Abdurrahman Dilipak

Abdurrahman Dilipak

Cumhuriyet'in ilk yüzyılı

Derin Gerçekler

Cumhuriyetin ilanının üzerinden bir asır geçti, “Milli Eğitim” denilen eğitim kurumu bu millete “Cumhuriyet” kelimesinin sözlük manasını bile öğretemedi. Memlekette eğitim görmüş, ilk mektepden ÜNİVERSİTEYE KADAR SORUN %90’ı Cumhuriyetin manasını bilmez. Bilmediğini de bilmez, öğrenmek gibi de bir derdi yok. Öğrenirlerse kafa konforlarının bozulmasından korkarlar.

Bilmek ayrı bir şey, Düşünmezler de. “Cumhur” “Halk” demekse, Cumhuriyet “Halkçılık” mı oluyor o zaman. Peki Cumhuriyet Halkçılık ise, 6 ok aslında 5 ok mu olmalıydı. Çünkü 6 ok’un biri Cumhuriyetçilik, bir diğeri Halkçılık.

Durun, daha bitmedi. O zaman “Cumhuriyet Halk Partisi” ne oluyor. “Halkçı Halk Partisi” mi oluyor. “Cumhuriyetçi Parti” deseler anlarım. Aslında “Küçük Amerika”ya(!?) yakışır bu isim..

Bunu da bir kenara bırakalım. “Demokrasi” ne demekti. “Demos” “halk” olduğuna, “Kratos” da “iktidar” demek olduğuna göre, “Demokrasi” “Halk iktidarı” mı demek oluyor. O zaman “Demokrasi” ile Cumhuriyet aynı anlama geliyorsa, “Demokratik Cumhuriyet” ne oluyor?

Tabi bizim Cumhuriyetimiz aslında “Monarşik Cumhuriyet”. Bunu da nereden çıkarttın derseniz, “Monark”, “Tek adam” demekti. Monarşi, tek adam rejimidir. Eee, bizim de “Tek adam”ımız olduğuna göre, “Tek Adam, tek parti, tek ulu önder, tek ulus”, bu da “Kemalist Rabia”! Nasıl yani, derseniz, “ben yaptım oldu”!

Rabia deyince, Ben Mısırdaki uyanışın sembolü olan Rabia’nın sözcüsü idim. Erdoğan “Bizim Rabiamız” diye bir şey çıkarttı. Kılıçdaroğlu’na “sen bizim Rabiamız’dan anlamazsın” diyor da, ben de anlamadım bu Rabia’yı. “Tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet”. Bunun “Rabia” ile ne alakası var. “Bizim dördüncümüz” ne demek! Türkçe desen Türkçe değil, Arapça desen Arapça değil, Rabia’yı Adeviyye desen o değil, Rabia Meydanındaki direnişe selam gönderiyor desen o değil, zaten Sisi ile de el sıkıştılar. “Türkçe değil mi, uydur uydur söyle mi” diyeceğiz!

Hayatta en hakiki mürşit ilimdir” değil mi? Hayatta derken, insan hayatındaki en önemli değeri mi ifade ediyor, yoksa “Hayatta yapmam” der gibi nir olumsuzluk vurgusu mu ya da herhalde Hayat içi, hayat dışı önerme değil. Bu kelimeyi söylemesinizde olur, anlam da değişmez. Bu “Teşdit” için kullanılan bir kelime. “En hakiki” olmaz. “En sonsuz” olmayacağı gibi, “en hakiki” de olmaz. Çünkü “Hakiki” demek, “bir şeyin mümkün olan en saf, doğru şekli” demek! “En”’i de atalım. “Hakiki Mürşid” de olmaz. Çünkü, “Mürşid” bir şeyin hakikatine vakıf olup, “irşad” eden demek. “Çakma, sahtekar mürşid geçinenlerden söz etmiyoruz ki. “Hakikat” “Mürşid” kelimesinin “içinde mündemiç, tahtında müstetir”dir. “Mürşid ilimdir” de olmaz. Çünkü İsmi fail, isim olmaz. Bütün okulların bahçesine, koridorlarına, sınıflara her yere yazın bu cümleyi. Zaten varolanları da indirecek bir irade, cesaret sahibi de yoktur bu mekanlarda, büyük bir ihtimalle.

Monark” şurada dursun, o kişi aynı zamanda “Türk tipi Führer”di. FührerUlu önder” demek. Bu kafa ile 1950’lerde bizi Romus-Romulüs zannedip, kara gömlek giydirdiler, bir de şapka taktılar başımıza, boynumuza bir de “Medeniyet yuları”!? Bunu yapanlar, Anadolu yaylalarında, çıplak ayakları ile şaraplık üzüm ezen Normandiya köylüllerini arıyorlardı. Mussolini’nin terbiye diktatörlüğüne hayran oldukları için, “Dağbaşını duman almış” şarkıları ile birerle kol kır gezilerine çıkardık! Büyüklerimiz Hitlerin doğum günü partilerinden dönüşlerinde Hitlere övgüler dizerlerdi., 10.yıl albümüne bile, onunla ortak ideallerden söz eden bir Türkiye vardı.

Tabi bizim “Yerli ve milliCumhuriyetimizin bir de olmazsa olmazı var. O da “Laiklik”. Laiklik ne demekti, “Din devlet ayrılığı” değil mi? Şaka yaptık. Böyle bir laiklik yok. Ve mesela ben Laikliğe karşı biri değilim. Ben Laik değilim, olamam da, Kendini “Laik” sanan bir takım Laikçilerin Laiklik dayatmasına karşıyım tabi ki! Laiklik aslında varlık ve meşruiyetini İncil’in “Tanrının hakkı tanrıya , Sezar’ın hakkı Sezar’a”, Matta İncili, 22. Bölümde şöyle denir: “17(…) Peki ne dersin, söyle bize, Sezar'a vergi vermek Kutsal Yasa'ya uygun mu, değil mi?»”18İsa onların kötü niyetlerini bildiğinden, «Ey ikiyüzlüler!» dedi. «Beni neden sınıyorsunuz? 19Vergi ödemekte kullandığınız parayı gösterin bana!» O'na bir dinar getirdiler. 20İsa onlara, «Bu resim, bu yazı kimin?» diye sordu.21«Sezar'ın» dediler. O zaman İsa onlara, «Öyleyse Sezar'ın hakkını Sezar'a, Tanrı'nın hakkını da Tanrı'ya verin» dedi.

(Bu sözler Markos.12:13-17; Luka.20:20-26’da da tekrarlanır.)Yani, “Laiklik” bu anlamda Katolikler için bir şeriat kuralıdır. Laikliğin objeleri “Din ve devlet” değil, “Ruhun egemenliğini elinde tutan ve bedeni de hayata bağlayan Tanrının krallığı ile bedene hayat veren Can’ın güvenlik ve ihtiyaçlarını temin için Dünyevi krallık” arasındaki ÇATIŞMAMA, PAYLAŞIM ve İŞBİRLİĞİ’ni ifade eder. Bu inanca göre, DUALİST bir bakış açısı ile Vatikan’daki PAPALIK devleti ile SİYASİ DEVLET, RUH ile BEDEN gibi olacaktır. Biliyor olmalısınız Vatikan aynı zamanda bir devlettir. Tüm dünyada diplomatik temsiliyete sahiptir. Bu anlamda her KATOLİK iki teb’aya, kimliğe sahiptir. Devlete verdiği verilerin dışında, RUHANİ DEVLET’e de gelirinin %10’unu ÖŞÜR olarak verecektir.

Bu anlamda bir LAİK Cennete gidebilir, ama bir RUHBAN, (Rahib ya da Rahibe) cehenneme gidebilir. KİLİSE HİYERARŞİSİ içinde yer almayan herkes LAİK’dir. Onlarda DİN ADAMI SINIFI vardır, bu sınıfa aid olmayan herkes LAİK olarak tanımlanır. Laikliğin teknik anlamda varolabilmesi için “Vatikan” gibi KUTSAL BİR DEVLETin de varolması gerekir. Ama, şu an dünyada EKÜMENİK Cemaat temsiliyeti olmayan tek dini topluluk MÜSLÜMAN’lardır. Kaldı ki Bizde varolan DİYANET, Sezarın emrindeki bir BİZANTİNİST kurumdur ve bu da ORTODOKS Hristiyanlıktan bize geçmiştir. Bu şekilde kurumlaşması da Mustafa Kemal döneminde değil, 2. Mahmut döneminde Tanzimatla birlikte şekillenmiştir. Halk bu sebeble 2. Mahmud’a “Gavur Padişah” demiş ve 2. Mahmut en çok Cami yaptıran ve hattat bir kişi olmasına rağmen, hiçbir cami onun adı ile anılmaz ve hatları, bir iki cami hariç hiçbir camide asmamışlardır. Siyasetin dine bu müdahalesi, Osmanlı uleması tarafından “İrtidat” anlamında “Gavurluk” olarak nitelendirilmiştir.. BİZANTİNİZM, Kilise ile devlet arasındaki ilişkiyi düzenleme noktasında ORTODOKS Şeriatının eseridir. Protestan Hristiyanlar ise SEKÜLERİZM tanımını kendi şeriatları için esas kabul ederler.

Bizdeki HİLAFET ise, Meşru (Şeriata uygun bir şekilde) anlamda, ALLAH (cc) ya da İSLAMI temsil etmez. Hilafet Müslümanların temsiliyetleri ile ilgili İçtimai bir cemiyettir. HALİFE denilen zat da kutsal değildir. İngilteredeki ANGİLİKAN Şeriatında ise DİN, KUTSAL KRAL’ın himayesinde, Yürütme erki karşısında Özerk konumdadır. Bu 3 yorumun karması bir çözümdür. KIRAL, hem DİNİ OTORİTEyi, hem SİYASİ Otoriteyi, birbirinden ayrı olarak kendi şahsında birleştirmektedir.

Mesela, Fransa’da, Strasbourg’un başkenti olduğu Alsace Laorenne Eyaleti ile, Almanya’da Köln’ün başşehri olduğu Kuzey Ren Westefelya eyaleti LAİKLİK ile değil, Kilise devleti VATİKAN ile yapılan KONTRAT esaslarına göre yönetilir. Evengelik’lerin ağırlıkta olduğu ABD’de ise, dini toplulukların Medeni yasa uygulamaları, bağlı oldukları kilise şeriatına tabidir. AB ülkelerinde ise devletlerin çoğu, özellikle bayraklarında Haç bulunan devletlerin tümünde “Milli kiliseleri” vardır ve krallar taç giyerken, Devlet başkanları ve Milletvekilleri yemin ederken İncil’e el basarlar ve baş papaz kralı ya da meclisi takdis eder. Hatta Hristiyan Demokrat Partiler hükümette ise, kabine toplantılardan önce, gündemle ilgili İncil ayetlerini okumak için bir ruhban çağırılır ve onun duası ile başlar toplantı.

Bizim Laikçilerimiz de, Laikliğe karşı olanlarda Laik Şeriatı genelde pek bilmezler. Katoliklerin yaşadığı her ülkede Laiklik bir dini özgürlük, Hak ve sorumluluk konusudur. Başka Mezhep ve inan sahibi kişilere Laiklik dayatması ise zülümdür. Katolikler için YAŞASIN LAİKLİK, Laikçi dayatmalarsa son bulsun artık. Ayıptır, günahtır, cahilliğin bu kadar pervasızca yasa güvencesi ile zulüm aracı olması kabul edilemez. Unutmamak gerekir ki, insanların devlete sadakatları, dinlerine sadakatlarının teminatı olduğu ölçüdedir. (Bu arada “Şeriat” Meşruiyetin dayanağı olan “Hukuk düzeni” demektir. “Gayrimeşru” demek, “Şeriata aykırı” demektir. “Şeriat” Musevi Şeriatı, Laik şeriat gibi farklı anlamlarda kullanılabilmektedir. İslam Şeriatı dediğiniz de İslamın Meşru kabul ettiği iş ve konuları ifade, hukuk düzenini ifade eder. Şeriat “Kanun”dan daha kapsamlı bir anlam ifade eder. Hukuka uygun olmayan yasa suç aletidir zira)

Ben ve benden önce gelenler 100 yıl Cumhuriyeti ve Laikliği birilerine anlatamamış ki, ben “AKP’nin papatyaları”nda şu iki cümleyi, 3 yılda nasıl anlatırım şikayetçilere ve yargı erkine, giderek trolleşen bizim medyadaki kiralık kalemlere! 13 Ekimde, Cumhuriyetin 2. Yüzyılına 16 gün kala, İstanbul’da K. Çekmece 2. Asliye Ceza Mahkemesinde, AK Parti ve KADEM’in müştekilerine karşı SON SAVUNMAmı yapacağım inşallah.

Dünya hayatında birilerine ne dersen de onlar ezberlerini tekrarlayıp duracaklar. Yasin Suresi 9. Ayetinde ne deniyordu mealen: “Onların önlerinden bir set, arkalarından da bir set çektik, böylece gözlerini perdeledik; onlar artık göremezler”. Her Mü’min bu gibi durumlarda şöyle der: “Allah bize yeter ve o ne güzel (yardım edici) vekildir” Bize hayır gibi gelen şeylerde şer, şer gibi gelen şeylerde Allah hayır murat etmiş olabilir. Ne gam! Taha suresi 25 ve 28. Ayetlerde ne dememiz isteniyordu: “Rabbim göğsümü genişlet işimi kolaylaştır, dilimin bağını çöz ki sözümü iyi anlasınlar”. Monarşik Cumhuriyetin 100. Yılında halimiz bu! Cumhuriyetin manası bilmeden bir asır geçirsek de, yeni bir yüzyıla hazırlanıyor olsa da “Hal-i pür melalimiz” bu!

Selam ve dua ile.

Bu yazı toplam 232 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar