Abdurrahman Dilipak: İsraf ve..

Abdurrahman Dilipak: İsraf ve..

Habervakti.com yazarı Abdurrahman Dilipak'ın yazısını iktibas ediyoruz

Abdurrahman Dilipak: İsraf ve../Habervakti.com

Bugün Cuma. Bolca dua edelim. Unutmayalım ki, “Biz kendimizi değiştirmeden Allah bizim hakkımızdaki hükmünü değiştirmeyecektir.”

Her yerde israf diz boyu. İnanılmaz bir zaman israfı var. Elimiz ayağımız boş değil, tuttuğumuz iş değil. Avara kasnak gibi, dün baba dönelim. Oysa bizim boşa geçirecek bir saniye zamanımız, boşa harcayacak bir kuruş paramız, gözden çıkartacak tek bir insanımız bile yok. Ama halimiz ortada.

Vakit, “nakit” değil, ömürdür ömür. Hayatın bir çok alanında havanda su döğüyoruz.

Bir ara makam arabaları lüksünü konuştuk, o da unutuldu gitti. Çünkü söz “yalama” oldu. “Kellim kellim la yenfağ”: Söyle söyle faydası yok. Zira “itibardan tasarruf olmaz”. Biri bir şey söylüyor, 40 akıllı ona inanıyor.

Sahi şu uzay yolculuğu bize kaça malolacak ve biz ondan ne elde edeceğiz.

Daha önce Suud da göndermişti birini. Mesela, eğer birinin gitmesi gerekiyorsa, D8 ülkelere neden birini ortaklaşa göndermezler. Yapmayın ya hu, parasını verip gittiğiniz dikey bir yolculukla, Cumhuriyetin 2. Yüzyılına girerken uzay fethine çıkıyormuş gibi bir hava vermeyin..

Alın size şu elektrikli otomobil hikayesi, arkası arkasına elektriksiz günlerden söz ediliyor, biz elektrikli otomobil yapıyoruz. Dünya Nano Chip’e geçiş hazırlığı yapıyor, MikroChip üretim tesisleri kapatılıyor, biz Mikro Chipli sistemler üretiyoruz, Bütün akıllı (!?) sistemle, Starlink ve 5G üzerinden global network’e bağlanıyor, biz bütün bilişim, ulaşım ve sabit barınma, üretim, kamu ve özel yönetim sistemlerini, otonom ve yerleşik veya mobil savunma sistemlerini akıllandırıyoruz. Bu Akıllıca bir iş değil. Bütün sistemleriniz dış müdahalelere açık hale getiriliyor. Bütün bunlar TEK TIK ile havaya uçurulabilir hale getiriliyor. TEK tıkla ele geçirilebilir ve size karşı kullanılabilir.

Siber bir işgal gerçekleşirken bize “uzaya bak uzaya” diyorsunuz. Oysa yerde dehşet verici şeyler oluyor.

Davos’ta nelerin konuşulduğunun farkında mısınız? Yeni salgına hazır mısınız? Hala “Uluslararası sistemle birlikte hareket etme” konusunda kararlı mısınız?

Sahi Gazze konusunda son durum ne? Çatışma yayılarak, derinleşerek devam ediyor. Biz neyi bekliyoruz? HABAT ve AGARTHA konusunda bir gelişme var mı? “Yerli ve Milli Epsteinler” konusu ne zaman Ankara’nın gündemine gelecek, Neden Adana ile ilgili iddiaların soruşturulmasını teklifini reddettiniz TBMM’de.

Rüşvet, torpil, yolsuzluk almış başına gidiyor. Yargının hali malum. Siyasetin, Ekonominin hali de öyle. İyiye gitmiyor. Siz üç kuruş zam yaparken, fiyatlar beş kuruş artıyor. Çünkü Enflasyon rakamları, kurlar gerçek değil. Bu açığı ithal beyin ile kapatamazsınız. Asgari ücrete ya da emekliye o zammı yaptınız da, kiralardaki artış, pazar fiyatları ne biliyor musunuz? İstanbul sözleşmesinden çekildik dediniz ama sözde. Ailenin hali malum. Eğitim de öyle maalesef. Tahribat çok büyük olunca, 3 günde düzeltilmesi de kolay değil, kaldı ki, düzeltmek için ne kadro müsait, ne bütçe, ne mevzuat, ne bu konuda ciddi bir irade var, konjonktür desen felaket. Bu durumda gelecek günler, geçen günleri aratacak.

Ya hu, bir “bankamatik memur” sorununu bile çözmediniz. Belediyeleri de işin içine katınca bu durum her kesimde sözkonusu. Öte yandan Bankamatik valileriniz, büyük elçileriniz var. Kamu hizmetinde olması gereken kamu görevlilerini, araçlarını, imkanlarını STK’lara, partiye, partililere, kişilere tahsis ederek bir yere gidemezsiniz.

Böyle giderse, kim gelirse gelsin, gelecek günler geçen günleri aratır.

Kimse geleceğinden emin değil. Gücü yeten yetene, kadro ya da ihaleler talimatla. Yanlış iş yapan birine dokunamıyorsunuz bile. Ya arkası varsa. Arkasında bir siyasi ya da Mafya varsa ona kim dokunabilir ki! Adamın bir açığını bulup, idari ya da adli yollarla sürüm sürüm süründürürler. Kürt’se PKK, değilse FETÖ’cü dersin olur biter.. KHK günlerini de gördük. Yanlışı eleştirmenin bedelinin ne olduğunu ben yaşayarak gördüm.

Bir takım karanlık eller üzerinden AK Parti’nin içine sızan AKP’liler, bir yandan da CHP’yi ele geçiren birileri CHP’yi dizayn ediyorlar. Bir süreden İYİ Partide de bir şeyler oluyor, yarın MHP’de de olacak bu gidişle. HDP’ de yeniden dizayn ediliyor. Bir yandan da yeni yeni partiler kurduruyorlar, ya da daha önce kurdurdukları partileri aktif hale getiriyorlar sanki..

Birilerinin ihtirasları ve korkuları sanki gözlerini bürümüş olacak ki, gittikleri yanlış yolun farkında değiller gibi. Memurlar da aynı kıskaca girmiş, kamuda psikotrop ilacı kullanımı patlamış vaziyette. Aile içi çatışmalar da paralel geliyor. Alkol ve uyuşturucu kullanımı da öyle. Bu durum ergenlik yaşındaki çocuklarda ve gençlerde çok ciddi psikososyal davranış bozukluklarına sebep oluyor. Bu gidişle ciddi psikolojik sorunlar, şiddet ve intiharlara sebep olabilir.

Hadi seçime gidiyorsunuz, eski kadrolarla yola devam. Eski hamam, eski tas, niye tellak değiştireceksiniz ki!

Yahu bir kamu binasında, her yerde dolu insan. O kadar çok insanın kamuda ne işi olabilir, bu kadar e-devlet uygulaması varken. İstanbul’daydım geçtiğimiz günlerde, her yer otomobil. Park edecek yer yok. Anadolu’dan Avrupa’ya gidip gelmek can derdi. Emekliler, tuvalet kağıdını bir marketten alıyor, peyniri başka marketten, sebze pazardan, pirinç indirimden.

Hava soğuk. Bir kamu binasında girip çıkanlar sürekli içeride hava sirkülasyonu yapıyor. Herhalde kalorifer ısı ölçeri kapıya yakın koymuşlar. İçeride memurları terleten bir sıcaklık var. Zaten her kişi 38 derecelik bir radyatör gibi ısı yayıyor. Biri içeriyi serinletmek için havalandırmak için pencereyi açmış. Kimin umurunda. Havalandırırken dışarıdan egzoz dumanı alıyorsunuz içeriye. O zaman da gelsin “Karbon ayak izi”. Yahu, diktiniz gökdelenleri, ne bina ne yol yaparken hava sirkülasyonu için bir koridor bile bırakmadınız, her sabah ilçelerde bile şehre sis çöküyor, deniz, nehir, baraj, gölden yükselen buhar havadaki zehirli gazla birleşince asidik bir sıvıya dönüşüyor. İnsan, hayvan, bitki zarar görüyor bu işten. Zehir soluyoruz zehir. Dağ yamaçlarını bıraktık, ovaya gökdelen dikten, al başına belayı, gidecek-kaçacak yer de yok. Ölümlerden ölüm beğen. Şehir hastanesi dedikleri hastalık AVM’lerine bakın, her yer dolu, herkes hasta. fırından çok eczane. Evlerde dolap dolap ilaç. Yapmayın, bu yol yol değil, bu gidiş gidiş değil. O geni ile oynanmış canavar tohumlar, o zirai ilaçlar, fenni gübreler, havayı, suyu, toprağı mahvediyor. O paketlenmiş endüstriyel yiyecek ve içecekler, kimyasallar, hormonlar, enzimler, katkı maddeleri ile yavaş yavaş kısırlaştırılıyor, hasta ediliyor, öldürülüyoruz. Aklımız eğitim, media üzerinden işgal altında, The Cemaat ve yine eğitim üzerinden, TSE damgalı bir din misyonerliği, Media üzerinden kalbimiz de işgal altında. Yiyip-içtiklerimizle, ilaçlarla midemiz de işgal edildi. Akıllı, statik ve otonom akıllı sistemler, siber ordularla ev, işyeri, sokak ve şehirlerimiz işgal altında. Bakın “Allahın dini” (Allah’ın bizim için seçtiği din / Yaradanın yaratılana vahyettiği yaşama biçimi olan din) yeri göğü, ölümü ve hayatı açıklar, bizim yaşadığımız din, karı-koca arasındaki ihtilafı bile çözmüyor.

Bakın TransHumanizm projesi çerçevesinde NeuraLink dedikleri Chipleri kafamıza taktıklarında zaten bizler Zamane tanrılarının biyolojik robotları olarak kapı kulları olacağız, Allah korusun. Ya da toplumu ilaç ve gıda ile zombileştirecekler. Gençlerimizi Metaverse artırılmış sanal gerçeklik cennetinden cehenneme postalayacaklar.

Göleriniz var görmüyor musunuz, kulaklarınız var duymuyor musunuz, Kalbiniz var hissetmiyor musunuz, yoksa kalbiniz mi mühürlendi?

Şu Hilafet-Şeriat/Laiklik tartışmasına bakın hele bir. Cahilliğin bu kadarı ancak eğitimle mümkün.. Şu teröre bakın, ölen niye öldüğünü, öldüren niye öldürdüğünü bilmiyor. Bu örgütlerin adamlarının çoğu kaçtıklarını sandıkları şeye doğru koşuyorlar aslında. Adamlar devletleri millet kavramını kaldırmak için geliyorlar, devlet olmak, ulus olmak kavgası veriyor birileri. Hem de kendilerini kimin ne zaman, nasıl, ne için ürettiğini bilmeden. Uluslararası finans kapitalizmin kendi kardeş halklarına karşı düşmanca politikalarının taşeronluğunu yapan bir örgüt üzerinden özgürlük mücadelesi mi verilir. Birileri tavşana kaç, tazıya tut diyor aslında. Bunun adı “kontrollü bunalım stratejisi” Birileri aynı ülkenin çocuklarının kanları ve gözyaşları üzerinden kendilerine iktidar ve servet üretiyor aslında. Soğuk savaş bitti diyorlar, bizde bitmedi. Sağdan-soldan bir takım faili meçhuller niçin oldu, niye bu konunun üzerine gidilmedi, aslı araştırılmadı hiç düşündünüz mü? Hani haksızlık kimden gelirse gelsin, kime yönelik olursa olsun, mazlumdan yana, zalime karşı olacaktık. Eşref Bitlis, Uğur Mumcu, Hrant Dink, Muhsin Yazıcıoğlu ve daha bir çok isim, kimler tarafından, niçin öldürüldü ve neden işin aslı tam olarak aydınlatılamadı. Hakikatle yüzleşmek için önce haksızlıklar karşısında susan dilsiz Şeytanlardan olmamamız gerek.

Görmüyor gittiği yanlış yolu, zannım, çoğunuz. Size rehberlik eden (O uluslararası sistemin adamı olan) haydudu artık kovunuz!” Çare mi, “Allaha dayan sa’ye sarıl, hikmete ram ol / Yol varsa budur bilmiyorum başka çıkar yok