Selâhaddin Çakırgil

Selâhaddin Çakırgil

Ortadoğu fokur-fokur ve alev dalgaları yayılma eğiliminde..

Ortadoğu müslüman coğrafyası, fokur-fokur.. Zoraki diplomatik gösteri ve nezaketli beyanlara rağmen, ayaklar marşlara uyarlanmaya, eller tetiklere uzanmaya hazırlanıyor gibi.. Yarınların neler getireceğini kim kestirebilir?

Bu açıdan, son günlerdeki gelişmelere, kısa kısa değinmeye çalışalım..

1-Yarım asra varan bir korkunç diktatörlüklü yönetilen Suriye'nin hemen her yerinde 18 aydır devam eden ve en sonunda da Şam'a da sıçrayan kanlı mücadelenin geleceği hakkında söz söylemek son derece çetin.. Baas rejiminin silahlı güçlerine ve 'Şebbiha' denilen ve daha çok da, Esed Hanedânı'nın dayandığı ve halkın yüzde 12 kadarını teşkil eden belli bir inanç azlığına mensub gençlerden resmî himayeyle oluşturulmuş milis güçlerine karşı, çeşitli halk kesimlerinin vermeye çalıştığı mücadelenin bu merhaleden sonra, uzlaşmayla bonuçlanması neredeyse muhal..

Elbette, böylesine çetin bir mücadele esnâsında, bütün taraflara kendi stratejik niyet ve planlarına göre, bir şekilde yardımcı olmaya çalışan ve bu ülkenin geleceğinde ve mıntıkada daha fazla sözsahibi olmak isteyen yığınla dış güçler ve eller de olacak, tabiatiyle.. Esasen, böylesine karmaşık bir tabloda nice ellerin olmamasına şaşılır...

Son olarak, BM. Güvenlik Konseyi'ne asırların emperyalist gücü olan İngiltere tarafından sunulan ve Suriye'deki mevcud rejimin gereken şartlara riayet etmemesi halinde, uluslararası her türlü müdahale yolunu açacağı bilinen bir karar tasarısı, Rusya ve Çin tarafından veto edilmesi, durumu daha bir hassas hale getirdi.. Bu veto, aynı zamanda, Gaddafî'nin 42 yıllık rejiminin çökmesi ve kendisinin de öldürülmesiyle sonuçlanan Libya müdahalesi sonrasında, Rusya'nın devre dışı bırakılmış olmasına da bir tepki..

B. Amerikan emperyalizmi, 100 gün sonra, Kasım-2012 başında yapılacak olan Başkanlık seçimi öncesinde daha bir ihtiyatlı davranmaya dikkat gösteriyor gibi.. Barack Obama, seçime yeni bir savaş ortamında girmenin risklerini görmüyor değil.. Saddam'ın Kuveyt'i işgal etmesi ardından, 1991'deki Amerika- Irak Savaşı'nda, üstelik de Sovyetler Birliği'nin dağıldığı, Rusya'nın ise, derin iç problemleriyle boğuştuğu bir sırada, Amerikan Başkanı Bush, yanına 29 ülkenin askerî desteğini de alarak savaşa girdiği ve Saddam'ı ağır şekilde yenilgiye uğrattığı ve bu yüzden de Amerika'da, bir 'ulusal kahraman ve dünya lideri' edâsıyla seçimlere girdiği halde, Arkansas gibi küçük bir eyaletin valisi olan ve hiç de bilinmeyen Bill Clinton isimli tecrübesiz bir ismim karşısında beklenmedik bir yenilgi almış olmasını, Obama bugün de gözönünde bulunduruyordur, herhalde..

Ayrıca, yapılacak bir askerî müdahalenin sonucunun herşeyden önce İsrail rejimi ve Batı emperyalizmi için zararlı sonuç vermemesine ağırlık veriliyor.. Bunun için de, nüfusun ezici ekseriyetini müslüman halkın teşkil ettiği Tûnus ve Mısır'da İslamî eğilimli güçlerin sosyo-politik arenaya, emperyalistlerin beklemediği bir etkinlikte çıkması durumunun, Suriye'de de tekrarlanmamasına da olanca dikkat sergileniyor.. Ki, Rusya lideri Putin'in de bu konuda dikkatli olduğu, iki hafta önce İsrail rejimine yaptığı ziyaret sırasındaki sözlerinde de görülmüştü.. Putin, o ziyaret sırasında, Tûnus ve Mısır'da olduğu gibi, İslamî eğilimli sosyal kesimlerin Suriye'de de iktidara gelmesi halinde, bunun İsrail'in geleceği açısından da büyük bir tehlike oluşturacağını açıkça dile getirmişti..

Bu bakımdan, Suriye mes'elesini sadece bir Ortadoğu mes'elesi olarak değil, dünya dengelerinin yeniden şekillenmesinde etkili olacak bir satranç oyunu olarak da görmek gerekiyor..

Kezâ, Suriye Buhranı derinleştikçe, insanî facia da daha bir büyüyecek büyüyecek ve uluslararası eller de bu konuya insanî gerekçeler adına daha bir müdahil olmaya çalışacaktır.. Nitekim, son haftalarda daha bir artan ölümlerle, bu silahlı mücadeleler sırasında hayatlarını kaybedenlerin sayısı, 20 bini aşmış olarak ifade ediliyor..

Şam'ın merkezi dışındaki hemen bütün Suriye şehirlerinin, Baas rejiminin ağır bombardımanlarıyla, korkunç bir deprem geçiren şehirleri andıracak şekilde harabeye döndüğü görülüyor.. Yüzbinlerce insan, evlerini- barklarını, şehirlerini terkederek, Lübnan,Ürdün ve Türkiye'ye sığınıyor.. Ülke içinde de daha emniyetli sanılan yerlere gitmek zorunda kalanların 1 milyonu açtığı belirtiliyor..

18 Temmuz günü Şam'da, Ulusal Güvenlik Kurulu toplantısına yönelik düzenlenen saldırıda Esed rejiminin -başta Savunma Bakanı, Genelkurmay Başk. Yardımcısı ve İstihbarat Teşkilatı Başkanı olmak üzere-, en üst yetkili elemanlarının hayatlarını kaybetmeleri ve İçişleri Bakanı'nın ağır şekilde yaralanmasıyla, tablonun daha bir karmaşık hâle geldiği açıktır..

Bu patlamanın önce dışardan bir saldırı olduğu şeklinde gerçekleştiği açıklanmışken, daha sonra yapılan açıklamalar, patlamayı Beşşâr Esed'in yakın muhafızlarından birisi tarafından gerçekleştiği iddiasını da ciddî olarak göstermektedir..

Bu da, tehlikenin ne kadar derinleştiğinin bir diğer örneği olarak ele alınmalıdır..

*

Yakın tarihten benzer nice örnekler vardır ki, içerden şekillenen bu gibi saldırıların önlenmesi daha bir çetindir.. Ve bu gibi saldırılar bazen bir sistemi çökertir, bazen de tersi sonuçlar verebilir..

İslam İnqılab'nın öncesinde, Tahran'daki müslüman halkın bastırılması için, yüksek rütbeli komutanlar önemli bir gizli toplantı yaparken, o toplantının muhafızları olan iki genç subayın, toplantı salonunu taramasıyla, onlarca yüksek rütbeli subay öldürülmüştü..

Bu hadise, Şah'ın çöküşünün önemli işaretlerinden birisi olarak sayılmıştı, o zaman.. Ve sonunda çöktü de..

Ama, bu gibi saldırılar her zaman aynı neticeyi vermez..

Nitekim, İran'da İslam İnqılabı'nın üzerinden henüz iki yıl geçmekteyken ve Saddam Irakı'nın açtığı savaşı takiben, Irak güçleri İran içinde ilerlemekteyken, 28 Haziran 1981 gecesi, İslam İnqılabı'nın en büyük şahsiyetlerinden birisi olarak kabul edilen Âyetullah Muhammed Huseynî-i Beheştî ve 8 Bakan, 27 m.vekili ve üst dereceli onlarca yöneticilerin Hizb-i Cumhûrî İslamî merkezinde katıldığı bir toplantı sırasında meydana gelen bir patlama sonunda, 72 arkadaşıyla birlikte hayattan çekiliyordu..Ve bombayı koyanın ise, o merkezde çalışan bir genç olduğu ve saatli bombayı koyduktan sonra ülke dışına kaçtığı daha sonra anlaşılmıştı..

Ve o korkunç saldırıdan üç ay kadar sonra da, Cumhurbaşkanı Muhammed Ali Recaî ve Başbakan Muhammed Cevad Bâhuner başta olmak üzere, en üst mertebe yöneticilerin katıldığı Yüksek Güvenlik Kurulu toplantısı sırasında da, bir bombanın patlamasıyla, 13 seçkin şahsiyet, cenazeleri tanınmayacak hale gelerek parçalanıp yanmışlardı. Recaî ve Bâhuner'den ayrı olarak, Yüksek Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri Keşmirî'nin de 'şehid' olanlar arasında olduğu açıklanmıştı..

Ama, aradan iki-üç ay kadar geçtikten sonra, bombayı koyan kişinin Keşmirî olduğu ve toplantıya bombalı çantası bıraktıktan bir süre sonra, önemli bir uluslararası toplantıya katılmak üzere toplantıyı terkedip, uçakla yurt dışına çıktığı, Amerika'da olduğu anlaşılmıştı!..

Bu gibi patlamalar bazen bir sistemi çökertebilir.. Bazen de, daha bir güçlü hale getirebilir..

Nitekim, İran'da, bombaları koyanların/ koyduranların hesabları tutmamıştı..

Aynı şekilde, Hindistan başbakanı İndira Gandhi de, bir sabah evinden çıkıp, bir parkın öbür ucundaki çalışma bürosuna yürüyerek giderken; Khalistan adıyla ayrı bir bağımsız devlet kurmak için mücadele veren 20 milyonluk Sih azlığının bayrakdarı olan bir teşkilatın liderlerini idâm ettirdiği için, arkasından kendisini korumak üzere yürümekte bulunan üç muhafız tarafından açılan ateşle öldürülmüştü, ama, Hindistan çökmemişti..

*

Bu gibi saldırı ve eylemlerin Suriye'de de mutlaka istenen neticeyi vereceği beklenmemelidir..

Ama, Esed'in işi giderek zorlaşmaktadır.. Çünkü, son zamanlara kadar, ülke çapındaki çatışmalardan uzak kalabilen başkent Şam da artık, ateş çemberi içindedir..

Ama, olmak ya da olmamak mücadelesi verirken, mağlub olmaları durumunda gidecek yeri olmayanların daha bir acımasız mücadele ve imha yollarına başvurduklarına son örnek Gaddafî'dir.

Bugün hele de Beşşar Esed'in destekçisi olan ve büyük kesimi itibariyle halkın ekseriyetinin mezhebinden oldukları bilinen sermayedar kesiminin, bir taraftan Esed'e destek verirken, diğer taraftan da kendilerini korumak için, muhalif unsurlarla da gizlice yardımlaştığı halinde bulunduğunu tahmin etmek zor değil..

Dünyadaki bir çok mahfil de, düne kadar Esed'e destek verirken, şimdi fiilen, 'Biz Esed'den berî'yiz, uzağız..' mesajı vermeye başladıkları görülmekte..

Bu cümleden olmak üzere, 20 Temmuz sabahı, Rusya'nın Paris'deki büyükelçisi'nin, 'Beşşar Esed, iktidarı devretmeye râzı oldu.. Yerine geçecek olan kişiyi de belirledi..' şeklindeki açıklaması, her ne kadar Suriye makamlarınca yalanlansa da, o açıklama, bu yalanlamadan daha kuvvetli gözüküyor..

Geç de olsa, resmî siyasete aykırı sesler de yükselmeye başladı..

2- İran gibi 75 milyonluk bir toplumda, Suriye konusunda, resmî siyasete aykırı bir hemen hiçbir sesin yükseltilemeyişinden de yakınılan önceki yazımla aynı güne denk gelecek şekilde, İİC.'nin 1997-2005 arasındaki cumhurbaşkanı Muhammed Khâtemî'nin yardımcılarından Huccetulislam Muhammed Şeriatî'nin -İran medyasında değil de- ancak, El'Cezire isimli tv. kanalında yaptığı açıklamalar ilginç..

Muhammed Şeriatî, Ahmedinejad'ın ve Hizbullah'ın Esed rejiminin yanında yer almasına karşı çıkarak, kendi yanlış siyasetini "direniş hattı" üzerinde meşrû göstermeye çalışmasının da büyük bir yanılgı olduğuna dikkat çekiyor, 'İran halkı içinde Suriye direnişini destekleyenler olduğu gibi, Hizbullah içinde de Esed'e karşı olanlar bulunduğunu' belirterek, 'Hizbullah da, HAMAS gibi halkın yanında yer almalıydı, halkın yanında yer almamakla çok büyük bir hata yaptı..' diyor; 'Suriye'de mezheb savaşı çıkarılmaya çalışılıyor' iddiasının da gerçeği yansıtmadığını, bu iddianın, rejimin ve destekçilerinin dezenformasyonu, çarpıtması olduğunu ve 'Allah'ın izniyle er ya da geç Suriye halkının kazanacağını' dile getiriyordu..

Bu satırların sahibinin 30 yıl öncelerden beri yakından âşina olduğu Lübnan'lı şiî müslüman ulemânın etkin isimlerinden Hani Fahs'ın da, Hizbullah Lideri Şeyh H. Nasrullah'ın Esed yönetimini kesinlikle destekleyen tavırlarına karşı çıkması ve onun Esed'i sahiblenmesinin bütün şiî müslümanlara mal edilmemesi yönündeki açıklaması, her ne kadar geç geldiyse bile, yine de ilginçtir..

Şam'da 18 Temmuz günü meydana gelen büyük patlamadan sonra, Suriye televizyonundan Suriye Ordusu adına yayınlanan bildiride, 'Kim, üst kademeyi öldürerek Suriye ordusunu bükebileceğini sanıyorsa hayal görüyor.. Terör saldırıları bizi yıldıramaz.. Suriye ordusu, ülkeyi teröristlerden "temizlemekte" kararlıdır..' denilmesi, o şartlarda anlaşılmaz değildir..

Ama, başka zeminlerde, 'Esed'in ve Suriye Baas rejimininin Allah belâsını versin, onları kim destekliyor ki? Biz, müslümanlar zarar görmesin diye çırpınıyoruz..' diyerek, gönül çalışı sözler edenler, Suriye rejiminin müslümanlar arasında en hızlı koruyucularının, konuya nasıl yaklaştığından da haberdar mıdırlar?

Eğer bu sözler taktik veya taqiyye gereği ise, bu kime karşı yapılıyor?

Sözgelimi, Tehran'da yayımlanan Keyhan gazetesi, 19 Temmuz tarihli sayısında, Suriye Savunma Bakanı'nın öldürüldüğünü manşete çekip, haberin içinde de, Şam'ın El'Meydan mıntıkasında, 'isyancı'lardan 500 kişinin öldürüldüğünü küçük haber olarak verirken; Cumhûri-i İslamî gazetesi ise, patlamaya, haberin içinde küçük bir yer ayırırken, Suriye Ordusu'nun Şam'da 500 teröristi imha ettiğini kocaman bir manşetle ve adeâ sevinçle duyuruyordu..

Muhaliflere 'isyancı' demeye bile yaklaşılmaması, onların 'terörist' olarak nitelenmesi üzerinde durulmalı değil mi?

Evet, yarım asırlık bir büyük diktatörlük rejimine karşı görkemli bir müslüman halk hareketiyle son vermiş olan inqılabçıların şimdi, bir başka yerdeki bir kanlı diktatörlük rejimine karşı çıkanları 'terörist' olarak nitelemesi, üzerinde derin derin düşünülmesi gereken bir konu değil mi?

Aynı şekilde, İran ulemâsının önde gelen isimlerinden Âyetullah Mekarim-i Şirazî ise, Lübnan Ulemâ Birliği üyeleriyle görüşürken yaptığı konuşmada, 'Beşşar Esed ve Suriye'ye hâkim olan parti asıl hedef değil; asıl hedef, Beşşar Esed'i yere vurarak, siyonistler karşısındaki direnişi müşkülle karşı karşıya getirmek.. Mes'elelerden en küçük bir bilgisi olanlar anlarlar ki, hedef, Suriye'den sonra Irak ve İran'dır..' diyordu, kendi sitesinden 19 Temmuz günü yapılan açıklamaya göre.. Şirazî'nin, 'Suriye'ye hâkim olan parti' derken, bu partinin Baas Partisi / Hizb-i Baas olduğunu ifade etmekten dikkatle kaçınması ilginçti..

Esed rejiminin devrilmesiyle, siyonist İsrail rejimi karşısındaki direnişin müşkülle karşılaşacağına dair beyana gelince..

Tamam, bu ihtimal ve iddialar da düşünülebilir; ama, muhtemel bir tehlike veya bir takım korkulardan dolayı, bir diktatörün kendi halkını daha bir kanlı şekilde ezmeye devam etmesini savunmanın veya bu büyük zulmü görmezlikten gelmenin mantığını kim, nasıl izah edecektir? Ve hele de, bu cinayetler nasıl alkışlanabilir?

Ayrıca, Mısır ve Tûnus'daki rejimlerin devrilmesi ve emperyalistlerin hesablarını alt-üst ederek İslamî eğilimli kadroların işbaşına gelmesi, siyonist İsrail rejimi karşısındaki direnişi zayıflattı mı ki, Suriye'deki bu kanlı diktatörülüğün devrilmesiyle, mutlaka bir müşkül ortaya çıkacağından dem vurulabilir?

Kaldı ki, kendi halkını ve şehirlerini ağır şekilde bombardıman ederek, halkın kabul edebileceği mülayemetle hükmetme / hükûmet etme imkânının tamamiyle kalmadığını bütün dünyaya gösteren ve Filistin Direnişi'ne desteği olduğundan fazla büyütülen böyle bir rejmin, geride böylesine mahvedilmiş bir ülke bırakarak mı, hâlâ o direnişi ayakta tutmakta olduğu iddiasının gerçekliği üzerinde de de durulmalı değil midir?

*

Bu noktada, birilerinin de, Amerikan emperyalizminin karşısında olmak gibi gerekçeleri dile getirecekler düşünülebilir; ama, Rusya emperyalizminin yaptıklarına ne denilecek?

Ve onların her ikisinin asıl hesabı da, her müslüman coğrafyasında olduğu gibi Suriye'de de, İslamcı eğilimi olan güçlerin sosyal sahneye çıkmasının yolunu kesmek değil midir? Bunun için de, Suriye konusunu, her iki emperyalist güç ve diğer bütün şerr güçler de, sündürmeye, zaman kazanmaya ve kazandırmaya çalışmıyorlar mı?

Hele de günümüzde, hemen bütün uluslararası mes'elelerde, her emperyalist güç, kendi strateji ve maslahatına göre bir tavır takınacaktır.. Ama, bizim müslümanlar olarak, şu veya bu devletin hesab ve planlarından da hangi ölçüleri esas almamız gerektiği açık değil mi?

*

Mubarek döneminin 2. no.lu sorumlusu dünyadaki cezasını göremeden gitti!

3- 'Husnî Mubarek için, Öldü -ölecek..' diye beklenirken, beklenmiyen bir haber, Mubarek dönemininin 'kara kutu'su konumunda ve o rejimin son 30 yılının hemen bütün karanlık işlerinden sorumlu olan Ömer Suleyma'ın tedavi görmekte olduğu B. Amerika'da 18 Temmuz akşamı vefat ettiği haberi ulaşıverdi.. Halbuki, seçim sonrasında, Ömer Süleyman'ın Dubai'ye gittiği biliniyordu , ama, Amerika'ya gittiği hakkında kamuoyuna yansımış bir haber ve bilgi yoktu..

Mubarek döneminde Mısır'ın İstihbarat ve İçgüvenlik Teşkilatı Başkanı sıfatıyla Ömer Suleyman, o dönemin bütün cinayetlerinin baştezgahlayıcısı ve de Gazze ablukası günlerinde, Gazze halkına yardım ulaştırmak isteyen müslüman grup ve kuruluşların herbirisine karşı da, Mısır -İsrail ilişkileri zarar görmesin gerekçesiyle en katı ve acımasız engellemeleri yaptıran kişi idi..

Müteveffâ Ö. Süleyman, eski dönemin en üst sorumlularından birisi olduğu halde, yeni Mısır'daki Cumhurbaşkanlığı seçimleri için adaylığını koyacak kadar da cür'etkârdı ve ama, netice alamayınca, Muhammed Mursî'ye karşı em. Gen. Ahmed Şefîq'in adaylığını desteklemişti. Ve Ö. Suleyman'ın yargılanmasını isteyenler ise, bu isteklerinin uygulamaya konulduğunu görememişlerdi, henüz..

Şimdi, ölüm bütün o dosyaları kapatıverdi.. O, cezalarını dünyevî ölçülerle çekmediği nice suçlarının ağır yüküyle ve sırlarıyla gitti..

Kişiler ölür, zihniyetleri kalır..

Bu bakımdan, ölümlerin tek başına problemleri çözen bir çare olarak görülmemesi gerekir.

Mezarlıklar, kendilerini vazgeçilemez sanan, işlerini tamamlayamadığını düşünen veya kendileri olmazsa, dünya işlerinin baştan başa harab olacağı zannedilenlerle doludur.

Bu gibi kötü insanların ölümleri karşısında, mazlum ve mustaz'aflar, zâlimlerin, asıl hesablarını verecekleri yüce makama ulaştıkları düşüncesiyle, belki biraz rahatlarlar, o kadar..

Ama, bu ölümle birlikte ortaya çıkan bir durum da, Husnî Mubarek döneminin 2. numaralı isminin ölümü karşısında Muhammed Mursî'nin başkanlığındaki Yeni Mısır'ın nasıl bir tavır takınacağı hususu...

Eski rejimin tarafdarları, Ömer Suleyman'ı bir kahraman olarak defnetmeye hazırlanırken, Mursî'nin bürosundan, Süleyman'ın ailesine bir tâziye mesajı gönderildiği açıklandı.. Bunun üzerine, Selefi Hareket, ona devlet adına bir merasim yapılmasının, onun zulmüyle katledilen binlerce mazlumun hatıralarına saygısızlık olacağını açıkladı.. Ama, daha sonra, onlar da, sırf insanî sebebelerle, onun cenazesine katılacaklarını açıkladılar..

*

İngiliz emperyalizminin acaib bir koruyuculuğu..

4- Mısır Cumhurbaşkanı Muhammed Mursî, henüz hangi çetin problemi nasıl halledecek ve zamanlamasını nasıl yapacak ve 'yangından ilk kurtarılacak olanlar'ı belirlenişindeki gibi, hangi mes'eleye öncelik verecek; bunları belirleyememişken; (tabnak.ir'de) 19 Temmuz günü yayınlanan bir habere göre, İran ve Irak vatandaşlarının Mısır'a girmesini yasaklamış!

Haberi okurken, insan, bu gibi bir haberin doğruluğu-yanlışlığını; doğru ise, alınan kararın doğru olup olmadığını düşünürken; bu kez de daha şaşırtıcı bir bilgi veriliyordu.. Haberde, İngiltere kralicesi Elisabeth'in Mursî'ye gönderdiği ileri sürülen bir mesajın, Kahire'deki ingiliz elçisi James Watt tarafından açıklandığı bildiriliyordu.. 60 yıldır saltanatta bulunan Kraliçe Elisabeth, mesajında, Mursî'yi, 'İran ve Irak vatandaşlarının Mısır'a girmelerini yasaklamasından dolayı' eleştiriyormuş!

Elizabeth, 'halkların serbestçe dolaşmalarına engel olunmamalı ve halklar siyasetin oyuncağı haline getirilmemeli..' demiş..

Kraliçe Elizabeth'in bu kadar ince düşünceli ve hassas yürekli (!??) oluşuna ne demeli?

Mâlikî Hükûmeti'nin vermeye çalıştığı bir mesaj nedir?

5- 17 Temmuz sabahı, Irak hava sahasının THY yolcu uçaklarına kapatıldığı bildiriliyordu.. Bu haber için, Bağdad'dan daha sonra yapılan resmî açıklamada, 'Bunun, Irak radar merkezî radar sistemindeki bir ârızadan kaynaklandığı' gibi bir gerekçe gösteriliyordu..

Ama, bu açıklamanın hemen ardından, Türkiye savaş uçaklarının Irak hava sahasını ihlal ettiği gerekçesiyle Irak Hükûmeti'nin Türkiye'den, BM Güvenlik Konseyi nezdinde şikayetçi olacağı da bildiriliyordu. Reuters ajansına göre, Irak hükûmet sözcüsü Ali Debbağ, Irak hava sahasının Türkiye savaş uçaklarının defalarca ihlal edildiğini söylüyordu.. Irak Hükûmeti, geçen hafta da, 'Türkiye'nin Kuzey Irak'tan kanunsuz petrol alımına son vermesi gerektiği'ni belirtmişti.

Böylece anlaşılıyor ki, sivil uçaklara hava sahasının kapatılması için gerekçe olarak gösterilen teknik ârıza, tamamiyle uyduruk bir bahane idi..

Türkiye'nin Kuzey Irak'da, özellikle Kandil Dağı'nda bulunan PKK kamplarına yıllardır operasyonlar düzenlediği biliniyordu. Türkiye, Kandil'e en son 26-30 Haziran tarihlerinde de bir operasyon düzenlemişti. Türkiye, bu operasyonlara girişmeden önce Irak amakamlarını ikaz ediyor ve 'O bölgede bizim sözümüz geçmiyor, orası Amerika'nın kontrolünde.' cevabını alıyordu.

Şimdi ise, Türkiye'ye aid bir savaş uçağının Suriye tarafından düşürüldüğünün açıklanmasından sonraki gelişmeler içinde, Irak Hükûmeti'nin yeni bir tavır geliştirdiği anlaşılıyordu.. 'Bu zamana kadar, Türkiye savaş uçaklarının Irak hava sahasını zaman zaman ihlal ettiği ve gerekli ihtarların yapıldığı ve bir kez daha ihlal edilirse...' gibi cümlelerin bulunduğu açıklamada, Suriye tarafından düşürüldüğü resmen kabul olunan uçağın âkıbeti hatırlatılmış oluyordu, dolaylı olarak..

Bilindiği üzere, önceleri Beşşâr Esed'le arası oldukça soğuk olan Mâlikî, İran'ın çabasıyla, Esed'e yakınlaştırılmıştı..

Bu gelişmelerde, elbette, Irak Cumhurbaşkanı Yard. Târıq el'Hâşimî hakkında Irak Başbakanı Mâlikî tarafından yapılan terörist suçlamaları ve yargılamak isteğine karşı, onun, Türkiye tarafından himaye edilmesinin ve Türkiye'de ikametine izin verilmesinin de rolü vardı..

Kısaca, bu olup bitenler, Ortadoğu coğrafyası üzerinde oynanan büyük satranç oyununda, her devletin, kendi strateji ve menfaatine göre geliştirdiği hamlelerin bir yansımasıydı..

*

6- Suriye tarafından düşürüldüğü resmen kabullenilen Türkiye savaş uçağının düşürülüş şekli üzerinde yığınla tezler geliştiriliyor. Resmî makamlara dayandırılarak, emperyalist odakların güdümündeki medyaya yansıtılan bu iddialara rağmen, Amerikan ve Rusya makamlarının yaptığı mubhem açıklamalar soruyu daha bir büyütmekten başka bir neticeye yaramıyor.. Üstelik, onların verdikleri bilgiler bile, uçağın denizde düştüğü yeri bile 10 mil kadar uzakta gösteriyormuş, A. Davudoğlu'nun açıklamalarına göre.. (Bu husus, Yeni Şafak'tan A. Bayramoğlu'nun 6 Temmuz tarihli yazısında, Davudoğlu'yla birlikte olduğu bir uçak yolculuğunda onun ağzından şöyle aktarılıyordu: '(") Ben neden 48 saat bekledim?

Cumartesi günü 7 saat MİT'le, Genelkurmay'la bir doktora tezi inceler gibi elimizdeki bütün verileri inceledim. Rusya bir şey diyor, ona inanıyorlar. Ana muhalefet lideri, dünyadan bilgi istesin dedi. Ne demek istesin, ben zaten istedim. Rusya, ABD, İngiltere, NATO hepsine elinizde ne varsa verin dedik. Telefonda söyledim. Paylaşın dedim. Kimse bir şey vermedi. Verilenler de doğru çıkmadı. 2 uçak var dendi, doğru değil. Örneğin şehitlerimizin bulunduğu yer, bizim verdiğimiz koordinatların yanı başı, sadece 0,4 mil sapmayla, tam orası. Bir başka üçüncü kaynağın, dost bir kaynağın verdiği bilgide ise 10 mil sapma var. (...)'

Konu üzerindeki tartışmalar devam ediyor, nazariyeler, komplo teorileri, senaryolar, yığınla.. Ancaaak, yapılan açıklamalarda, uçaktan açılan ve bütün uçağın onda birini bile bulmayan parçalarda uçağın füzeyle vurulduğuna dair herhangi bir ize rastlanmadığı anlaşılıyor. Ancak, uçağın yüzde 90'ından fazlası henüz de denizin dibince.. Bu, Suriye'nin acele bir benimsemesinin olabileceğini de ortaya koyuyor.

Kuzey Irak'daki Kürdistan eyaleti ve Türkiye'nin birlikte hareketi

7- Türkiye, Kuzey Irak'daki Özerk Kürdistan hükûmeti'nin başkanı Mes'ûd Barzanî ile bu zamana kadar hiç olmayan boyutlarda derin işbirliği yaparken, bunun içerde ve dışardaki yansımaları da elbette olacaktı.. Nitekim, bu işbirliğinin neticesi olarak, BDP içinde, Leylâ Zana'nın ilk çıkışıyla başlayan ve Erdoğan'la işbirliği yapılmasından fayda uman bir eğilim giderek güçleniyor.. Nitekim, BDP'nin güçlü olduğu bilinen illerde yapılan anketlerde, Leylâ Zana'nın bu son yaklaşımının yüzde 80'leri bulan bir destek bulduğu anlaşılıyor..

Buna mukabil, Suriye'nin (Baba) Hâfız Esed zamanında zirve yapan PKK ile işbirliği silahını Suriye'deki (Oğul) Esed rejiminin de tekrar devreye sokmaya çalışacağının ve 10 yıldır kış uykusuna yatmış bulunan o işbirliği mekanizmasını yeniden ve kolaaylıkla devreye sokabileceğinin yığınla işaretleri gözleniyor..

Esasen, iki hafta öncelerde, Cumh. muhabiri, kendisine mülâkat veren Beşşar Esed'e PKK konusunu sorduğunda, o cevabını geciktirmeden yapıştırıyordu: 'Ben kendimle meşgulken, sizin güvenliğinizle ilgilenemem..'

Bu sözler, gerçekte, dolaylı bir tehdidi de içinde barındırıyordu..

Hele bir de, Suriye rejiminin 2000'li yıllara kadar, PKK'ya bölgede en fazla destek veren bir rejim olması, bu ihtimalin uzak olmadığını ve o irtibat mekanizmasının tekrar kurulmasında zorluk çekilmeyeceğini bize daha bir hatırlatmaktadır.

Esasen, Suriye Hükûmeti'nin, Şam Patlaması'nın sorumluları arasında, Türkiye'yi de göstermesi ve bu saldırıyı yapanların bedel ödeyeceğini açıklaması, ve bu arada, Rusya'ya aid savaş gemilerinin, Doğu Akdeniz'e kaydırılmış olması, bütün bölgeyi ve hattâ abütün dünyayı ateşe atacak gelişmelere gebe gözükmekte..

Suriye'nin kuzey bölgelerinde yaşayan ve daha iki sene öncelere kadar hemen hiçbirisinin kimliği bile olmayan ve ancak son zamanlarda bir kısmına kimlik verilen ve 2-3 milyon kadar olduğu kabul olunan kürd kitlesinin de, Suriye Baas rejiminin bu zayıf ânında, ortaya çıkacak yeni oluşumların içinde, yeni yönelişler sergileyebileceği ve bu durumun da tabloyu daha bir girift hale getirebileceği de, ihtimal dahilinde.. Türkiye'nin Suriye mes'elesine diğer ülkelerden çok daha fazla hassas bir ilgi göstermesinin altında, 910 km.lik müşterek sınırın hemen güneyindeki bu durumun her an iltihablı hale gelmesi ihtimali de bulunuyor, herhalde...

*

Evet, Ortadoğu, yeni bir büyük buhranın eşiğinde görülmekte..

Emperyalist dünyaların baş hesabı, burada çıkacak bir yangında, siyonist İsrail rejiminin bir zarar görmemesidir.. Çünkü, onun göreceği zarara, kendilerinin zararıdır..

Emperyalist ve şeytanî güçler, kendi maslahat ve stratejilerini takib ederken; özellikle, Müslüman toplumlara halklarının isteğine göre hükmeden yönetimlerin ve yöneticilerin de, Allah ve gelecek nesiller huzurundaki sorumluluklarını düşünerek bu buhrana, geleceğe utanç bırakmayacak bir haklılık ve şahsiyetlilikle yaklaşmalarını temenni edelim..

haksöz

Bu yazı toplam 1582 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar