Özal'ın zehirlenmesi ve Ermeni santrali... Medyadaki ikiyüzlülükler!

 

 


Televizyonlardaki "tartışma programları"nı ve sokaklardaki "protesto gösterileri"ni izliyor musunuz?..
 

Ne kadar da "ikiyüzlüler", ne kadar "çifte standart" uyguluyorlar ve ne kadar da "kaçak güreşiyorlar" değil mi?..
 
Tartışma konularına bakıp, görüyorlar ki, "ucu kendilerine dokunacak" ya da "nasır"larına basılacak, hemen o meşhur taktiği uyguluyorlar;
 
"Ortada kuyu var, yandan geç!"
 
Ya da, "savunamayacakları" bir iddia ile karşılaşıp da, "çok zorda" kalırlarsa, hemen "iki numaralı taktiğe" müracaat ediyorlar;
 
"Hedef gösteriyorsun!.. Nefret söylemi kullanıyorsun!.. Tetikçilik yapıyorsun!"
 
ZEHİRE ÖRTBAS ÇABASI!
 
Buna; merhum Turgut Özal'ın "zehirlendiği" yönündeki iddiaların yeniden gündeme geldiği şu günlerde de şahit oluyoruz...
 
Büyük çoğunluk; "zehirlenme"nin kesin olduğundan hareketle; "Özal'ı Ergenekon'un zehirletmiş olabileceğini" gündeme getirirken, "Ergenekon avukatlığı"na soyunan "kelaynak kuşları" diyorlar ki;
 
"Zehirlendiği ne malûm?.. Adli Tıp, henüz rapor hazırlamadıklarını açıklıyor... Ortada, net bir rapor yokken, Özal'ı Ergenekon'un zehirlediğini nereden çıkarıyorsunuz?"
 
Bu "savunma"dan anlıyoruz ki;
 
Bu arkadaşlar "Ergenekon'a toz kondurmak istemiyor"lar!.. "İşin ucu Ergenekon'a dayanmasın" diye de, "ağız kalabalığı" yapıp, olayı çarpıtıyorlar!..
 
Dikkat ettiyseniz;
 
"Cezaevlerindeki açlık grevleri" söz konusu olduğunda, "insan hayatının kutsallığı" gibi "yaldızlı lâflar"la eylemlere destek veren bu güruh, Özal'ın da bir "yaşam hakkı" olduğunu görmezden geliyorlar.
 
Tıpkı;

"PKK talimatlı eylemlere" destek verirken, "PKK'nın katlettiği asker ve polisi" hiç görmemeleri gibi!..
 
Tıpkı;
 
"Açlık grevindeki insanlara sahip çıkalım!.. Onlar ölmesin" diye böğürerek, bir yerlerini yırtanların, "4-5 yaşlarındaki çocukları öldürmek" için "anaokulunu bombalayan PKK'lılar"dan hiç söz etmemesi gibi!..
 
Hem "önyargılı"lar, hem de gözlerine "at gözlüğü" takmış olmalılar ki, gözleri "PKK yandaşları"ndan başkasını görmüyor!..
 
Şu hâle bakın;
 
Bu ülkede "PKK'lılar ve yandaşları"nın "yaşam hakkı" vardır ve savunulmalıdır ama rahmetli Özal başta olmak üzere "faili meçhul cinayet"e kurban giden insanların "yaşam hakları" gündeme getirilmemelidir.
 
Sizi gidi "ikiyüzlüler" sizi!..
 
Sizi gidi "vicdansızlar" sizi!..
 
Hiç utanmadan çıkmışsınız ekranlara, milletin gözünün içine baka baka "yalan" yumurtluyorsunuz!..
 
Neymiş;
 
Merhum Özal, "zehirlenmemiş olabilir"miş!. Koşu bandında geçirdiği "kalp krizi"nden dolayı ölmüş olabilirmiş!.. "Zehirlendiği" yönündeki iddialar "sansasyon" olabilirmiş!..
 
Tam bir şarlatanlık!..
 
"Açlık grevleri"ne gelince; bunun PKK'nın bir "sansasyon"u ve "provokasyon"u olduğu aklılarına gelmiyor ama "Özal'ın zehirlendiği" iddiaları, "sansasyon" oluyor!..
 
Peki, niye böyle konuşuyorlar?..
 
N'aapsınlar;
 
İşin ucu "Ergenekon"a dayanacak!..
 
BUNUN ADI SUİKASTTIR!
 
Bırakın "gazeteci" olmayı, "sıradan bir insan" bile olsa, o soruları sorar!..
 Der ki;
 
l Diyelim ki; Özal "kalp krizi" geçirdi... Peki o anda koskoca Köşk'te niye bir tane bile "doktor" yoktu?.. Özal'a ilk müdahaleyi niye "doktor" değil de "yaveri" yaptı?..
 
l "Kalp krizi" geçiren bir insanın "en hızlı şekilde" hastaneye yetiştirilmesi gerekir... Peki, o anda, Köşk'te niye "tam donanımlı bir ambulans" yoktu?.. Özal, niye 1975'ten kalma "kıytırık ve döküntü" bir araba ile hastaneye götürüldü?..
 
l Özal'ın, "en yakın hastaneye" götürülmesi gerekirken, niye "en uzak hastane" seçildi ve niye GATA'ya götürüldü?.. Sonra da, yolda karar değiştirilip, niye "Hacettepe"ye dönüldü?.. Hadi Hacettepe'ye gittin, niye doğrudan "acil"e götürmedin de, "hastane çevresi"nde 5-6 dakika dolaştın?.. Yoksa, "nabzının durmasını" mı bekledin?..
 
NİÇİN ÖLDÜRDÜLER?
 
Sorular çok... Bu sorular, Özal'ın "nasıl" öldürüldüğünü gösteren "kritik sorular"dır...
 
Bir de, "neden" öldürüldüğüne dair sorular var ki, onlar hepten kritik!..
 
l Evet, Özal'ı "kim" ve "neden" öldürdü?.. Özal; Batı ülkeleri tarafından, 10-15 yıl içinde" bir "Kürt devleti" kurdurulacağını biliyordu... Bunun önünü almak için, Kuzey Irak'a girmeyi, Kerkük ve Musul'u almayı plânlıyordu... Yani, "Türkiye'nin inisiyatifinde bir Kürt Federasyonu" düşünüyordu... Türkiye'nin adı da, "Anadolu Cumhuriyeti" olacaktı...
 
l Özal'ı acaba, bu "plân"ından haberi olanlar mı öldürttü?.. 1988'de Kartal Demirağ'a işi bitirtemeyenler, 1993'ü mü beklediler?.. 1993'te "suikast" görevi kime verildi?..
 
l Bilmem, hatırlar mısınız?.. 18 Ekim 2012 tarihinde, Silivri'deki duruşmada ifade veren "Selçuk" kod adlı gizli tanık, tutuklu sanıklardan emekli Tuğgeneral Levent Ersöz'ün, Ankara'da 6-7 kişinin bulunduğu bir ortamda, "Biz çok güçlüyüz. Gerektiğinde bir cumhurbaşkanını bile karısına zehirletebiliriz" dediğini öne sürmüştü...
 
Yenilir-yutulur cinsten olmayan bu iddia; acaba "zehirlenme düğümü"nü çözebilir mi?.
 l Ve, uzun süre "Özal'ın koruma müdürlüğü"nü yapan eski ANAP milletvekili Musa Öztürk'ün sözleri... Musa Öztürk, 1 Mayıs 2002 tarihli gazetelere yansıyan açıklamasında diyordu ki;
 
"Rahmetli Özal'ın ölüm nedenini saç telinden bulmak mümkün. Bu konuda çok araştırma yaptım, ona göre konuşuyorum. Özal'ın saç teli hanımefendide. Zira, Turgut Özal'ı hastaneye getirdiğimizde ölmüştü... Semra Özal benden Özal'ın bir tutam saçını kesip getirmemi istedi... Ben de doktoru Cengiz Aslan'a söyledim... Cengiz Bey kesip getirdi, hanımefendi yıllardır bu saçları saklıyor... Bu saç teli, ABD'de CIA ve FBI'ın gelişmiş laboratuvarlarında incelenirse ölüm nedeni kesin olarak ortaya çıkar. Hitler de siyanürle ölmüştü."

Sormak gerekmez mi;
 
Semra Özal, bu "saç teli"ni niye "savcı"ya vermedi ve kabri açılmak zorunda kalındı?.. Semra Özal, bu saç tellerini "gizliyor" mu, yoksa "korkuyor" mu?..
 
Görüyorsunuz ya;
 
Bütün yollar "suikast"e çıkıyor.
 
Ama "gazeteciler" ne yapıyor;
 
"Ucu Ergenekon'a çıkabilir" endişesiyle, "örtbas" etmeye çalışıyorlar.
 
Merak ediyorum;
 
"Zehirlendiği" iddia edilen kişi "Özal" değil de, "Sol'dan biri" olsaydı acaba yine "ikiyüzlülük" yaparlar mıydı?!?..
 
Kalıbımı basarım ki;
 
"Cayırtı"yı eksik etmezlerdi...
 
Sizi gidi "ikiyüzlüler" sizi!..
 
NÜKLEER KARŞITLIĞI PALAVRA!
 
Bu "çifte standart"ları, bu "ikiyüzlülük"leri, sadece "Özal'ın zehirlenmesi" konusuyla da sınırlı değil... Aynı ikiyüzlülüğü "Ermenistan'daki Metsamor Nükleer Santrali" konusunda da gösterdiler.
 
Hatırlarsınız;
 Sinop Akkuyu'da kurulması plânlanan "nükleer santral" konusunda, geçen yıl ortalığı ayağa kaldırmışlar ve sokaklara dökülüp, olanca güçleriyle bağırmışlardı;
 
"Akkuyu ölüm kuyusu olmasın!.. Sinop'ta ikinci bir Çernobil istemiyoruz!.. Japonya'daki Fukuşima faciasının Türkiye'de de yaşanmasına hayır diyoruz!"
 
Böyle bağıranlar kimlerdi?..
 
Jeoloji mühendislerinden Yeşiller'ine, TEMA'sından Greenpeace ve Küresel Eylem Grubu'na kadar herkes... Tabiî, "gazeteci"leri de unutmamak gerekir!..
 
Ne yalan söyleyeyim;
 
"İnsan" merkezli bir "çevreci duyarlılık" konusunda ben de hiç sesimi çıkarmamış ve hatta "saygı" duymuştum...
 
Gelin, görün ki;
 
Ermenistan'ın, "Türkiye sınırına 16 kilometre uzaklıkta" olan Metsamor Nükleer Santrali konusunda; ne "çevreci"sinden, ne de "gazeteci"sinden aynı duyarlılığı göremedim.
 
Efendim, olay şu:
 
"Ermenistan yönetimi; 18 Ekim'de aldığı kararla Türkiye sınırına 16 km. uzaklıkta olan Metsamor Nükleer Santrali'nin 2023 yılına kadar işletilmeye devam edileceğini açıkladı. Uzmanlar kontratı 2013'te bitecek Metsamor Nükleer Santrali'nin fay hattında bulunması ve daha önce Ermenistan'da binlerce kişinin hayatını kaybettiği depremde büyük hasar görmesinin kaza riskini artırdığını söylüyor. Sınırın yanı başındaki santralin patlaması ya da nükleer sızıntı yapması durumunda, Türkiye büyük bir felaket yaşayacak."
 
Düşünebiliyor musunuz;
 
Bu santral "40 yaşında" ve 2 defa "kaza" geçirmiş... Yani, en ufak bir "deprem"de "sızıntı" yapabilir ve "ikinci bir Çernobil faciası"na yol açabilir.
 
Ne var ki;
 
MHP Iğdır Milletvekili Sinan Oğan dışında hiç kimseden "çıt" çıkmıyor.
 
AB'nin 2004'te Ermenistan'la bu santralin kapatılması konusunda anlaştığını ancak hâlâ kapatılmadığını, aksine 10 yıl daha açık kalacağını söyleyen Oğan, dönemin İngiltere'nin Erivan Büyükelçisi'nin, "Muhtemel depremde Metsamor Nükleer Santrali paramparça olacak ve meydana gelecek nükleer kıyamette tüm canlılar yol olacak" dediğini aktarıyor.
 
Evet, bir "deprem" ve muhtemel bir "sızıntı" durumunda, bölgede yaşayanların kurtulma şansları yok!..
 
Peki ama;
 
Çernobil ve Fukuşima'yı örnek gösterip, "Akkuyu'da nükleer santral istemiyoruz" diye bas bas bağıranlar, niye Metsamor Nükleer Santrali'ne gıkını çıkarmıyor?..
 
Yoksa, yoksa;
 
"Hepimiz Hrant'ız!"
 
"Hepimiz Ermeniyiz!"
 
Muhabbetinden dolayı mı?..
 
Görüyorsunuz ya;
 
Kimi "Kürtçülük" yapıyor,
 
Kimi de "Ermenicilik!"
 
Ama, "Türkiye'de" yaşıyorlar!..
 
BUNLAR, ONLAR MI?
 
Merak ediyorum;
 
Dün, AK Parti'nin, Kızılcahamam'da düzenlenen 19. İstişare ve Değerlendirme Toplantısı'nda konuşan Erdoğan'ın, "medyabaz"ları hedef alıp; "Niye yalan söylüyorsunuz, niye yalan yazıyorsunuz?.. Zaten sıkıntı, medyadaki bu çift yüzlü davrananlarda!" dediği tipler, acaba bu "sahtekârlar" ve bu "ikiyüzlüler" mi?..
 
Ama şunu bilsinler:
 
Bu ülkede hiç kimse "PKK yalakalığı" veya "Ermeni yandaşlığı" yapmak zorunda değildir.
 "Gerçek"leri konuşsun yeter!..
 

 


Erdoğan'ın uyarısı
 


Başbakan Tayyip Erdoğan, dün Kızılcahamam'daki "istişare toplantısı"nda önemli mesajlar verdi, "uyarı"larda bulundu... "Açlık grevini destekleyenlere" seslenip, dedi ki; "Açlık grevlerini şantaja dönüştürmeyin!.. Çünkü biz, sizin söyleminizle, terörist başını oradan çıkarıp da evine göndermeyiz!.. Yok böyle bir şey!"
 
Ardından, "devletin, kendine karşı işlenen suçlarda af yetkisinin olabileceğini" ama "insan öldürenleri affetme tasarrufunun bulunmadığını" söyledi ve "halkın talebi"ni aktarıp; "Biliyor musunuz" dedi; "Birçok insan, idamın yeniden gelmesini istiyor... Çünkü, canı yanan, öldürülenlerin yakınlarıdır!.. Onlar, kebap partilerinde günlerini gün ederken, milletin canı yanıyor!"
 
Kim ne derse desin, Erdoğan'ın "idam"la ilgili bu sözleri; gerek PKK'lılara, gerek BDP'lilere yapılmış "önemli bir uyarı"dır!..
 
Bu uyarı dikkatle okunursa;

Erdoğan'ın "halkın sesi"ne kulak verebileceği ve "idam cezasını yeniden getirebileceği" anlamı çıkarılabilir... Ama, aynı sözde; "Bizi mecbur bırakmayın" uyarısı da var.
 
Dilerim PKK'lılar ve BDP'liler bu sözleri iyi okurlar ve "şantaj"dan vazgeçerler... Öyle ya; "74 milyon insan bir Apo'ya esir olacak" diye bir kural yok!.. Herkes haddini bilsin!..

yeniakit

Bu yazı toplam 831 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar