15 yıl sonra 28 Şubat... Aktörler, “piyon”lar ve “siyon”lar!

 

 

 


Bugün, günlerden 28 Şubat...

Türk siyasi tarihine "kapkara bir leke" olarak geçen "darbe"nin 15. yıldönümü...
 
Hemen herkes, pek tabiî; "28 Şubat"ı telâffuz ediyor, o günkü "9 saatlik MGK"da alınan "18 maddelik karar"ların, Türkiye"de nasıl bir "travma"ya yol açtığı, sebep olduğu "500 milyar dolarlık zarar"la, ülkeyi nasıl bir "ekonomik çökünü"ye götürdüğü gibi konular üzerinde duruluyor...
 
Evet, "28 Şubat"ın, bu ülkeye sayılamayacak kadar zararı olmuştur...

Bu ülkenin "siyaset"ini de mahvetmiştir, "ekonomi"sini de!.. "Asker"ini de mahvetmiştir, "öğrenci"sini de!..
 
Ama, asıl mahvettiği;
 
"Halkın psikolojisi"dir!..
 
Çünkü, "28 Şubat Süreci"yle;
 
Özellikle "dindar" insanların "özgürlük"leri ellerinden alınmış, "okul"ları ve "kurs"ları kapatılmış, sergilenen "yasa dışı zorbalıklar"la bu ülke insanına "maddi ve manevi işkenceler" yapılmış, genç beyinler, yabancı ülkelere "zorunlu sürgün"e gitmek mecburiyetinde kalmıştır.
 
28 ŞUBAT"TAN ÖNCE 28 ARALIK!
 
Malûm, bütün "cuntacı"lar, "darbe şartlarını olgunlaştırmak" için, çeşitli "kişi" veya "kuruluş"ları "kullanırlar" ve onlar üzerinden darbeye "zemin" hazırlarlar!.
 
"28 Şubatçılar" da bunu yaptı!..
 
Her zaman derim ya;
 
28 Şubat"ın düğmesine 28 Aralık"ta basılmıştır... "İrticanın birinci tehlike(!) olduğunu" göstermek isteyen "cuntacı"lar, 28 Aralık 1996 tarihinde, "Müslüm Gündüz ve Fadime Şahin"e, tam da evde bulundukları saat"te baskın yaptılar!..
 
Ama, planlandığı gibi;
 
"Saat 11.00"de" değil,
 
"Saat 13.00"te!"
 
Düşünebiliyor musunuz;
 
"Aczmendi eylemleri"nden dolayı "45 gündür aranan" Müslüm Gündüz"ün bulunduğu adres tesbit edilmiş ama "istihbarat alındığı anda" baskın yapmak yerine, operasyon saati erteleniyor!..
 
Niye erteleniyor?..
 
Çünkü, kendilerine haber verilen "televizyon"lardan ikisinin "kameraman"ları İstanbul trafiğine takılmışlar yani "saat 11"e" yetişememişlerdir!..
 
Onların gelmesi beklenmiş ve operasyon "saat 13"e" ertelenmiştir!..
 
Oysa, o "2 saatlik süre"de, Müslüm Gündüz, pekalâ evden çıkabilir, bir başka adrese gidebilir ve böylece "operasyon fiyaskosu" yaşanabilirdi!..
 
Demek oluyor ki;
 
"Tedbir"lerini almışlar!..
 
Kimbilir, belki de; ya eve yerleştirdikleri, ya da Fadime Şahin"in yanında götürdüğü "dinleme cihazı"ndan, Müslüm Gündüz"ün "banyo"ya girdiğini öğrendiler ve onu "yarı çıplak" görüntülemek istediler!.
 
Ki, görüntüler de bunu gösteriyordu!..
 
Televizyon kameraları eve girdiğinde, Müslüm Gündüz"ü "havlu"ya sarınmış, "yarı çıplak" yakaladılar!..
 
Fadime Şahin de, evin bir köşesinde, "başörtüsü"(!) ile yüzünü örtmek isteyen bir "ürkek tavşan" gibiydi!..
 
Bu görüntüler, bütün televizyon kanallarında döndürüle döndürüle yayınlandı.
 
Verilmek istenen "mesaj" şuydu:
 
"Müslüm Gündüz; kızı ve hatta torunu yaşındaki bir kızla cinsel ilişki yaşamış, şimdi de gusül abdesti alıyor!"
 
Oysa, daha sonra kendileriyle görüştüğüm Müslüm Gündüz de, Fadime Şahin de; bana "cinsel beraberlik yaşamadıklarını" söylediler!..
 
Ne var ki;
 
Bu "algı"yı oluşturdular!..
 
Daha sonra da, Fadime Şahin"i ekran ekran dolaştırıp salya-sümük ağlattılar!.. "Aldatıldım" diyordu; "Dindar denilen bu insanlar, benimle oynadılar, hayallerimi kararttılar!" diyordu...
 
Oysa, Fadime Şahin"i aldatan filan yoktu... O, bir "piyon" olarak kendisine verilen "rol"ü oynuyordu...
 
Hem, bu nasıl aldatılmaktı, bu nasıl "zorlamak" ve "baskı görmek"ti ki, Fadime Şahin; operasyon düzenlendiği gün bile, evin karşısındaki "manav"dan çeşitli "meyveler" almış ve Müslüm Gündüz"ün yanına sallana sallana gitmişti!..
 
Sadece "o gün" de değil,
 
Her gittiğinde!..
 
Ama, bu gerçeği hiç kimse görmedi, görmek istemedi.. Zaten, hiç kimse de "gerçeğin" peşinde değildi ki!..
 
O günlerde, bütün "yardım" ve "yatakçı"lar, "darbe şartlarını olgunlaştırmak"la meşguldü!..
 
Tabiî, en başta da "medya!"
 
Zaten "medya" ve bu "piyon"lar olmasaydı, "darbe"yi yapamazlar, "topyekün savaş" ilân edip de, bu millete kan kusturamazlardı.
 
BİRA İÇERKEN ŞEYH YAPTILAR!
 
"Darbe şartlarını olgunlaştırmak" için, sadece Fadime Şahin yetmezdi elbette... Bir de "şeyh" bulmak lâzımdı... Ki, "şeyh"lerin nasıl "üçkâğıtçı", nasıl "sahtekâr" oldukları, "tarikat"ların ne "numara"lar çevirdikleri millete gösterilsin!..
 
Uzatmayalım, sonunda "aranan şeyh"(!) de Esenyurt"ta bulundu!..

"Sisi"nin organize ettiği" psikolojik harp uzmanları; bir "Musevi" kanalıyla, önce Emire"yi Ali Kalkancı"nın haremine soktular ve ona "haremin anası" rolünü verdiler!..
 
Ali Kalkancı da;
 
Bir gün, dönemin Esenyurt Belediye Başkanı Gürbüz Çaban"ın makam odasında, bir "yarbay"la birlikte "bira"larını yudumladıktan sonra, "şeyh" ilân edildi!..
 
"Çakma Şeyh" Kalkancı, kendisine verilen bu "görev"den sonra, hiç vakit kaybetmeden "zikir"(!)lere başladı!..

Etrafındaki "tarikat halkası"nda bulunan insanlar, belki samimi olarak zikir çekiyordu ama Kalkancı, sürekli "kamera"lara bakıp, pis pis sırıtıyordu!..
 
Sonra o görüntülerin kasetleri "Sisi ve ekibi" tarafından televizyonlara "servis" edildi... Onların "sahtekâr" olduğunu, "görev"lerinin gereği olarak "rol"lerini oynadıklarını bilmeyen insanlar, "tarikat şarlatanları"(!)nı görünce, ister istemez; "Bu da olur mu?" diyerek, "dindarlardan soğumaya" başladı!..
 
Zaten, amaç da buydu!..
 
Peki, bu "piyon"lar, şimdi nerede?!?..
 
27 ŞUBAT"TA İSRAİL"DE!
 
Kamuoyu;

Müslüm Gündüz"ler, Fadime Şahin"ler, Emire"ler ve Ali Kalkancı"larla meşgul edilip, "darbe şartları" oluşturulurken, arka plânda bambaşka işler dönüyordu...
 
Meselâ, üzerinde pek fazla insanın durmadığı ve gözlerden özellikle kaçırılan bir olay vardır.
 
Evet, 28 Şubat 1997"de "9 saatlik bir MGK toplantısı" yapılmış, o toplantıda merhum Başbakan Necmettin Erbakan"a ecel terleri döktürülmüş ve "18 maddelik bir dayatma"da bulunulmuştur ama, 27 Şubat 1997"nin üzerinde pek duran olmaz!..
 
Peki ne oldu 27 Şubat 1997"de?..

O gün, kim neredeydi?..
 
Efendim; dönemin Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı, şu "tesadüf"(!)e bakın ki, o gün "İsrail"deydi!..
 
Üstelik, "Ağlama Duvarı"ndaydı!..
 
Evet, 27 Şubat"ta "İsrail"de ve Ağlama Duvarı"nda" bulunan İsmail Hakkı Karadayı, ertesi gün de "28 Şubat Kararları"nı dayattı Refahyol Hükümeti"ne!..
 
TÜSİAD VE MGK!
 
Ki, bu kararların çoğu TÜSİAD tarafından hazırlanan "rapor"lardaki taleplerdi!..
 
TÜSİAD"ın 1990 yılında hazırladığı ve yayınladığı "rapor"larda denilmekteydi ki;
 
¥ Din eğitimi kaynaklı kişilerin devletin değişik kademelerinde yönetici olarak yer alması, laik yönetim ilkesini zedelemektedir,
 
¥ İHL"lerin sayılarının artması ve her üniversiteye gidebilmeleri, eğitimde birlik ilkesini zedelemektedir,
 
¥ İHL"lerin orta kısımlarının kapatılması,
 
¥ Kur"an Kurslarının gündüzlü kurslar haline dönüştürülmesi ve 8 yıllık temel eğitime gitmeyen öğrencilerin bu kurslara alınmaması...
 
Uzun lâfın kısası;
 
"TÜSİAD"ın tak diye emrettiği, MGK"nın da şak diye uygulamaya koymaya çalıştığı" bu kararları imzalamamak için, merhum Erbakan Hoca, epey direndi!.. Meselâ, "8 Yıl Kesintisiz Eğitim" dayatmasının, hiç olmazsa "5+3" şeklinde kesintili olması için çok çaba sarfetti!..
 
Cuntacılar, bu "direniş" karşısında, "zaten hiç hazzetmedikleri" Refahyol Koalisyonu"nu devirmeyi kafalarına koydular!.
 
"Brifing"lere başladılar!..
 
"Hakim"inden "savcı"sına, "gazeteci"sinden "işadamı" ve "bürokrat"ına kadar, herkesi ayaklarına çağırıp, "brifing" verdiler!..
 
Öyle ya;

"Milletin inancı"na karşı başlattıkları "Topyekün savaş"tan galip çıkmalılar ve "gerekirse silâh bile kullanmalı"ydılar!..
 
Hürriyet gazetesinin 12 Haziran 1997"deki; "Gerekirse silâh bile kullanırız" manşetinden sonra, "DYP"de çözülme" başladı!.. Hüsamettin Cindoruk liderliğindeki ekip, birer birer ayrılıp "DYP"nin altını oymaya" başladılar!..
 
28 ŞUBAT"IN "BABA"SI!
 
Merhum Erbakan, "Hükümet"in devamı" için Başbakanlığı Tansu Çiller"e bırakmaya hazırlanıyordu ki, dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, yeterli destek imzasına rağmen "hükümetin yıkılması"ndan yana tavır koydu ve Refahyol iktidardan düşürüldü!..
 
Daha sonra da;
 
"Bülent Ecevit-Mesut Yılmaz ikilisi"ne, "8 Yıl Kesintisiz Eğitim" uygulatıldı... Ki, bu sistem; "İmam Hatip Liseleri"nin orta kısımlarını kapatan" ve dolayısıyla "İmam-Hatip"lerin köküne kibrit suyu döken" bir sistemdi!..
 
Sonrası malûm...
 
"Gösteri"ler başladı...

Gösterilere katılan "çocuk"ların incecik bileklerine "kelepçe"ler takıldı, yerlerde tekmelendi ve hatta "süpürge sopaları"yla dövüldü!.. Anne-babaları tartaklandı, "gözaltı"na alındı, tutuklandı!..
 
"İrticacı sermaye(!)nin temsilcileri" denilen "işadamları" ise "kara liste"lere alındılar, birer birer fişlenip, geceyarısı operasyonları ile evlerinden götürülüp, "gözaltı"na alındılar, "işkence"lerden geçirildiler!..
 
ANSİKLOPEDİ YAZILSA YERİDİR!
 
O günler, yazılmakla bitmez...
 
Değil bir yazıya sığdırmak, o kara günler cilt cilt "ansiklopedi"lere bile sığmaz!..
 
Bunların hepsini yaşadık biz...
 
"İnsan" olarak yaşadık, "Akit" olarak yaşadık... "28 Şubat"ın, namlusu halka çevrilmiş tankları" sadece Sincan"dan geçmedi, bu ülkenin mütedeyyin insanlarının üzerinden de; bir "silindir" gibi, bir "buldozer" gibi geçti!..
 
O süreçte;
 
O kadar "insan hikâyesi" var ki, hangi birisini yazacaksın?.
 
Sırf "dindar" kişiliklerinden dolayı "YAŞ zulmü"ne maruz kalıp "intihar" eden, "yuvaları dağılan askerler"i mi yazacaksın, "istikballeri katledilen" öğrencileri mi?..
 
Bakın, daha Akit"in maruz kaldığı "legal ve illegal saldırı"ları, uğradığımız "zulüm"leri anlatmaya fırsat bulamadık!..
 
Ama bugün, şükürler olsun ki;
 
"O kapkara günler"in sorumluları, hesap verecekleri günün telâş ve paniği içinde!..
 
"Bin yıl sürecek" denilen o süreç, bugün "binlerce lânet"le anılıyor!..
 
Ama, yine de "rehavet"e kapılmayın!..
 

 


28 Şubat Süreci"nde Akit!
 
Şöyle bir "arşiv"leri karıştırdım da, karşıma neler çıktı neler...

Akit"le ilgili süreç, "28 Şubat direnmesi" ile başlamış...
 
Önce, çoğunluğu Çevik Bir imzalı "dâvâ bombardımanı" başlamış!.. Bakmışlar ki Akit pes etmiyor, bu defa "iftira"lara ve "saldırı"lara yönelmişler!..
 
¥ Meselâ, 25 Nisan 1998"de, Şemdin Sakık"ın "olmayan ifadesi"ne Akit eklenip, "PKK işbirlikçisi" gibi "alçakça ve şerefsizce bir iftira"ya maruz kalmışız!..
 
¥ 26 Ekim 1999"da, dönemin Yargıtay Başsavcısı Vural Savaş"ın; "Akit gazetesi ile mücadele edebilmek için, Yunanistan"daki kanunların aynısını Türkiye"ye getirmemiz gerekir" sözleri!..
 
¥ Ve bu sözlerden sadece 2 gün sonra, yani 28 Ekim 1999"da, bir "terör üssü" basılır gibi, "baskın"a uğramamız!.. Hem de, "yüzlerce polis, 2 panzer ve binaların çatılarına keskin nişancıların yerleştirildiği" bir baskın!..
 
¥ 5 Kasım 1999"da, bir "mafya liderinin iftiraları" sonucu, "6 gün" süreyle "gözaltı"nda tutulmamız!..
 
¥ 20 Ocak 2000"de, gazetemizin merkez binasına "Kaleşnikoflu saldırı" düzenlenmesi!..
 
Maliye"nin, haftalar süren "defter incelemeleri"ni ve Akit"i "itibarsızlaştırma" çabalarını yazmıyorum... Ama, biz bunları yaşadık...

Elbette sizler de yaşadınız!..

Hasan Celal Güzel"ler de yaşadı, Merve Kavakçı"lar da... Hele Erbakan Hoca ve Tayyip Erdoğan... En katmerlisini onlar yaşadı!..
 
O süreçte yaşadıklarımızı, Allah bir daha yaşatmasın..

yeniakit

Bu yazı toplam 913 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar