"Kemalizmin Şehitleri Cennete,Başörtülüler?"

"Kemalizmin Şehitleri Cennete,Başörtülüler?"

Merve Kavakçı'nın Vakit gazetesindeki yazısı...

Kemalizmin Askerleri

İlhan Selçuk, tesettürlüleri Cehennem'e yollayıvermiş. Selçuk'un Kemalizm'i diğer dünyevî ideolojilerden, öte dünyayı da düzenleme çabasıyla ayrışır. Bu anlayışa göre, hem burada, hem ebediyette Kemalizm ilelebet payidardır. Hareket noktası Kemalist kişiliğin hak ve gerçeği temsil ediyor olması, bunun dışındaki her şeyin birer sapma olarak değerlendirilmesidir.

Bu, bana nedense Noam Chomsky'nin "anjelik-melekimsi-Amerika"sını çağrıştırır. ABD'nin emperyalist hırsını tarif ederken Chomsky, Amerika yönetiminin kendini doğru, dürüst, güzel ve gerçeklikle bir tuttuğunu ve onlarla başkaları arasındaki bu ayrışımın tabii bir Tanrı vergisi olduğuna inandıklarından bahseder. Benzer bir gerçeklik iddiası Kemalizm'de de vardır işte. Evet, din ve devleti birbirinden ayırmak Kemalizm'in üzerine oturduğu ana temeldir ama, "müdahaleci" karakteristiği onun öteki dünyayı düzenlemesine de imkân sağlar. Buna göre, baş örtmek gibi bir ilahî emir görünürlük kazanamaz; çünkü dinin kamusal alanda var olması mümkün değildir. Belki çok özelde ona tahammül edilebilecektir ama, hiç olmasa, yok olup gitse daha da iyidir. Kemalizm bu noktada cür'etkârca Yaratıcı'ya da eleştirisini getirir ve "bu zaman ve çağda..." diye başlayan cümleler, "Ortaçağ Arabının..." birtakım özellikleriyle süslenir. Öte dünya ise Kemalizm'in ilgi alanında olmamasına rağmen bu dünya ile ilişkilendirilmesi bağlamında Kemalizm'in kapsama alanına alınır. Öte dünyada taranır ve hüküm altına alınır. Buna göre Allah'ın askerlerine alternatif Kemalizm askerleri yetiştirilir. Onların feda edilmesi halinde şehitliğe yükselmeleri demektir. Bu noktada Kemalizm sorunlu olduğu dinden çalmakta da bir beis görmez. Yüzsüzdür çünkü. Madem Kemalizm yolunda ölene yüksek bir makam verilecektir, o makamı dinden ithal etmekte de bir sorun yoktur. Böylece "yaratılır" laiklik şehitleri. Cennet onlarla doldurulduğuna göre, Cehennem de onların tam tersi ile doldurulmalıdır. Dini burada yaşayan, yaşamakla kalmayıp kamusal alanda da dini kimliğiyle dolaşan... Başörtülüler Cehennem'in dibini böylece boylar.
PROF. ÖZBUDUN: "HAK AMA ŞİMDİLİK BİRAZCIK..." MI?
Ülke kadınının yıllardır belini büken en önemli sorunların başında durarak karşımıza dikilen, kadının sosyal, ekonomik ve siyasi hayata katılımını engelleyen, insan olmanın gerektirdiği en temel hak ve özgürlüklerini bir şart uğruna -ki bu şart seküler görünmektir- yok sayan başörtüsü yasağı miadını doldurdu mu? Soru bu. AKP hükümeti bu ikinci dönemine, birincide bilerek -stratejik nedenlerle- ihmal ettiği kitlenin ihtiyaçlarını karşılama çabasıyla girdi. Bunda başarılı olacak mı? Yoksa mesele, bazı konularda geçmişte olduğu gibi bir-iki heyecanlı konuşma, girişim ve ataktan sonra zamanın herşeyi yutuveren sessiz sularına mı bırakılacak? Bekleyip göreceğiz. Temennimiz; sorunun temelden halledilmesi. Gerekli Anayasa değişikliğinin yapılması. Bunun da "şimdilik bu kadarla yetinin de ileride düşünürüz" mantığıyla değil de, ayrımcılığa bir daha hiçbir fırsat bırakmayacak şekilde yapılması.
Bakıyoruz, konu gündeme geldiğinden beri üniversitelerdeki yasaktan başka bir şeyden söz edilmedi. Gündemdeki Anayasa paketinin mimarlarından Prof. Özbudun, yasağın üniversitelerde kaldırılacağını, değişikliğin kamu sektörünü etkilemeyeceğini söylemiş. Bu kabul edilebilir bir "düzeltme" olamaz. Düşününüz; ilk öğretimde zaten başörtmenin "be"sini bile ağzınıza alamazsınız. Üniversiteye gelip başınızı örteceksiniz. Kaç sene? Dört mü? Bilemedin altı, yedi, sekiz sene yüksek lisans veya doktora yaparsınız. Sonrası? Diyelim üniversitede öğretim üyesi olarak kalacaksınız. Ne olacak? Üniversite alanı öğrenciye kamusal alan değil, hocaya mı kamusal olacak? Öğrenciyken örttüğünüz başınızı, kürsünün diğer tarafına geçince açacaksınız. Bu mu olacak adalet? Aldınız dört, beş, altı ne ise, üniversite eğitiminizi oldunuz doktor. Hangi kamusal olmayan alanda başınızı örtüp mesleğinizi icra edeceksiniz? Ya siyaset? Yasağın kapsama alanında hiç olmamış, ama bu ülkeye en bariz, şüphe götürmez siyasi linçlerinden birini içinde barındırmış siyaset meydanı kamusal alan mı addedilecek? Sonra Sezer'in uğursuz armağanı olan bu "kamusal alan" AKP'ce nasıl tarif edilecek? Çok kızdıkları Sezer'in çizdiği sınırlarla mı alacak ve bağırlarına basacaklar kamusal alanı yoksa? Demek istediğim şu: Basına yansıtıldığı gibi sadece üniversitede bu iş çözülecek diyorsa AK Parti, hiç zahmet etmesin. Çekeceği sıkıntıya değmez. Zira bu, sorunu çözmek değil, daha da çetrefillendirmek olur. Aç-kapa-aç çözüm müdür?

Merve Kavakçı / Vakit