Mahçupyan: Erdoğan 15 Temmuz'da Çok Zayıftı

Mahçupyan: Erdoğan 15 Temmuz'da Çok Zayıftı

"Bu kadar yıldan sonra AK Parti hâlâ o bürokrasiyle ilişki kurabilmiş bir AK Parti değil"

Karar yazarı Etyen Mahçupyan, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) içindeki cunta yapılanması tarafından düzenlenen darbe girişimiyle ilgili olarak "15 Temmuz günü Tayyip Erdoğan çok zayıftı; bir yönüyle baktığımız zaman hâlâ çok zayıf olduğunu söyleyebiliriz, bütün o güce rağmen" görüşünü dile getirdi. 

"15 Temmuz günü akşamüstü olayları öğrendiği zaman, henüz hazırlık aşamasında, başlamamış bir olayı öğrendi ve 358 generalden hiçbirini arayamadı" iddiasını ileri süren Mahçupyan, "Hiçbirine güvenmiyordu. Bu kadar yıldan sonra AK Parti hâlâ o bürokrasiyle ilişki kurabilmiş bir AK Parti değildi" diye yazdı.

Mahçupyan, bir dönem eski Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun danışmanlığını yürütmüştü. 

Gazete Duvar'dan Hakkı Özdal'a konuşan Mahçupyan'ın açıklamalarının ilgili bölümü şöyle:

İktidar partisinde son dönemde görülen değişimle ve Erdoğan’ın AKP Kongresi ile birlikte yeniden Genel Başkan olmasıyla başlayalım mı? Siz yazılarınızda iki şey söylüyorsunuz bununla ilgili, birincisi, “Bu Erdoğan’ın serinkanlı bir tercihi değil, bir tür kaderin sürüklediği nokta” diyorsunuz; ikincisi olağanüstü yetkilerle birlikte bütün riskleri de aldığını ve daha riskli bir noktada olduğunu söylüyorsunuz. Bir de “Bildiğimiz anlamda AK Parti sona erdi” yorumları var… Sizce partiyi ve Erdoğan’ı neler bekliyor yakın dönemde?


Evet, bildiğimiz anlamda AK Parti artık orada değil. Çünkü siyasi partiler, süreklilik açısından bir fikriyatla tanımlanabilirler, bir de kurumsal kimlikle tanımlanabilirler. Burada ikisinde de bir kayma görüyoruz. Yani klasik Türkiye’deki muhafazakar siyasetin çizgisinden daha milliyetçi ve devletçi bir çizgiye kayma. Mesela ‘Rabia’nın tüzüğe girmesi… Bunu 2002’de, 2005’te, 2007’de düşünmek bile mümkün değildi. Muhafazakarlar muhtemelen, “Böyle bir AK Parti’ye niye oy verelim” derdi. Bunu (Rabia ile temsil edilen “Tek millet, tek devlet, tek vatan, tek bayrak”) tüzüğünüze koyduğunuz zaman şunu demiş oluyorsunuz: Bunun ima ettiği çerçevenin dışında bir fikriyata ben izin vermeyeceğim. Ve bu Türkiye’deki muhafazakar zenginlik açısından itici bir olay. Bu anlamda da AK Parti’nin dayandığı gelenekten bir sapma.

Öte yandan kurumlara bakıyorsunuz, şu anda işleyen bir kurum hemen hemen yok. Bu kadar yetkinin tepede toplandığı ve tepeden aşağıya devşirilerek delege edilebildiği bir sistemde kurumların kendi inisiyatif ve enerjileriyle üretebilecekleri bir şey kalmadı. Tepeden ne istek gelirse ona cevap verecekler ve o doğrultuda davranmak için titizlik edecekler. Bu da bizim bildiğimiz anlamda AK Parti kurumlarının ortadan kalkması demek.

Zemin bu. Bir de bunun üstüne Erdoğan’da müthiş bir yetki yoğunlaşması yaşıyoruz. Bizdeki ataerkil kültürle birlikte düşünüldüğünde bunun tahribatı büyük olacak. İnsanlar sorumluluktan kaçmaya eğilimli olacaklardır. Sorumluluk almak demek risk almak demek, risk de kişinin siyasi hayatının sallanması demek olabilir. Dolayısıyla kadrolar, siyasi kariyerlerini devam ettirmek ve başlarına bir şey gelmemesini sağlamak için herhangi bir risk almamayı tercih edeceklerdir. Bu da birinci olarak yukarıdan bir istek gelmeden bir şey yapmamayı beraberinde getirecek. İkinci olarak, herhangi bir fikre sahip olduklarında önce Erdoğan’a ulaşmaya çalışmayı imal edecek. Ve üç, kendi hemcinsleriyle mümkün olduğu kadar az paylaşmayı getirecek. Bu yapının kamuoyuna yansıyan bir fasadı var, bu fasad kamuoyuna şunu söylüyor: Bu ülkede hiçbir şey Erdoğan onay vermeden olmaz… Dolayısıyla bütün başarı nasıl Erdoğan’a ait oluyorsa tüm başarısızlık da Erdoğan’a ait olacak.

Bu durum Tayyip Erdoğan’ın üzerine ilave bir yük getirecek. Seçime iki yıl var. Son bir yıl zaten seçim sathı maili; dolayısıyla bu bir yıl içinde başarısını kanıtlamak durumunda. Yani bu bir yıl içinde toplumun doğru bulduğu şeyleri yapıp yanlış bulduğu şeyleri yapmamak durumunda ve ben bunun çok çok zor olduğunu düşünüyorum. Bu herhangi bir tek kişi için de zor olurdu zaten. Ama Tayyip Erdoğan için özellikle zor çünkü Erdoğan’ın seçtiği yol doğruları yapmayı zorlaştıran bir yol.

Nedir sizce bu doğrular?

Ekonomide, Kürt politikasında ve Suriye konusunda doğru yolu izlemek… Üç büyük mesele bunlar. Şu anda Türkiye’de ve bunların hiçbirinde ben Erdoğan ve çevresinin doğru bir tutum alabileceğini öngöremiyorum. Çünkü doğru tutumu almak için başkanlığa ihtiyaç yoktu; zaten istiyorsa yapabilirdi. Bu kadar zamandır yapmadığına göre, demek ki başka bir yolu, tutumu denemek istiyor ve deneyecek. Buna da hakkı var. Seçildi ve seçilen kişinin de kendi projesini hayata geçirme hakkı olması gerektiğini düşünüyorum. Tayyip Erdoğan’ın önündeki bu bir yıl o projenin sınanması olacak. Benim tahminim projenin başarılı olamayacağı yönünde. Yanılabilirim tabii, bunu hayat gösterecek. Ama şu açık, daha önce başarılı olmuş bir tutumdan uzaklaşarak deneyecek, bu denemenin nasıl sonuç vereceğini de hep beraber göreceğiz.

Siz “doğru olmayan tutum” dediğiniz bu yönelimin Erdoğan’da ne zaman başladığını düşünüyorsunuz? Sanırım 2015’ten beri dile getiriyorsunuz…

2015 yılının başından itibaren bir eğilim olarak başladı. Bu eğilim neydi: Erdoğan 2015 Haziran seçimleri için sahaya çıktı ve kendi bireysel meselesi olan başkanlık konusunu AK Parti’nin meselesi haline getirerek, o seçimin bir başkanlık seçimi olacağını söyledi. Yani dolayısıyla Haziran’a giderken bu kararı vermişti: Yetkilerin başkanın, yani kendisinin elinde toplanacağı bir sisteme geçmek… Bu arada Kürt meselesinde de bizzat AK Partili Kürtlere bile itici gelen bir tutum izlemişti, hatırlarsak. Ve oyları yüzde 41’e indi. Sonra üç şey oldu. Bir, MHP ve HDP siyaseten saçma pozisyonlar aldılar. Bir tanesi ‘ben kimseyle işbirliği yapmam’ diye tutturdu. Öteki de sokak savaşlarına karşı çıkamadı. O kaotik boşlukta ikinci etken olarak Erdoğan hiç sahaya inmedi. Ve üçüncüsü Ahmet Davutoğlu CHP ile koalisyonu zorladı ve olmadı ama takdir kazandı ve de istikrar arayışı içinde olan toplum tekrar AK Parti’yi seçti. AK Parti o seçimde yüzde 50 civarında oy alınca Tayyip Erdoğan tekrar kendi projesini hayata geçirmeye kalktı. Bu nedir: Davutoğlu’nun tasfiyesidir, Binali Yıldırım’ın gelmesidir ve adım adım farklı bir AK Parti tahayyülünün kendi imkanları çerçevesinde zorlanmasıdır.

Erdoğan zaten tüm yetkileri fiilen kullanıyordu. Ama bir sistem değişikliği olarak Başkanlık projesinin yeniden gündeme gelmesi esasen 15 Temmuz sonrasında olmadı mı?

15 Temmuz’la beraber önünde koca bir bulvar açıldı. 15 Temmuz’la beraber, bu hayalin gerçekleşmesi için hiçbir engel kalmadı neredeyse. Ve çok ilginç bir şey daha oldu. O zamana kadar AK Parti ile cebelleşerek ayakta durmaya çalışan bazı devletçi ve milliyetçi çevreler, bir tür eski ‘establishment’ diyeceğimiz kanat, 15 Temmuz’un başarısız olmasıyla beraber şu idrake geldi: ‘AK Partisiz ve Erdoğansız bir gelecek yok; dolayısıyla bir şekilde iktidara tutunulacaksa bu Erdoğan ile mümkün olabilir… Bunun da yolu Erdoğan’a bir teklifte bulunmaktır. Ona istediğini vermek ve onun da ideolojik olarak daha orta bir noktaya gelmesini sağlamak.’

Nitekim gerçekten de Erdoğan daha milliyetçi-devletçi bir söyleme doğru kaydı. Buna karşılık MHP’nin açık desteğini aldı. (Zaten bu son öneri de MHP’den geldi biliyorsunuz. Yoksa AK Parti’nin ve Erdoğan’ın hayalinde bile yoktu yani, böyle bir ‘Cumhurbaşkanlığı sistemi’ önermek…) Ve de yeni ve kalıcı bir, ‘rekonstrükte edilmiş eski rejim’ çerçevesi üretmekti burada murat edilen. Bu Tayyip Erdoğan’a da, şu andaki çevresine de uygundu.

Tayyip Erdoğan bu yeni pozisyona, ‘eski rejim’ olarak adlandırdığınız çevrelerle işbirliğine, sadece ‘razı’ olmadı, ‘istekli’ de oldu diye anlayabilir miyiz bu son söylediğinizi? Şöyle de bir yaklaşım da var çünkü biliyorsunuz: “15 Temmuz Erdoğan’ı ve devlet kurumlarını çok zayıflattı ve böyle bir ittifaka biraz da mecburdu Erdoğan…”

Şöyle söyleyeyim: 15 Temmuz günü Tayyip Erdoğan çok zayıftı; bir yönüyle baktığımız zaman hâlâ çok zayıf olduğunu söyleyebiliriz, bütün o güce rağmen. Burada da şunu söyleme borcumuz var: 15 Temmuz günü akşamüstü olayları öğrendiği zaman, henüz hazırlık aşamasında, başlamamış bir olayı öğrendi ve 358 generalden hiçbirini arayamadı. Hiçbirine güvenmiyordu. Bu kadar yıldan sonra AK Parti hâlâ o bürokrasiyle ilişki kurabilmiş bir AK Parti değildi. Dolayısıyla hâlâ zayıftı. Şu anda bir şekilde onu telafi eden bir geçiş yaşanıyor. Bir başka açıdan Tayyip Erdoğan’ın çok güçlü olduğunu da söylemek mümkün; çünkü Erdoğan meşru bir lider ve toplum kim olursa olsun meşru liderin arkasında durmak istiyor. Yani toplumsal meşruiyet açısında güçlü, bürokrasiyle karşılaştığında güçsüz bir durumda…

15 Temmuz’dan bu yana geçen sürede bürokrasiye hatta yargıya hakim olma anlamında iktidar epey mesafe kat etmişken, öte yandan da 16 Nisan’dan, Türkiye’ye tamamen farklı iki çerçeveden bakan bölünmüş bir toplum tablosu çıkmışken yine de geçerli mi bu? Erdoğan hâlâ bürokrasi karşısında güçsüz, toplumsal meşruiyet açısından güçlü mü?

Siyasetçiler kendi güçlerini konsolide etmenin peşindedirler ve güç açıkları varsa oraları doldurmak isterler. Ama bunu nasıl doldurduğu sorusu demokratik sorunsalın parçasıdır. Yani bunu demokrasi içinde mi arıyor, demokrasi dışına çıkarak mı arıyor? Adil olmak gerekirse bence şu andaki durum iki uçta da değil. Türkiye bir faşizm değil; Türkiye bir demokrasi de değil. Türkiye çok uzun yıllardan beri olduğu gibi hâlâ deniyor, bir eşik geçmeye çalışıyor. Hiçbir zaman Batılı bir ülke gibi olmadı, hâlâ da değil… Ama hiçbir zaman Ortadoğu’dakiler gibi de olmadı, e hâlâ da değil. Ve şunu da söyleyeyim, hiçbir zaman da olmayacak. Ortadoğu gibi olmayacağı çok kesin, çünkü Türkiye hiçbir otokratın yönetemeyeceği kadar karmaşık ve kaotik. Ve küresel. Böyle bir ülkeyi siz disiplinle, emir vererek, tepeden normlar koyarak falan yönetemezsiniz. Açıkça söylersem gülünç olursunuz.