim de onlara fiilen bir saldırıda bulunmamamız gerek. Ona yargı verir kararı ya da idari yaptırımlar söz konusu olacaktır. Evet, evet, Beyaz Saray çalışanları beyaz sarayın bahçe kapısı dışında yönetimi protesto edebilir. Çiftçiler Belçika’da Avrupa Parlamentosunu kuşatıp gösteri yapabilir. Polis şeflerinin şunu düşünmesi gerek:Beştepe çalışanları, Külliyenin kapısı dışında yönetimi protesto edecek olsalar, polis nasıl bir tavır alırdı. O protestoya katılanların hali nice olurdu? Dilerim bu olay, herkes açısından bundan sonrası için bir ibret dersi olur.

Selam ve dua ile.