"Biz, Ümmi Bir Ümmetiz!"

Yegâne önderimiz Rasulullah Muhammed (s.a.s.) böyle buyurdu!.. O günden bugüne, bugünden kıyamete kadar “Biz, ümmî bir ümmetiz.” Dinimiz konusunda ümmî oluşumuz kıyamete kadar devam edecektir… Rabbimiz ve İlâhımız Allah Teâlâ ne buyurmuş ise, o’nun âlemlere rahmet olarak gönderdiği hayat örneğimiz Rasulullah (s.a.s.) ne buyurmuş ise, “işittik ve itaat ettik!” Bundan dolayı “yazı yazmaz, hesap yapmayız!..” Çünkü “Biz, ümmî bir ümmetiz!”

Rabbimiz Allah Azze ve Celle şöyle buyurdu: “Allah ve Rasulü, bir işe hükmettiği zaman, mü’min bir erkek ve  mü’min bir kadın için o işte kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Kim Allah’a ve Rasulüne isyan ederse, artık gerçekten o, apaçık bir sapıklıkla sapmıştır.”[1]

“Aralarında hükmetmesi için, Allah’a ve Rasulüne çağrıldıkları zaman mü’min olanların sözü:‘İşittik ve itaat ettik’ demeleridir. İşte felâha kavuşanlar bunlardır.

Kim Allah’a ve Rasulüne itaat ederse ve Allah’dan korkup O’ndan sakınırsa, işte kurtuluşa erenler bunlardır.”[2]

“Biz, ümmî bir ümmetiz” ve bizim inancımız, bizim amelimiz böyledir… Biz, Rabbimiz Allah’dan ne buyrulmuş ise ve önderimiz Rasulullah (s.a.s.)’den ne görülüp işitilmiş ise, herhangi bir tereddüd geçirmeden, herhangi bir şübheye kapılmadan, herhangi bir menfaat hesabı yapmadan itaat ederiz… İtaatimiz katıksız imanımızın gereğidir… Rabbimiz Allah ve O’nun Rasulü Muhammed (s.a.s.), muhakkak hak olanı, şübhesiz doğru olanı, hayrı, iyiliği ve güzelliği buyurur… Bunun için “İşittik ve itaat ettik!”[3] Hangi çağda yaşarsak yaşayalım, hangi hâlde olursak olalım, imanımızda, anlayışımızda, amelimizde ve tavrımızda bir değişme olmaz... "İşittik ve itaat ettik!" Çünkü “Biz, ümmî bir ümmetiz!”

Rabbimiz Allah’ın beyanıyla:

“Siz, insanlar için çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz. Ma’rufu (iyi ve İslâm’a uygun) olanı emreder, münker olandan sakındırır ve Allah’a iman edersiniz.”[4] 

İşte bu ümmet!.. Vasat ümmet ve merhamet olunmuş ümmet… “Biz, ümmî bir ümmetiz!” Yegâne önderimiz Rasulullah (s.a.s.)’den ne duymuş isek, ona tabi olup itaat eden bir ümmetiz… Çünkü Rabbimiz Allah Teâlâ’nın beyan buyurduğu gibi: “O, hevâdan (kendi istek, düşünce ve tutkularına göre) konuşmaz.

O (söyledikleri), yalnızca vahyolunmakta olan bir vahiydir.”[5]

Böyle olduğu için önderimiz Rasulullah (s.a.s.), muvahhid mü’minlerin itaat merciîdir…

“Deki: ‘Allah’a ve Rasulüne itaat edin.’ Eğer yüz çevirirlerse, şübhesiz Allah, kâfirleri sevmez.”[6]     

“Kim Rasul’e itaat ederse, gerçekte Allah’a itaat etmiş olur.”[7]

Rabbimiz Allah Teâlâ’nın Kur’ân-ı Kerim’de, mü’min Müslüman kullarına yapmalarını farz kıldığı namaz, zekât, oruç ve hacc ibadetlerinin nasıl yapılacaklarına dair ölçüyü Rasulü (s.a.s.)’e öğretmiştir… Rasulullah (s.a.s.) de Allah’ın muradı ve rızası ölçüsünce bu ibadetlerin uygulamasını beyan buyurmuştur... O, hevâsından hiçbir şey söylemez ve yapmaz… Her ne ki söylemiş ve yapmış ise, Allah tarafından kendisine vahyolunmuş, emir ve izin edilmiştir…

Tevkifî olan ibadet ölçüleri, çağların değişmesiyle asla değişmezler… Namazın vakitleri ve rek’atları, zekâtın nisâb mikdarı, orucun nasıl başlanıp, nasıl biteceği ve haccın menâsikleri sabittir, değişmez!

 

Rasulullah (s.a.s.), Rabbimiz Allah’ın kendisine vahyedip öğrettiği gibi, ibadetlerin yapılış şekillerini ve ölçülerini beyan buyurmuştur… Bu konuda hiçbir noksanlık bırakılamamış ve her şey izâh edilmiştir…

“Rasul size ne verirse artık onu alın, sizi neden sakındırırsa artık ondan sakının ve Allah’dan korkun. Şübhesiz Allah, cezası (ikabı) pek şiddetli olandır.”[8]diye buyuran Rabbimiz Allah, üzerimizdeki nimetini tamamlamış ve hiçbir noksanlığı olmayan hayat nizamı İslâm’ı bize din olarak seçip razı olmuştur…[9]    

Abdullah ibn Ömer (r.anhuma) rivayet eder:

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Biz, ümmî bir ümmetiz. Yazı yazmaz, hesap yapmayız. Ay bazan şöyledir, bazan böyledir.

Ravi dedi ki:

-Rasulullah bununla, bir defa ay yirmi dokuz, bir defa da otuzdur, demek istiyor.[10] 

Hevâsından hiçbir şey söylemeyen Rasul (s.a.s.), kendisine vahyeden Âlemlerin Rabbi Allah’ın, mü’min Müslüman kullarına farz kıldığı Ramazan orucunun ölçüsünü beyan ediyor…

 “Biz, ümmî bir ümmetiz.” Dinimiz olan hayat nizamı İslâm konusunda, kendimizden bir şey beyan edip yazı yazmaz ve hesab etmeyiz. Rabbimiz Allah Teâlâ, nasıl buyurmuş ve takdir etmişse biz, ona uyar, itaat ederiz…

“Allah size kolaylık diler, zorluk dilemez.” [11]diye buyurur Âlemlerin Rabbi Allah Teâlâ!

Ve ayların sayısı hakkında şöyle buyurur:

“Gerçek şu ki, Allah katında ayların sayısı, gökleri ve yeri yarattığından günden beri Allah’ın kitabında on ikidir. Bunların dördü haram aylardır. İşte doğru olan hesab budur. Öyleyse bunlarda kendinize zulmetmeyin.”[12] 

Allah katında değişmeyen ölçü budur… Bu, “Sünnetullah”dır ve “Sünnetullah”da hiçbir değişme olmaz…[13]

Dosdoğru olan hesab ile takdir edilmiş kamerî aylardan birisi de “Ramazan Ayı”dır… Bu aylar nasıl başlar ve nasıl biter ölçüsünü, Âlemlerin Rabbi Allah’ın kendisine vahyedip öğrettiği Rasulullah Muhammed (s.a.s.) beyan buyurmuştur… Ayların sayısı ve yerleri değişmediği gibi, başlama ve bitiş ölçüleri de değişmez…      

İbn Ömer (r.anhuma)’nın rivayetiyle şöyle buyurur Rasulullah (s.a.s.):

“Şübhesiz Allah, hilâlleri vakit tayin etme alâmetleri kılmıştır.

Bu sebeble hilâli gördüğünüz vakit oruç tutunuz, onu gördüğünüz takdirde oruç açınız. (Eğer bulut ve benzeri bir sebeble) hilâli göremeyecek olursanız, onun için süre takdir ediniz ve şunu biliniz ki aylar otuz günden fazla değildir.”[14]   

Yegâne önderimiz ve hayat örneğimiz Rasulullah (s.a.s.)’in bu beyanıyla, apaçık bir şekilde gündeme gelen hakikat şudur ki, hilâlleri, vakit tayin ölçüsü olarak beyan buyuran Âlemlerin Rabbi Allah Teâlâ’dır... Bir yıl içinde on iki ayı yaratan Rabbimiz Allah, dört ayı haram ay olarak beyan etmiş ve hilâlleri de bu ayların başlangıç ve bitiş ölçüsü koymuştur…

“Biz, ümmî bir ümmetiz. Yazı yazmaz, hesap yapmayız!”

İbn Battal (r.a.) ve bazı âlimler, bu hadisi izah ederken şöyle derler:

“Biz öyle bir milletiz ki,oruç ve diğer ibadetlerin vakitlerini tayin için bize hesap ve yazı bilmeyi gerektiren şeyler teklif edilmemiştir. Bizim ibadetlerimiz açık bazı alâmetlere bağlanmıştır. Bunları bilme konusunda, hesab âlimleri ile başkaları denktir.”[15]   

Hiçbir izaha ihtiyacı olmayan apaçık hakikat budur!..

Allâme ibn Hacer el-Askalânî (r.a.) “Sahih-i Buhârî Şerhi” olan “Fethu’l-Bârî” adlı eserinde, bu hadisi şerhederken şunları beyan eder:

“İşte, oruç ve başka hususların başlangıcına veya bitişine karar verebilmek için hilâlin görünmesi şartı aranmıştır. Böylece gök cisimlerinin hareketlerini ve evrelerini hesab etme zorluğu da kaldırılmıştır. Daha sonraki dönemlerde, gökcisimlerinin hareketlerini ve evrelerini hesaplama yöntemlerini bilenler olmuşsa da oruçla ilgili bu hüküm devam etmiştir. Zaten hadisin söyleniş tarzına baktığımızda hesablama yoluyla bu ayların girişine ve çıkışına karar verilmemesi gerektiği de anlaşılmaktadır. “Hava kapalı olursa, ayı otuz güne tamamlayın!” hadisi de, bunu açıklar niteliktedir. Zira Rasulullah (s.a.s.), “havanın kapalı olması durumunda hesabı bilenlere sorun!” dememiştir. Ayrıca hava kapalı olduğu zaman ay, otuz güne tamamlandığında herkes aynı süreyi esas alacağından insanlar arasında görüş ayrılıklarının ve çekişmelerin çıkması da önlenmiş olacaktır. Zaten ayın otuz güne tamamlanmasını hikmetlerinden biri de budur.”[16]     

İmam Muhyiddin en-Nevevi (r.a.), “el-Minhâc” isimli “Sahih-i Müslim Şerhi”nde şunları kaydeder:

“Mâlik, Şafiî, Ebu Hanife, Selef ve Halef’in Cumhurunun kanaatine göre ise bunun anlamı, onun için günlerin sayısını otuz güne tamamlayarak takdir ediniz demektir. Dil bilginleri der ki: Takdir etmek için aynı anlamda olmak üzere ‘akdiru ve ukaddiru’ kullanılabilir. Hepside takdir etmek, mikdarını tesbit etmek, tayin etmek anlamındadır.

Hattâbî dedi ki:

-Yüce Allah’ın:

“Biz takdir ettik, ne güzel takdir edenleriz.”(Murselat, 77/23) buyruğu da bu anlamdadır.

Cumhur, zikredilen rivayetleri delil göstermektedirler. Çünkü “Sayıyı otuza tamamlayınız” ibaresi, “Onun için takdir ediniz, mikdarını tesbit ediniz” ibaresinin açıklamasıdır. Bundan dolayı her ikisi aynı rivayette bir araya gelmemişlerdir. Aksine bazen bunu zikretmiş, bazen ötekini zikretmiştir. Diğer taraftan bundan önceki: “Onu, otuz gün takdir ediniz” ifadesi de pekiştirmektedir.

El-Mâzirî dedi ki:

-Fukahanın çoğunluğu, Nebi (s.a.s.)’in:

“Onun mikdarını hesap edin” buyruğu ile ayın sayısının otuza tamamlaması şeklinde yorumlamıştır. Tıpkı diğer hadiste buna açıklık getirdiği gibi.

Fukahanın cumhuru der ki:

Bununla müneccimlerin hesablarının kasdedilmiş olması mümkün değildir. Çünkü insanlar, bu hesabı yapmakla yükümlü tutulacak olurlarsa bu, onlara ağır gelir. Çünkü bu bilgiyi belli bir takım ferdler bilir. Şeriat ise insanlara, onlara büyük çoğunluklarının bildiği şeyleri tanıtır.

“Onu gördüğünüz zaman oruç tutunuz, onu görünce de oruç açınız.” Buyruğu ile kasıd, bazı Müslümanların hilâli görmeleridir. Her insanın onu görmesi şartı yoktur. Aksine adaletli iki kişinin hilâl görmeleri, bütün insanlar için yeterlidir. Hattâ daha sahih kabul edilen görüşe göre, adaletli bir kişinin görmesi dahi yeterlidir. Bu; oruca başlamak ile ilgilidir. Orucu açıp bayram yapmak ise, bütün ilim adamlarına göre Şevval hilâlinin görüldüğüne dair adaletli bir şahsın şahidliği ile câiz değildir. Bundan tek istisnâ, Ebu Sevr’dir. O adaletli bir kişinin şahidliği ile bunu câiz kabul etmiştir.

“Ay böyledir ve böyledir…” diğer bir rivayette “ay yirmi dokuzdur” buyruğu da şu demektir: Ay, bazen yirmi dokuz olabilir. Bunun da anlamı şudur: Asıl itibar hilâledir. Bazen otuz günün tamamında görülür, bazen de ay, yirmi dokuz gün olabilir. Hilâl, bazı hallerde görülmeyebilir. O takdirde ayı otuza tamamlamak gerekir. Eksiklik bazen ardı arkasına iki, üç ve dört ayda dahi görülebilir. Fakat dört aydan fazlasında görülmez. Bu hadis-i şerifte bu gibi durumlarda anlaşılır işarete itimat etmenin câiz olduğu hükmü anlaşılmaktadır.”[17]

Hevâsından hiçbir şey söylemeyen, söyledikleri şeylerin kendisine Allah tarafından vahyedilen önderimiz Rasulullah (s.a.s.)’in bu konudaki birkaç hadis-i şeriflerini beraber okuyalım!..

1-Abdullah ibn Ömer (r.anhuma)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Hilâli görünceye kadar oruç tutmayınız ve yine hilâli görünceye kadar iftar etmeyiniz. Eğer hilâl size karşı bulutla örtülür ise, hilâl için takdir(yani hesab) yapınız.”[18]

2- Abdullah ibn Ömer (r.anhuma)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Bir ay, yirmi dokuz gecedir. Hilâli görünceye kadar oruç tutmayınız. Eğer hilâl size karşı bulutla örtülürse, Şaban’ın sayısını otuz güne doldurup tamamlayın.”[19]

3-Abdullah b. Zeyd  b. El-Hattab (r.a.)’dan.

O, Ramazan mı, yoksa Şaban mı diye şübhe edilen bir günde halka hitab ederken şöyle dedi:

-Beni dinleyin! Ben, Rasulullah (s.a.s.)’in Ashabı ile beraber oturup konuştum ve onlara sordum. Rasulullah (s.a.s.)’in şöyle buyurduğunu söylediler:

“Hilâli görünce oruca başlayın. Hilâli görünce orucu bırakın. Menâsike riayet edin. Hava kapalı olursa Ramazan’ı otuza tamamlayın. İki kişi hilâli gördüklerini söylerse, oruca başlayın ve orucu bırakın.”[20]

4-Ebu Hureyre (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Hilâli gördünüz mü oruç tutun, onu gördünüz mü bayram yapın. Eğer hava bulutlu olursa, otuz gün oruç tutun.”[21]

5-Rasulullah (s.a.s.)’in Ashabından bir adamın bildirdiğine göre, Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Şaban ayını otuza tamamlamadan ya da hilâli görmeden Ramazan orucuna başlamayınız. Oruca başladığınız zaman da Ramazan’ı otuza tamamlamadan veya hilâli görmeden orucu bitirmeyiniz.”[22]

“Âlemlere rahmet olarak gönderilen” Rasulullah (s.a.s.) böyle buyurdu!.. Bu buyruk her sözünde dosdoğru söyleyen en son Nebi ve en son Rasul’ün buyruğudur…

“Fetevâyı Hindiyye”de şöyle denilir:

 “Şaban ayının yirmi dokuzuncu günü akşam üzeri gurub vaktinde, insanların hilâli araştırmaları bir vecîbedir. Hilâl görülürse, ertesi gün Ramazan orucuna başlarlar. Eğer hava bulutlu ise, Şaban ayını otuza tamamlarlar. İhtiyarda böyledir.

Kezâ sayısını tamamlamak için Şaban ayının hilâlini de Receb ayının yirmi dokuzunda gözetlemek münasib olur.

Bu hususta müneccimlerin (hesab uzmanlarının) haberlerine müracaat edilmeyeceği gibi, sahih olan kavle göre onların sözleri de kabul edilmez. Sirâcü’l-Vehhâc’da da böyledir.

Hattâ bir müneccimin bu hususta yaptığı hesabla kendisinin amel etmesi de câiz değildir. Mi’racü’d-Dirâye’de de bu böyledir.”[23] 

Allâme ibn Âbidîn (r.a.), “Reddü’l-Muhtar Ale’d-Dürrü’l-Muhtar” adlı meşhur eserinde şunları kaydeder:

Metin:

“Muvakkitlerin (vakit hesab uzmanlarının) sözüne itibar yoktur. Mezhebimize göre, adâlet sahibi olanlar bile kabul edilmez.”

İzah:

“Muvakkitlerin sözüne itibar yoktur.” Yani, halka oruç farz olmak için onların sözü delil olamaz. Hattâ Mi’rac adlı kitapta: ‘Onların sözü, bilittifak muteber değildir. Müneccimin kendi hesabı ile amal etmesi câiz değildir.’ Denilmiştir.

Nehir’de şu ibare vardır:

‘Muvakkitlerin, filan gece hilâl gökyüzünde şöyle görülecektir, demeleri ile oruç tutmak lazım gelmez. Sahih kavle göre velev ki, adâlet sahibi olsunlar. Çünkü hesab kesindir.’

Vehbaniyye Şerhi’nde de bunun gibi sözler vardır.

Ben derim ki: Sübkî’nin sözünü kendi mezhebinin sonra gelen ulemâsı reddetmişlerdir ki, onlardan bazıları İbn Hacer ve Remlî’dir.”[24]

İslâm fakihleri de böyle diyorlar. Çünkü “Biz, ümmî bir ümmetiz. Yazı yazmaz, hesab yapmayız!” Rabbimiz Allah ne buyurmuş ise önderimiz Rasulullah (s.a.s.) nasıl bildirmiş ise, “İşittik ve itaat ettik!” Çağların değişmesiyle ne Allah katında ondan başka din olmayan İslâm Dini’nin ölçüsü değişir, ne de muvahhid mü’min Müslümanların imanı ile itaatı!...

“Hüküm, yalnızca Allah’ındır. O kendisinden başkasına kulluk etmememizi emretmiştir. Dosdoğru olan din işte budur, ancak insanların çoğu bilmezler.”[25]

 Dipnot

 

 

[1]- Ahzab, 33/36.


[2]- Nur, 24/51-52.


[3]- Bakara, 2/285.


[4]- Âl-i İmrân, 3/110.


[5]- Necm, 53/3-4.


[6]- Âl-i İmrân, 3/32.


[7]- Nisa, 4/80.


[8]- Haşr, 59/7.


[9]- Şöyle buyurur Rabimiz Allah Teâlâ:

  “Bugün size dininizi kemâle erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslâm’ı seçip beğendim.” Mâide, 5/3.


[10]- Sahih-i Buhârî, Kitabu’s-Savm, B. 13, Hds. 23.

    Sahih-i Müslim, Kitabu’s-Sıyâm, B. 2, Hds. 15.

    Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’s-Sıyâm, B. 4, Hds. 2319.

    Sünen-i Nesâî, Kitabu’s-Sıyâm, B. 17, Hds. 2140-2141.

    İmam Nesâî, es-Sünenü’l-Kübra, çev. Hüseyin Yıldız, İst. 2011, C. 3, sh. 142 Hds. 2461-2462.

    İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, çev. Hüseyin Yıldız, Vdğ. İst. 2014, c. 7, sh. 392-394, Hds. 9945, 9950, 9952.

    Celâleddin es-Suyutî, ed-Dürrü’l-Mensür, çev. Zekerya Yıldız, İst. 2012, C. 6, sh. 572. İbn Ebi Şeybe ve İbn Merduye’den.                   


[11]- Bakara, 2/185.


[12]- Tevbe, 9/36.


[13]- Fatır, 35/43. Fetih, 48/23.


[14]- Hâkim en-Nîşâbûrî, el-Müstedrek Ale’s-Sahihayn, çev. M. Beşir Eryarsoy, İst. 2013, C. 3, sh. 108, Hds. 1579.

Hâkim (rh.a)’ın notu:

“Bu, Buhârî ve Müslim’in şartına göre senedi sahih olmakla birlikte bunu tahric etmemişlerdir. Abdülaziz b. Ebi Revvak ise, abid, müctehid, soylu bir aile mensubu, sika bir ravîdir.

Aynı eserin, C. 3, sh. 109’un 94.  Dipnotunda bu hadisin tahrici yapılmış ve: “Bu ibare, İbn Huzeyme Sahih, 1936’da vardır.” diye beyan edilmiştir.    


[15]- Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Hzr. Necati Yeniel, Vdğ. İst. 1988, C. 9, sh. 135.


[16]- İbn Hacer el-Askalânî, Fethu’l-Barî Muhtasar, çev. Soner Duman- Mehmet Odabaşı, İst. 2006, C.4, sh. 417.


[17]- İmam Muhyiddin en-Nevevî, Sahih-i Müslim Şerhi el-Minhâc, çev. M. Beşir Eryarsoy, İst. 2013, C. 5, sh. 287-288


[18]- Sahih-i Buhârî, Kitabu’s-Savm, B. 11, Hds. 16.

    Sahih-i Müslim, Kitabu’s-Sıyâm, B. 2, Hds. 3-9.

    Not: İmam Müslim (rh.a)’in rivayetindeki ziyade:

“O ay için otuz gün takdir edin.”

    Sünen-i ibn Mace, Kitabu’s-Sıyâm, B. 7, Hds. 1655.

    Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’s-Sıyâm, B. 4, Hds. 2320.


[19]- Sahih-i Buhârî, Kitabu’s-Savm, B. 11, Hds. 17.

    Sahih-i Müslim, Kitabu’s-Sıyâm, B. 2, Hds. 9.

    Sünen-i Nesâî, Kitabu’s-Sıyâm, B. 17, Hds. 2138.

    Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’s-Sıyâm, B. 4, Hds. 2320.

    İmam Mâlik, Muvatta’,  Kitabu’s-Sıyâm, Hds. 2.


[20]- Sünen-i Nesâî, Kitabu’s-Sıyâm, B. 8, Hds. 2116.

    İmam Nesâî, es-Sünenü’l-Kübra, çev. Hüseyin Yıldız, İst. 2011, C.3, sh. 133, Hds. 2437.


[21]- Sahih-i Müslim, Kitabu’s-Sıyâm, B. 2, Hds. 17.

    Sünen-i ibn Mace, Kitabu’s-Sıyâm, B. 7, Hds. 1655.

    Sünen-i Nesâî, Kitabu’s-Sıyâm, B. 12, Hds. 2124-2125.

   Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’s-Sıyâm, B. 7, Hds. 2327.

    İmam Mâlik, Muvatta’,  Kitabu’s-Sıyâm, Hds. 3.


[22]- İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, C. 7, sh. 383, Hds. 9926.

    Abdurrezzak es-San’ânî, Musannef, çev. Hüseyin Yıldız, İst. 2012, C. 4, sh. 220, Hds. 7337.


[23]- Fetâvâyi Hindiyye, çev. Mustafa Efe, Ank. T.y, C. 2, sh. 15-16.


[24] - İbn Âbidîn, Reddü’l-Muhtar Ale’d-Dürrü’l-Muhtar, çev. Ahmed Davudoğlu, İst. 1983, C. 4, sh. 262-263.


[25] - Yusuf, 12/40.
vuslatdergisi

Bu yazı toplam 8606 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar