Abdurrahman Dilipak: Ama, Sor Bakalım

Abdurrahman Dilipak: Ama, Sor Bakalım

Habervakti.com yazarı Abdurrahman Dilipak'ın yazını iktibas ediyoruz

ABDURRAHMAN DİLİPAK: AMA, SOR BAKALIM /HABERVAKTİ.COM

Şu bitmeyen “ama”lar, “fakatl”ar yok mu? İşin işine biraz gerçek, bolca hayal ve gerçekten daha fazla yalan katarsın, insanlar daha kolay inanır o zaman. Zaten Şeytan da insanların çoğunluğu, onların heva ve hevesleri ile ilgili ihtiraslarına hitap eden algılarla böyle kandırıyor. Hayalin maliyeti yoktur ve genellikle de algıyı yönetme iddiasındaki, kendini halkla ilişkiler uzmanı, stratejist diye göstermeye çalışan toplum mühendislerinin halkın keramet zannettiği kehanet ve büyülerinin yalanları vardır.

Ağuyu altın tas içre sunarlar, bal da onun suç ortağı”. Dezenfermasyonla mücadele elbisesi giyer kimi, o etiketle dezenformasyon yapar. “Sureti haktan gözükmek” diye buna denir. Bu “bin bir surat”ları mesleğidir. Bizde buna “münafıklık alameti” denir. Ne oldukları gibi görünürler, ne de göründükleri gibi olurlar. “Trol” dedikleriniz bunların çıraklarıdır. Çaldıklarını korumak için “bekçi köpeği” yerine kullanılırlar. Media’da da “itibar suikasti” yapmaya hazır “Media tetikçileri” vardır. Akademisyen dedikleri, yeri geldiğinde “Bilirkişi” ünvanı ile “yalancı şahitlik” yaparlar. Bunlar eskiden adliyeleri karşısındaki “şahidler kahvehanesi”nde, mahkeme kapısında istida yazan, bu işlerle meşhur, “babaların” adamı kimi yazıcıların “kadrolu” şahitliğini yaparlardı.

Sahi kime inanacaksın. Adam bir gün Starbucks’a övgüler diziyor, öbür gün sövüyor, bir sonraki gün Hubeybiye musalahasından çıkıp, İsrail’e gidip gelen gemilerden çıkıyor.

ABD “Zarrab olayı”ndan sonra geçen gün, eski bir SİAD Başkanın bir şirketinin de aralarında yer aldığı 7 Türk şirketi hakkında, ABD hazinesi (Treasury Department) Rusya’ya askeri malzeme tedariki yaptıkları gerekçesi ile yaptırım kararı aldı. Hedefte, Türkiye BAE ve Çin ile birlikte “karmaşık ulus ötesi ağlar ve 3. ülke uzantıları” hedefte. Bunun anlamı Off-Shore’lerdeki bir takım şirketlerden söz ediliyor. Türk şirketlerin adları da verilmiş “Bosfor Avrasya lmt, Egetir otosan lmt, Globus logistik Lmt, Kartal Exim Lmt., Konomor gemi lmt., Megasan AŞ, Özkaya oto. AŞ”.. Liste uzayıp gidiyor, 150’den fazla kişi ismi ve firma ismi geçiyor. Bu kişilerin ilişkili oldukları diğer kişiler, şirketler, politikacılar, bürokratlarla bu liste üzerinden binlerce kişi bu konuyla ilişkilendirilebilir. Belki bu kişilerin yurt dışındaki yatırımları, ilişkileri, banka hesapları da takibe alınacaktır. Bu kişilerden Türkiye ile ilişkili olanların her biri üzerinden yeni bir Zarrap vakası üretilebilir. Bu kişilerin ele geçirilmesi halinde, bunlar üzerinden her türlü “itiraf”(!?) kurgulanabilir.

HABAT ve benzer Siyonist yapılara dokunmanın böyle bir riskli yanı da var. Hele de hakkınızda birilerinin kasasında dosya ya da kaset bulunuyorsa, kayıt dışı paranız varsa. Türkiye’den İsrail’e giden gemileri konuşuyoruz da, gidip gelen o kadar çok şey var ki. Mesela İsrail’in petrolü “bizden”(!?). Enerjileri de buna bağlı. Peki bu “bizden” ne kadar bizden!? Türkiye Azerbaycan arasında bir ucu Ceyhan’a uzanan bir petrol boru hattı var. Bakü-Tiflis-Ceyhan (BTC) Boru Hattı, 1.768 km uzunluğunda. 11.6.1993’de yapılan bir anlaşmayla gündeme gelen, 2006’da devreye alınan Azerbaycan, Gürcistan, Türkiye hattındaki bu boru hattı aynı zamanda Güney Kafkasya Doğalgaz Boru Hattı ile birlikte çalışıyor. Eylül 1994’te, “yüzyılın anlaşması” olarak adlandırılan petrol anlaşması imzalandı.

Ekim1998’de, ABD, Azerbaycan, Türkiye, Gürcistan, Kazakistan ve Özbekistan,imzaladıkları “Ankara Deklerasyonu” ile Bakü - Ceyhan boru hattına olan desteklerini ilan ederler. 10 Haziran 2003 tarihinde altıncısı yapılan Üç Denizin Hikâyesi adlı konferansta, Türkiye Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer yaptığı konuşmada BTC hattının ne kadar önemli olduğunu bir kez daha vurgulayarak, bu hatta Kazakistan’ın da dahil edilmesi gerektiğini belirtti “Sorun yok, onlarda bizden”(!?) diyebilirsiniz. Sorun var. İş zannedildiği gibi değil. Bu petrol hattında Partnerlerimiz(!?) BP, SOCAR, Chevron, Statoil, GIOC, TPAO, Eni, Total S.A., Itochu, Inpex, ConocoPhillips, Hess Corporation, Operatör ise BP. Buradan hergün 1 milyon varil (160.000 m3) petrol taşınıyor.

Sorun şu: Boru Hattı Hissedarları şunlar: BP (İngiltere):%30,1, State Oil Company of Azerbaycan (SOCAR):%25, Chevron (ABD):%8,9, StatoilHydro (Norveç):%8,71, Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı (TPAO) (Türkiye):%6,53, Eni/Agip (İtalya):%5, Total (Fransa):%5, Itochu (Japonya): %3,4, Inpex (Japonya):%2,5, ConocoPhillips (ABD):%2,5. Hess Corp (ABD)%3.4. Yani İngiltere %30 paya sahip, Azerbaycan %25, AB %18.71, ABD %14.8+, Türkiye %6.53, Japonya %5.9. En sonuncuyla aramızda sadece %0.54 puanlık bir fark var. Bir toprağımızı kiralıyoruz ve müteahhitlik hizmeti veriyoruz sadece. Sanki herşey bizim imiş gibi havalanınca, olumsuz giden işler konusunda da hesab bize çıkartılıyor tabiatı ile.. Hele bir de Rus’u, Azeri’si, Arab’ı birbirine karıştırınca da içinden çıkılmaz bir hal alıyor, ağır bedeller ödemek zorunda kalıyoruz.Ya hu, alan onlar, satan onlar, size ne oluyor. Türkiye’den İsrail’e su gidiyor. Su “made in Türkiye” de, “DamlaCoca Cola’nın. Bizimkiler taşıyıcı. Bakın ülkemizdeki paket suların büyük kısmı yabancıların. Teknoloji zaten büyük ölçüde onların da, şimdi toprakları da satın almaya başladılar. KKTC de uzun zamandır alıyorlardı. Bizde toprak alınca bir de kendilerine kimlik veriyoruz. Artık o bir “Türk Vatandaşı”. Gökyüzü zaten Starlink’lerle işgal edildi. “Hava, su, toprak” onların artık.(!?) Toprağın altındaki madenlere de onlar el attı.. Kardeşim, artık beynimiz, kalbimiz, midemiz de işgal altında!? Altını, gümüşü, elması, Yakutu getirenler de onlar, HABATçılar suyun başını tutmuş, işçilik bizden, bu ürünleri alıp, üzerine markalarını basıp satanlar da bunlar. Eee, bu gemiler onun için gelip gidiyor. Ve bu arada özellikle mücevherat konusunda kayıt dışı dudak uçuklatır. Onların yargı muafiyeti var, yargı işlemiyor onlara. Biz “öz yurdunda, öz vatanında parya” takımı, sakıncalı piyadeleriz. “Köpekleri sokağa salmışlar, taşları toprağa bağlamışlar” bizim memlekette. Biz kendi ülkemizde “sakıncalı piyadeler”iz, “profesyonel sanık” oluyoruz, açılan davalarla! Alnımızda bir kara leke “Sanık Gender”!? Sakın sesinizi çıkartmayın, CHP gelir sonra, bu günleri de ararsınız sonra. Susun ve oturun. Hem zaten sizin bilmediğiniz şeyler var!? Hudeybiye musalahasında Resulullah, Mekkeli mücahitleri Müşrikele iade edip, münafıkları gizleyip, mürtetlerin Mekke’ye dönüşüne izin vermedi mi!? Tevbe estağfurullah. Bakın yarım doktor candan, yarım hoca dinden eder derler ya. Bakın konuşursan, “FETÖ’cü” dertler, “Kürtçü” derler, “İrancı” derler. “Vehhabi” demesinler de. Şeriatçı demesinler de!? Yahu, Resulullah daha önce bir rüya görüyor, istişare ediliyor ve sonra ayet de geliyor. Müslümken irtidat eden biri varsa, Mekke’ye geri dönsün. Bunda 2 maslahat var. Bir, biz böyle birinden kurtuluruz, İki: Ona gittiği yerlerde bizi soracaklar, o da gördüğü adaleti, insanlığı anlatacak, ya da bizi konuşacaklar. Onlardan biri ihtida eder de Medine’ye gelmek isterse ne olacak. Mekkeliler bunu istemiyor. Müslümanlar ne düşünüyor: Orada kalsınlar ve tebliğe devam etsinler. Orada olup-biteni bize haber versinler!

Bakın, biz yıllardır “Mübadele”yi konuşuyoruz. Mübadele ile balkanlardaki Müslümanlar Türkiye’ye geldi. Geldikleri ülkelerdeki Müslüman nüfus seyreltildi ve daha kolay baskı altına alındı. Ardından zorunlu göçler başladı. Aksine oradaki nüfusun ekonomik ve içtimai açıdan, bilgi olarak desteklenmesi gerekiyordu. Bu teklifi Müşrikler yapıyor ki, çocukları kaçıp Medine’ye gitmesin. Daha sonra zaten bu maddenin kendi aleyhlerine olduğunu anlayacaklar ve kendileri vazgeçecekler. Musalahayı Mekke adına imzalayan kişi (Süheyl bin Amr) kendi oğlu Müslüman olduğu için oğlunu ayağından evin direğine zincirleyip gelmiş. Anlaşma imzalandıktan sonra o kaçıp geliyor. Ama Resulullah söz verdiği için sözünde duruyor. Ama orada kalacaklara kötü muamele edilmemesi için söz alıyor. Daha doğrusu her iki taraf da kötü muamele edilmemesi konusunda söz veriyorlar. Resulullah da “Allah bir çıkış yolu açacaktır, sabret” diyor. Peki ne oldu sonra? (İsteyen olayı vahiy penceresinden Fetih suresi üzerinden okuyabilir)

Önce Hudeybiye sulh anlaşmasına bir bakalım: “Esirler karşılıksız serbest bırakılacak. Mekke'den bir Müslüman kendi kabilesinden kaçıp Medine'ye gidemeyecek, Medine'ye girmeye çalışırsa geri çevrilecektir. Medine'den Mekke'ye sığınan olursa geri çevrilmeyecek ve geri verilmeyecektir. (Müslümanlardan Kureyş'e sığınacak olursa geri döndürülmeyecek, fakat onlardan Müslümanlara sığınanlar geri döndürülecek.) Müslümanlarla karşı taraf arasında 10 yıl savaş olmayacak, iki tarafın hiçbiri diğerinin malına ve canına dokunmayacak. Müslümanlar bu yıl Kâbe'yi ziyaret etmeksizin geri dönecekler. Gelecek yıl üç günden fazla olmamak üzere Mekke'ye gelip Kâbe'yi ziyaret edecekler. Bu üç gün süresince Mekkeliler şehir dışına çıkacaklar. Müslümanlardan hac, umre ve ticaret için Mekke'ye gideceklerin canları ve malları güven altında olacak. Kureyş tarafında Mısır'a ve Şam'a gidenlerle ticarette bulunmak üzere Medine'ye gelenlerin de canları ve malları güven altında bulunacak. Kureyş'ten başka diğer kabileler isterlerse Müslümanların, isterlerse Kureyş'in koruması altına girebilecek.” Mekkeliler bu anlaşma ile Müslümanları siyasi bir topluluk olarak kabul ettiler. Hac yolu açıldı ve Mekke’nin fethi daha da kolaylaştı. Anlaşma Mekke halkının İslamlaşma sürecini hızlandırdı. Burada bir Ebu Cendel vakası var. Ebu Cendel Müslüman oldu, Medine’ye gitmek istiyordu, Mekke’ye iade edildi. Daha sonra ise Ebu Basir Mekke’den kaçıp Medineye gitti. Anlaşma gereği Mekke’ye iade edildi. Resulullah ona da "Sen git! Muhakkak Allah, sana ve senin gibilere bir çıkar yol yaratacaktır."(İbni Hişam, Sîre, 3:337) dedi. Ebu Basir Mekke’ye götüren iki kişiden birinin kılıcını Zülhuleyfe’de yemek molası verdikleri bir sırada ele geçiren Ebu Basir kendini götüren kişiyi öldürdü, öteki kaçtı. Ebu Basir ise Kızıldeniz sahilindeki Sîfülbahr’e gitti. Bu duyan Ebu Cendel de Mekkeden kaçıp Ebu Basir’in yanına gitti. Bu olay bir yandan İslamlaşmayı, öte yandan Mekke için tartışmaları başlattı. Kısa sürece Ebu Basire katılanlar 70’e, ardından 300’e ulaştı. Seriyye hareketi bir anda Mekkeli müşriklerin kervanları için tehdit oluşturmaya başladı. Ebu Basir onların ticaret yollarını kesmeye başladı. Bunun üzerine kendilerinden İslâmiyet’i kabul edenlerin Hudeybiye Antlaşması gereğince iade edilmesi şartından vazgeçtiler.

Şimdi bunun İsraille ticaret ya da boykot konusu ile ne ilgisi var?. Daha vahim bir örneği, petrol ve su üzerinden gösterdim. Batılı markaları, gıda ya da tekstilde fark etmez, ya zaten kendileri burada kendilerinin de ortak oldukları şirketler var ya da fasona yaptırıp, alıp götürüyorlar. Daha yazacak çok şey var da, “La ilahe” demekle iş bitmiyor, bir de “İlallah” demek gerekiyor. Tütün sizin de sigara onların. Aslında yerli milli de olsa kullanmayın şu zıkkımı. Boykot ettiğimiz şeyin yerine doğru olanı biz ne zaman ikame edeceğiz. Boran’ın çamaşır makinası için olanı var da, mutfak, bulaşık makinası için olanı var mı, ya da mekan temizliği için olanı!

Selam ve dua ile.