8. Yılında Devrimin ve Darbenin Meydanı TAHRİR

8. Yılında Devrimin ve Darbenin Meydanı TAHRİR

Tunus’ta Muhammed Buazizi adlı seyyar satıcının kendini yakmasıyla başlayan ve daha sonra “domino” etkisiyle açıklanacak şekilde diğer Arap ülkelerine sıçrayan halk gösterileri

 

8. yılında devrimin ve darbenin meydanı TAHRİR / Mehmet Akif Ersoy / Habertürk

25 OCAK TAHRİR DEVRİMİ - Semir Yorulmaz'ın katkılarıyla...

Tunus’ta Muhammed Buazizi adlı seyyar satıcının kendini yakmasıyla başlayan ve daha sonra “domino” etkisiyle açıklanacak şekilde diğer Arap ülkelerine sıçrayan halk gösterileri, Mısır’da da 30 yıllık Hüsnü Mübarek döneminin kapanmasına neden oldu. Mısır’da “25 Ocak Tahrir Devrimi” olarak tarihe geçen bu süreç, Mısırlıların “dünyanın anası” (Ümm’ül Dünya) olarak tanımladıkları ve insanlık tarihinin en kadim beşiği olan ülkede ilk defa seçilmiş bir cumhurbaşkanının iktidara(!) gelmesinin önünü açtı.

Ancak “demokrasi” rüyası uzun sürmedi. Mısır, 3 Temmuz 2013’te Hüsnü Mübarek rejimini dahi aratacak bir dönemin açılmasına sebebiyet verecek askeri darbeye sahne oldu.

Tarihe “Arap Baharı” olarak geçen ve bölgenin bütün dengelerini değiştiren Arap ayaklanmalarının en önemli durağı olan Mısır’da gösterilerin uzun yıllara yayılan bir arka planı olduğu gerçeğini hatırlatmakta fayda var. Mısır, diğer Arap ülkelerinden farklı olarak –diktatörlük yönetimlerine rağmen- gösterilere, grevlere yabancı değildi. Ülkedeki işçi sınıfı hareketi oldukça eski bir geçmişe sahipti ve adını sık sık kitlesel eylemler ve grevlerle duyuruyordu. (Tarihin ilk işçi grevinin Mısır’da olduğu bilinir.)

 


MÜBAREK’İN DÜŞÜŞÜ

 

Mısır’ın sahil kenti İskenderiye’de Halid Said isimli bir gencin polis tarafından işkenceyle öldürülmesine yönelik başlayan ve sosyal medya üzerinden yayılan tepkiler sonucu ülkede kitlesel protesto gösterileri düzenlenmeye başlandı. 25 Ocak 2011 tarihi bu gösteriler için bir milat oldu. Gösteriler daha sonra sembolleşecek olan başkent Kahire’deki Tahrir Meydanı merkezliydi.

Muhalifler dönemin en popüler sosyal medya ağı olan “Facebook” üzerinden organize oluyordu. 6 Nisan gençlik hareketi ve farklı siyasi görüşlerden birçok kesimi bir araya getiren Kifaye hareketi muhalefetin başını çekiyordu. Müslüman Kardeşler Teşkilatı ilk günlerde gösteri çağrısı yapmadığını açıklasa da, teşkilata bağlı gençlerin önemli bir bölümü protestolarda yer almıştı.

Gösterilere yönelik sert müdahaleler, protestoları dindirmek yerine daha da büyümesine neden oldu. Hüsnü Mübarek’in istifa ettiği 11 Şubat tarihine kadar yaptığı açıklamalar ve bir sonraki seçimde cumhurbaşkanı adayı olmayacağı şeklindeki vaatleri de meydanlar tarafından kabul görmedi.

Mübarek istifa ederken, yönetimi Askeri Konsey’e yani orduya devretti. Kendisi gitmiş ancak yepyeni ve tartışmalı başka bir süreç başlamıştı.

Askeri Konsey ülke içinde istikrarı tesis ettikten sonra ülkeyi sivillere devretme sözü vermişti. Ancak bu sürenin uzaması ve Mübarek’in devrilmesine neden olan zor yaşama koşullarında herhangi bir iyileşmenin olmayışı bu sefer “devrimi” gerçekleştiren kesimlerde “Asker devrimi çalmaya çalışıyor” algısını oluşturdu. Mısırlılar bu sefer asker aleyhinde sokaklara inmeye başladı. Askerin buna tepkisi ve uygulamaları “Tahrir Devrimi’nde ordu halkın yanında durdu” algısının gerçek yüzünü ortaya koyuyordu.

 


ASKERİ KONSEY DÖNEMİ

 

Hüsnü Mübarek’in istifasında, gösteriler her ne kadar temel dinamik sayılsa da, ilerleyen dönemlerde Mübarek’in istifasında ABD gibi bölgedeki başat aktörlerin ve ordunun ülke içindeki bazı dengeleri koruma güdüsünün oldukça etkili olduğu açık bir şekilde görülecektir.

Mısır, Camp David ile beraber Ortadoğu’da kurulan ve “İsrail’in güvenliği” odaklı düzenin en önemli ayağını oluşturuyordu. Bölgesel bir oyun kurucu olarak bu düzen içerisinde yer almasının sebeplerinden birisi de güçlü ve büyük ordusuydu. Dolayısıyla her ne kadar Mübarek ABD’nin müttefiki görünse de gerçek müttefik Mısır silahlı kuvvetleriydi.

Ülke ekonomisinde en büyük payı elinde tutan askeriye ile Hüsnü Mübarek arasında bazı konularda ihtilaflar olduğu biliniyordu. Mübarek’in kendisinden sonra oğlu Cemal Mübarek’i yerine geçirme niyetine ordu sıcak bakmıyordu. Hüsnü Mübarek ve oğlu Cemal’in etrafındaki sermaye çevrelerinden hoşnut değildi. İşte böyle bir denklem içerisinde “Mübarek’e karşı halkın yanında yer alan ordunun” kendi lehine olan dengeleri koruması gerekiyordu.

Asker, yönetimi devraldıktan sonra ülkedeki siyasi grupların Kurucu Meclis oluşturulması ve yeni düzenin bu meclis üzerinden tesis edilmesi çağrısına olumlu karşılık vermedi.

Askeri Konsey döneminin en önemli gelişmelerinden birisi, 19 Mart’taki anayasa referandumu oldu. Anayasa değişikliğini öngören referandumda yüzde 77,27 oranında kabul oyu çıktı. Ancak ülke istikrara kavuşmadı. Göstericiler özellikle Tahrir Meydanı’nı terk etmeyi ve evlerine dönmeyi reddediyorlardı. Onlara göre devrim tamamlanmamıştı. 
2011 yılının sonuna gelinirken Mübarek sonrası ilk parlamento seçimleri yapıldı. 28 Ocak 2011 -11 Ocak 2012 tarihleri arasında yapılan seçimleri İslamcı partiler ezici bir üstünlükle kazandı. Müslüman Kardeşler ’in siyasi kanadı olan Hürriyet ve Adalet Partisi resmi sonuçlara göre oyların yüzde 47’sini aldı. Bu, “Arap Baharı” ile beraber yükselişe geçen İslamcılığın da resmiyete yansımasıydı.

 


ŞİDDET SARMALI

 

Askeri Konsey döneminde çok fazla kan aktı. Şiddet olayları kimi zaman Müslüman-Kıpti çatışması olarak, kimi zaman göstericilerle güvenlik güçleri arasındaki çatışmalar olarak, bazen de göstericilerle rejim tarafından yönlendirilen baltacı grupların çatışması şeklinde kendini gösterdi. Bu dönemde yaşanan kanlı olaylardan en akılda kalanı ise 1 Şubat 2012 tarihinde gerçekleşti. Port Said kentinde El Ehli ve El Masri takımları arasında oynanan futbol maçında çıkan şiddet olaylarında 74 kişi öldü. Tarihe Port Said katliamı olarak geçen hadise için “taraftarların sahaya inmesi” sebep gösterilse de arka plan tamamen farklıydı. Katliamın arkasında Askeri Konsey’in veya “derin devlet” in olduğuna dair güçlü emareler vardı.

Mareşal Hüseyin Tantavi başkanlığındaki Yüksek Askeri Konsey, cumhurbaşkanlığı seçimlerini ve yönetimi sivillere devretmeyi geciktirdikçe ülkede istikrasızlık daha da artıyordu. İşin gerçeği asker, bu istikrarsızlık ve şiddet sarmalından beslenmeye çalışıyordu.

Ordu, eski yönetimin yargılanması konusunda da yetersiz davranmakla suçlanıyordu. Ancak askerle beraber Müslüman Kardeşler Hareketi(İhvan) de diğer siyasi grupların hedefindeydi. İhvan askerle işbirliği yapma ve “devrimi beraber yaptıkları diğer siyasi kesimleri” asker karşısında yalnız bırakmakla itham ediliyordu.

 


DÜNYANIN GÖZÜ MISIR’DA 

Mısır, 25 Ocak Devrimi’nin ardından başlayan çalkantılı süreçle boğuşurken, Küresel ve bölgesel güçlerin de gözü Mısır’daydı. Özellikle Hüsnü Mübarek’in en büyük müttefiki ABD, bölgesel müttefikleri Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri, ülkedeki gelişmeleri izlemekle kalmıyor, yeni dengelerin lehlerine dönmesi için çaba sarf ediyorlardı.

 

Ortadoğu’nun bu en kalabalık ve merkezi ülkesinde nasıl bir düzen tesis edileceği tartışmaları da hararetleniyordu. O dönemde Mısır için en fazla dillendirilen model, “Türkiye modeliydi”. Hüsnü Mübarek’e “halkını dinleyip görevi bırakma” çağrısını yapan ilk lider olması hasebiyle Mısırlılar, dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’a büyük bir sevgi besliyorlardı.

Uzun süren Arap İsrail savaşları sonucunda İsrail ile Mısır arasında imzalanan Camp David anlaşmasının “feshi” gündeme gelmeye başlamıştı. 2011 Nisanında Mısır’dan Ürdün ve İsrail’e doğalgaz taşıyan boru hattı saldırıya uğradı.

Eylül ayına gelindiğinde ise Kahire’deki İsrail Büyükelçiliği protestocuların hedefi oldu. Göstericiler İsrail bayrağını indirdi ve iki ülke arasındaki diplomatik ilişkilerin kesilmesini istedi. İsrail ise mevcut ilişkileri olduğu gibi devam ettirmekte kararlıydı. Binyamin Netenyahu, büyükelçilik saldırısından sonra Mısır’la barışı devam ettireceklerini açıkladı. Mart 2012’de Mısır Halk Meclisi, İsrail büyükelçisinin ülkeden gönderilmesi ve bu ülkeye doğalgaz ihracının durdurulmasına yönelik bir karar aldı. Ancak meclisin bu kararı uygulamaya sokulmadı.

 


CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİMLERİNE DOĞRU

 

Cumhurbaşkanlığı seçimleri için belirlenen tarih yaklaştıkça, cumhurbaşkanı adayları konusunda ciddi tartışmalar yaşanıyordu. Müslüman Kardeşler Teşkilatı, parlamento seçimlerinden sonra cumhurbaşkanlığı seçimleri için aday çıkarmama vaadinde bulunmuştu. Ancak eski rejim döneminden kalma bazı isimlerle, eski bir İhvan yöneticisi olan Abdülmünim Ebulfutuh’un adaylığını açıklaması ve yapılan siyasi istişareler İhvan’ı da aday göstermeye itti. Daha önce cumhurbaşkanı adayı olması beklenen Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu eski başkanı Muhammed Baradey ise aday olmadı.

Müslüman Kardeşler Teşkilatı’nın ilk adayı güçlü bir isim olan Hayrat Şatır’dı. Seçim komisyonu Şatır’ın başvurusunu reddetti. Bunun yerine Hürriyet ve Adalet Partisi’nin genel başkanı Muhammed Mursi aday gösterildi.

Mısırlıların “fulul” dedikleri eski rejim kalıntılarından istihbarat başkanı ve Ortadoğu’nun kara kutusu Ömer Süleyman ve yine eski bir asker olan ve Mübarek döneminin son başbakanı Ahmet Şefik de adaylık başvurusu yaptı. Her iki ismin de kullanacakları argüman aynıydı: “Mısır’ı ancak asker kökenli ve güçlü biri idare edebilir.” Diktatörü deviren Mısır için yine askeri vesayet dayatılıyordu.

Ömer Süleyman’ın adaylığı kabul edilmeyince meydan Ahmet Şefik’ e kaldı. İhvan adayı Mursi’nin “Nahda(kalkınma) projesi ve şeriat vaadine” karşı Şefik ülkeye istikrar getireceğini söylüyordu. Zira o dönemde “güvenlik kaygısı” birinci sorun haline gelmişti. Her tarafta “baltacı” gruplar kol geziyordu.

 

 


SEÇİMİN İLK TUR SONUÇLARI: “DEVRİM VE KARŞI DEVRİM”

 

Seçim takvimine göre ilk tur 23-24 Mayıs tarihlerinde yapılacaktı. Ömer Süleyman gibi isimlerin adaylıklarının kabul edilmemesi karşısında yargıya yaptıkları başvuru da reddedildi. Nisan ayında Mısır Halk Meclisi, Mübarek döneminden kalma yetkililerin cumhurbaşkanı adayı olmasını engelleyen ve Mübarek’e yakın kişilere 10 yıl siyasi yasak getiren yasa tasarısını kabul etti. Meclisin kararı Askeri Konsey’den de onay aldı.

Tarihinde ilk defa özgür ve şeffaf şekilde sandığa gidecek olan Mısır’daki seçim atmosferine bakıldığında, sanki demokratik seçimlere alışmış bir ülke profili çiziliyordu. Televizyonlar akşam saatlerinde bazı adayların canlı yayında karşı karşıya gelip tartışmasına dahi şahit oldu.

13 adayın yarıştığı seçimin sonuçları herkes için sürprizdi. “Karizmatik olmadığı” için yüksek oy alması beklenmeyen Muhammed Mursi birinci çıkmıştı. Eski başbakan Şefik ikinci, Nasırcı aday Hamdin Sabbahi üçüncü olmuştu. Seçimin en popüler isimlerinden eski Arap Birliği Genel Sekreteri Amr Musa ise beşinci sıradaydı.

Tahrir Meydanı

Tahrir Meydanı
 

 

İlk tur sonuçları tüm hesapları alt üst etti. Asker dâhil olmak üzere, ülkedeki güç odakları ve farklı siyasi gruplar yeni planlar yapmak durumunda kaldı. İkinci turda İhvan adayıyla Mübarek döneminin son başbakanı Ahmet Şefik’in yarışacak olması kimilerine göre “devrimle karşı devrimin kapışması” niteliğindeydi. Bazı kesimler ise bu durumu, ülkenin “Şeyh ve General arasında sıkışması” olarak görüyordu.

Seçim sonuçlarına yönelik tepkiler gecikmedi. Nasırcı aday Sabbahi sonuçları mahkemeye taşıyacağını açıklarken, Ahmet Şefik’in ikinci turda yarışacak olmasına karşı protesto gösterileri başladı. Şefik’in kazanması halinde “devrimden intikam alacağı” yönünde korkular hakimdi.

Öte yandan Mursi’nin kazanmasıyla da İhvan’ın tek başına ülke kontrolünü ele geçireceği düşüncesi dilden dile dolaşıyordu.

Ahmet Şefik ikinci tur için yürüttüğü kampanyasında kendisine dair korkuları gidermek için farklı söylemlere başvurmuştu. Hatta bir konuşmasında: “beni seçerseniz Mısır Türkiye gibi olacak, Mursi kazanırsa İran’a benzeyeceğiz” demişti.

2012’nin Haziran ayında yapılan ikinci tur seçimlerinde, Muhammed Mursi oyların yüzde 51.73’ünü, Şefik ise yüzde 48’ini aldı. Ancak her şey yolunda değildi.

Mursi

Mursi
Mursi

“İLK SEÇİLMİŞ CUMHURBAŞKANI” 

Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesi Anayasa mahkemesi, Ocak 2012’de yapılan seçimlerde anayasa ihlali olduğuna hükmederek meclisi feshetti(14.06.2012). Meclisin feshi milletvekili dağılım sistemiyle ilgiliydi. Kararın yeni cumhurbaşkanı seçilmeden hemen önce alınması manidardı.

 

Mursi’ye bir darbe de daha seçilmeden askerden gelmişti. Askeri Konsey, orduyla ilgili bütün kararlarda hemen hemen kendisini tek yetkili kılmıştı. Yani Mursi daha seçilmeden kuşatılmıştı.

Muhammed Mursi’nin “ilk seçilmiş cumhurbaşkanı” sıfatıyla 1 Temmuz 2012’de anayasa mahkemesi önünde yemin ederek göreve başlamasıyla yönetim Askeri Konsey’den sivil iradeye geçmiş oldu(!).

Mursi’nin göreve başladıktan sonra Halk Meclisi’ni toplantıya çağırma kararı da yine anayasa mahkemesi tarafından engellendi.

Yeni Cumhurbaşkanı kısa süre içerisinde oldukça önemli bir karara imza attı. Ordunun birinci ve ikinci adamları Mareşal Hüseyin Tantavi ve Genelkurmay başkanı Sami Anan’ı emekli etti. Bu adım başlarda Mursi’nin orduya karşı zaferi gibi görülse de aslında sicili pek de temiz olmayan Askeri Konsey’in başındakilere güvenli bir çıkış vermek anlamına gelecekti. Genelkurmay Başkanlığı görevine General Abdülfettah Sisi tayin edildi.

 

Sisi
Sisi

ÇALKANTILI SÜREÇ DEVAM EDİYOR

 

Mursi, başbakanlığa teknokrat bir isim olarak bilinen Hişam Kandil’i getirdi. Ancak ne Mursi’nin ne de Hişam Kandil’in işi pek kolay değildi. Halk büyük beklentiler içindeydi. Ekonomik durum kötüye gidiyordu ve işsizlik çözüm bekleyen en önemli sorun olarak duruyordu. Askeri Konsey ise Mübarek’in istifasından Mursi’nin başa geldiği döneme kadar hazineyi adeta eritmişti. Seçilmiş Cumhurbaşkanının başarılı olabilmesi için bir mucize gerekiyordu. Bütün bunların yanı sıra, 25 Ocak Devrimi’ne öncülük eden liberaller ve solcular da Mursi’ye karşı ciddi bir muhalefete girişmişlerdi.

Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi 22 Kasım’da bir bildiri yayınlayarak yargı zırhına karşı kendisine olağanüstü yetkiler tanıyan kararlara imza attı. Muhalif kesimlerin tepkisi ise çok sert oldu. Muhalefetin sokağa inmesiyle, İhvan da müttefiki selefi gruplarla birlikte karşı gösterilere başladı.

İslamcı kesimin çoğunluğunu oluşturduğu Kurucu Meclis’in kabul ettiği anayasa taslağının referanduma götürüleceğinin açıklanmasından sonra ülkedeki siyasi kutuplaşma daha da arttı. Bu gelişmeler muhalif kanadın “Ulusal Kurtuluş Cephesi (UKC)” adı altında birleşmesini beraberinde getirdi. Söz konusu çatı oluşumun genel koordinatörlüğüne ise Muhammed Baradey getirildi.