Abdurrahman Dilipak: Yol Odur ki Hakk'a Vara!

Abdurrahman Dilipak: Yol Odur ki Hakk'a Vara!

Habervakti.com yazarı Abdurrahman Dilipak'ın yazısını iktibas ediyoruz

Abdurrahman Dilipak / Yol Odur ki Hakk'a Vara! Habervakti.com

Algıyı yöneterek ümit ettiğimiz menzile ulaşabilir miyiz? Algı ile gerçek, gerçek ile hakikat arasındaki bağı kaybedersek, cennet hayali ile altı ay bir güz gideceğimiz yolun sonunda bir arpa boyu bile yol alamamakta da var, hatta geriye gidip, gözümüzü açtığımızda kendimizi bir uçurumun önünde yapayalnız bulmak da var.

AK Parti'de geldiği yeri, bulunduğu noktayı ve geleceği yeniden düşünmesi gerekir. Aslında bu iş için çok geç kaldılar. “Nefs muhasebesi”, yeni tabirle “öz eleştiri” yapmak şöyle dursun, kendilerine uyarıda bulunanlara da sırtlarını döndüler. Kurguladıkları artırılmış sanal gerçekliğe önce kendileri inandılar.

Cumhuriyetin ilk yüzyılının son çeyreği RefahYol ve AK Parti ile geçti. Yap-İşlet-Devret metodu ile yaptığı işlerle ülkenin gelecek, 2. Yüzyılın ilk çeyreğini ipotek altına soktu. Bugün, hem dış borç, hem de iç ekonomi k dengeleri yeniden kurmak için bu süreçteki kazanımları satmaya çalışıyoruz. Ve artık mızrak çuvala sığmıyor. Algı operasyonları da işe yaramıyor. Gazze olayları da bu işin tuzu biberi oldu.

-Başkanlık sistemi sonrası, Yasama, Yürütme, Yargı üçü birden adeta çöktü. Son AYM ve Yargıtay tartışması ile iş daha da içinden çıkılamaz bir hal aldı. Başkanlık sistemi ile yasama, yürütme ve yargı temelindeki güçler ayrılığı prensibi daha da kötü bir noktaya geriledi. Ne bilim kurulları çalışıyor, ne politika kurulları. Müsteşarlığı kaldırdılar bakan yardımcılığı sistemi de çalışmıyor.

-DDK’da MASAK da beklenen gibi çalışmıyor, Sayıştay da artık etkin bir denetim yapamıyor.

-Devlet Planlama Teşkilatından boşalan yeri yeni düzenleme ile doldurmak da mümkün olmadı. MGK da öyle.

-Adalet atalet ve zafiyet içinde. İstanbul sözleşmesi ile başlayan süreçte yasama, yargı ve yürütme Milli İradenin tecellisi olma ilkesinden uzaklaştı.

-YÖK de MEB de adeta çöktü.

-Aile dağılıyor, Gençlik perişan, Fuhuş, kumar, Uyuşturucu patladı.

-STK’lar buharlaştı. STK Siyasetin arka bahçesinde kayboldu. STK’lar siyasete sıçramak için Tramplen tahtasına döndü. Cemaat denilen yapılar da öyle. Sermaye, siyasete ve bürokrasi bir menfaat üçgeni oluşturdu. Yerel yönetimler de bu Şeytan üçgeni içine sıkışıp kaldı. Media da bunların elinde oyuncak oldu.

-Siyaset de itibarını, ciddiyeti kaybetti. Siyaset menfaat gruplarının Rant pazarına döndü.

-İHA, SİHA, Ayasofya, TOGG, bunlardan boşalan yeri doldurmaya yetmiyor.

-İktidar gücünü arkasına alan birileri, güç zehirlenmesinin verdiği sarhoşlukla ile kendilerini eleştiren herkese karşı adeta meydan okumanın ötesine geçip operasyon çekmeye başladılar.

-CoVİD süreci tam bir rezaletti. “Uluslararası sistemle birlikte yürüme” adına Hak, Hukuk tanınmadı. Göz göre göre bir c inayet işlendi. 5G konusunda da öyle ve hala inatla bu projeler sürdürülüyor. Kimliklerimize toplumsal cinsiyet kimliği olarak GENDER yazıldı.

-Deprem süreci de maalesef bilindiği gibi. Hala gerçek ölü sayısını bilmiyoruz. Yaralı, sakat kalan kaç kişi, Kaç yetimimiz var, kaç dulumuz var bilmiyoruz. Sıradan bir söylenti, çoğu zaman sarsıcı bir gerçekten daha tehlikeli olabilir. Bu olan depremden ders alınmazsa , korkarım İstanbul depremi, daha da büyük felakete sebep olabilir.

-HABAT, Dijitalizm hala başımızın en büyük belası. Yolsuzluklar da öyle. Fesat karıştırılan ihaleler, FETÖ ya da namı diğer Yargı borsası yükümü bu ülke, bu toplum daha fazla taşıyamaz.

-G20 nihai senedini yırtıp çöpe atabilecek misiniz? Netenyahu’nun istediği, Dahlan senaryosunun devamı mahiyetindeki, başkenti doğu Kudüs (!?) olan Laik Filistin’in garantörü olmaktan vazgeçecek misiniz?

Sahi dünyaya Hz. Ömer’in Kudüs beyannamesini ne zaman hatırlatacaksınız?

Bakın bu noktaya bir anda, durduk yerde gelmediniz. Dost sandıklarınız, yarın gerçekler ortaya çıkıp, hesaplar tersine döndüğünde sizi o an satarlar. Sizi suçlarlar. Çevreniz Brütüslerle dolu, bunu görün artık.

Bu gittiğiniz sokak, çıkmaz sokak. Bu güne kadar kollarımızı makas gibi açarak bunu size anlatmaya çalıştık ama duymak istemediniz. Bu saatten sonra sizi BOP, HABAT, DAHLAN çetesi de kurtaramaz. Artık Netenyahu gelmeyecek, Sizden kimse de gidemeyecek. Ne ABD, ne AB sizi dinlemeyecek. IMF’de derdinize derman olmayacak. GlobalReset çetesine verdiğiniz sözleri de yerine getiremeyeceksiniz. Peşinize taktığınız Holding Patronları da size yardım edemeyecekler. Çevrenizdekiler de dağılmaya başladıklarında, yerinize kimseyi de bulamayacaksınız.

Peki şimdi ne olacak? Korkarım son pişmanlık fayda vermeyecek.. Bakalım, son gün, son bir hamle ile Hz. Yunus ve kavminin örneğinde olduğu gibi, “İnni küntü minezzalimin” diyebilecek misiniz. Cahillik ve zulüm başımızın belası. Zulüm bizim gelenekte adaletin yokluğudur. Ve zulm ile abad olunmaz. Bu saatten sonra “Kendisi himmete muhtaç dede, nerde ki gayrıya himmet ede”. Evet, “aya asansör kuracağız” deseniz inanacak bir kalabalığı peşinize taktınız.. Siz onları, onlar da sizi kaldırdılar.. İstanbul sözleşmesine sizi kim ikna etti ise ve siz o konuda kimleri ikna edip bu ve benzeri yasaları emir komuta zinciri içinde geçirdi iseniz, işte bu gün. Geldiğiniz noktadaki sorunların asıl sorumluları onlar. O siyaset adamları, o bürokratlar, o iş adamları, o bilim adamları, o STK’lar, kanaat önderleri, Cemaat imamları. Aslında hepsi, bugün gelinen noktanın asıl sorumluları.

“Şimdi döğün Sakarya, dövünme vakti bu an”.. Gelecek günler, ülkemizde, bölgemizde, dünyada geçen günleri aratacak gibi gözüküyor. Tabi geleceği yalnız Allah bilir. Öte yandan durum ortada, Allah cahillere ve zalimlere yardım etmeyecek. Daha zor günler bizi bekliyor olabilir.. Araf 133’de buyurulur ki, “Biz de ayrı ayrı mucizeler olarak onların üzerine tufan, çekirge, haşere, kurbağalar ve kan gönderdik; yine de büyüklük tasladılar ve günahkâr bir kavim oldular.” O uyarılan toplulukların ayak izinden gidenler, onların vardıkları yere varırlar. Allah (cc) o cahillerin ve zalimlerin işlerini sarp dağlara sardırır, onların üstüne pislik yağdırır. Siz misiniz, fıtratı bozan topluluk.. Siz mi hayvanları öldürüp, ekinleri talan eden, canlıların genetik yapılarını değiştirenler, havayı, suyu, toprağı zehirleyenler!

Bu gün bir şekilde onlar bu dünyada hesap vermekten kurtulsa bile ne yazar ki, bunun bir de öbür dünyası var ve orada bütün belgeler, tanıklar hazır ve gizli kalan hiçbir şey olmayacak. İİT’nın üyesi ülkelere bakın. Hemen hepsi haksızlıklar karşısında susanlardan olmadılar mı? Yazık değil mi bize, bu halka ve bu ülkeye. İslam’a ve Müslümanlara güven kalmadı, bir çok kesimde.. Din ve tarih bu kadar magazinleştirilmese idi, övgü ve sövgü kitabı haline getirilmeseydi, menkıbelerle mefahir şeklinde efsaneleştirilmese idi de, ders alınsaydı keşke, ama olan oldu işte! Bakın def-i mazarrat celbi menafiden evladır. Gaz’a değil, frene basın.. Şu Dijitalizm sarhoşluğundan vazgeçin. Her şeyi yasa ile düzenlemekten vazgeçin. Bir ülkede ne kadar çok yasa ve mevzuat varsa, özgürlükler o kadar az, torpil ve rüşvet o kadar çok demektir. Yabancılara tanınan imtiyaz, yerli halka tanınmıyorsa, orada saadet ve güven olmaz. Toplumun İnanç, Ahlak ve geleneğinden kopuk kişiler ve topluluklar itibar görüyorsa, orada her zaman her şey olabilir.

Önce şu son zamanlarda çıkartılan yasalar ve izin verilen uygulardan kurtarın ülkeyi. Bu kentsel dönüşüm yasasını kim hangi ahla hizmetle çıkarttı.. Her doğan gün yeni bir derde dönüşüyor. Her gün yeni bir yolsuzluk iddiası gündemi sarsıyor.

Sivil toplum buharlaştı. Hepsi siyasetin arka bahçesine döndü sanki. Ya da STK siyasete sıçrama tahtası oldu. Cemaat, sermaye, akademi hepsi asli zeminlerinden uzaklaştılar. Artık adaletin bile borsasından söz edilmeye başladı. Algı operasyonları, Erbakan’ın tabiri ile “ölü yüzü pudralama”ya döndü. Diz enformasyonu önleyelim derken aslında zaman zaman gerçekler sanki perdelenmeye çalışılıyormuş gibi bir şekle dönüştü. “Kamuoyu aydınlatma platformu” gibi platformlar var, ama gerçek enflasyonu, CoVID ve mRNA’dan ölenleri bilen var mı? Depremden ölenleri bilen var mı? O zaman gerçeğin yerini söylenti alır. Psikolojik harp taktikleri ile, troller, media ve bir takım merkezler üzerinden toplum mühendisliği yaparak bir yere varılamaz. Checking ve Monitoring böyle yapılmaz, sadece gün kurtarılır, söylenti kışkırtılır, yarına ertelenen gerçeğin yerini söylenti alır. Söylenti kargaşanın ikiz kardeşidir. Bu da daha tehlikelidir.

Vakit geç oldu, ama son bir hamle ile acaba kurtulmak mümkün mü, emin değilim.. Allah dilerse olur elbette. HABAT’ın ipi ile bu kuyudan çıkamayız. Kader! Görelim Mevlam neyler. Sonunda ölen ölür! Akacak kan damarda durmaz. Bize hayır gibi gelen şeyde şer, şer gibi gelen şeyde Allah hayır murat etmiş olabilir. Sonunda “Allah’ın ipi”ne tutunanlar kurtuluşa erecekler. Onlar denizi geçecekler ve su onları boğmayacak, eğer gemiye binenlerden ya da Hz. Musa’nın ayak izlerin yürüyenlerdenseniz. Eğer Allah'a, gaybe ve ahiret gününe iman ediyorsanız, Fil ordularını ebabil kuşları yener, Davud (As) sapanı Tanrı/Kral Calud (Goliath)ı yenmeye yeter. Peygamberlerin ayak izinden yürüyenler mahzun olmayacaklar. Şeytanın ve onun dostlarının, Pedofolik Satanistlerin, GlobalResetçilerin varacağı yer ise ne kötü bir yerdir. Yol odur ki, Hakka vara. Hakk'ın hatırını, uluslararası sistemin ve halkın itibarından üstün tutanlara selam olsun.

Selam ve Dua ile.