Madımak ve Başbağlar... Benim ölüm, senin ölünü döver!

Geçen hafta "Sivas-Madımak Katliamı" ile bu katliama "misilleme" olarak yapıldığı iddia edilen "Başbağlar Katliamı"nın "19. yıldönümü"ydü... Elbette Sivas'ta da, Başbağlar'da da "anma törenleri" yapıldı...
 
Bu törenler vesilesiyle, "her iki katliamın medyada yer bulma sayısı ve büyüklüğü" de tartışma gündemine oturdu.
 Evet, Madımak Oteli'nde 2 Temmuz 1993 tarihinde insanlar "dumandan boğularak ve otel içinden sıkılan kurşunlarla" öldüler.
 5 Temmuz 1993 günü ise;
 Yani; Sivas provokasyonundan üç gün sonra Erzincan'ın Kemaliye ilçesindeki Başbağlar köyünde karanlık güçler tarafından 33 vatandaşımız katledildi.
 
TETİKÇİLER PKK'LI
 Başbağlar'da; akşam namazında ezan okunduğu sırada camiye giren PKK'lılar cemaati dışarı çıkardı. Bir süre örgüt propagandası yaptıktan sonra köydeki 29 erkeği kurşuna dizen katliamcılar, daha sonra da köyü ateşe verdiler.
 Köydeki 214 ev, okul, cami ve halkevi yakıldı. Katliamdan kaçıp evlerinde saklanan 1'i kadın 4 kişinin yanarak can vermesiyle birlikte ölü sayısının 33'ü bulması, Madımak'ın intikamı söylentilerini desteklese de, kurşuna dizilen 33 köylünün ortaya koyduğu tek gerçek, katliamı gerçekleştirenlerin "maşa" olduklarıydı...
 Öyle ya;
 1993, bir "cinayet ve katliam yılı" olmuştu...
 Yılın son katliamları da "Sivas ve Başbağlar katliamları"ydı...
 Bu da gösteriyordu ki; "Türkiye" üzerinde hesabı olan "devlet"ler; bir "Alevi-Sünnî çatışması" çıkarıp, Türkiye'yi "kaos"a sürüklemek için "Sivas ve Başbağlar katliamları"nı tezgâhlamışlardı...
 "Başbağlar katliamı"nda da "tetikçi" olarak PKK'yı kullanmışlardı.
 Nitekim Akit'in sürmanşetinden verdiğimiz gibi PKK'nın elebaşı Abdullah Öcalan, katliamı PKK'nın düzenlediğini kabul etti.
 Öcalan, 1999'da İmralı'daki yargılanması sırasında bu konuda da bilgi vererek katliamdan haberinin bulunmadığını, olayın sorumlusunun Dr. Baran olduğunu söyledi.
 Katliamla ilgili olarak 20 kişi daha gözaltına alındı, ancak serbest bırakıldılar... Sonra da izlerine rastlanmadı.
 
MADIMAK-BAŞBAĞLAR AYRIMCILIĞI
 Hemen her konuda olduğu gibi, 1993'teki bu "katliam"lar konusunda da, toplum, maalesef ikiye ayrıldı.
 Bazı "köşe yazıları"nda denildiği gibi:
 "Madımak'ta canları yananlar, Başbağlar'da kurşuna dizilenleri görmediler.
 Madımak'a ağıt yakanlar Başbağlar'da yükselen çığlıkları duymadılar. Madımak üzerine türkü yakmadık ozan, şiir yazmadık şair, yazı yazmadık yazar kalmadı. Başbağlar'ın ölüleri ise; ağıtsız, şiirsiz, kimsesiz kaldı. Tıpkı kimsesizler mezarlığına gömülen ölüler gibi.
 Tıpkı Hocalı katliamında olduğu gibi. 1915'i katliamlar yılı ilan edip de daha dün burunlarının dibindeki kan gölünü görmeyenler aynı yaklaşımı Başbağlar'da da gösterdiler.
 Oysa, matematikteki sayılar gibi, katliamların birbirini götürme, birbirini sıfırlama ihtimalleri yoktur. Madımak'ta 33 aydını yakanla Başbağlar'da 33 köylüyü kurşuna dizen, aynı eldir!..
 Evet, emperyalizmin eli!.."
 "Emperyalizmin eli"ni görmeyip, 19 yıldır "sol elleri"ni kaldıran ve "dindarlar aleyhinde" slogan atanlar; Madımak Oteli gibi Başbağlar Köyü'nü de "aynı el"in yaktığını niye hiç düşünmezler acaba?..
 Geçen hafta dediğimiz gibi;
 Bu "kör inat" niye?..
 Ne yani;
 "Bizim ölülerimiz iyi, sizin ölüleriniz tu kaka!" mı demek istiyorlar?..
 Eğer böyle bir bakış varsa, "emperyalist senarist"leri kutlamak gerekir!..
 Demek oluyor ki;
 "Toplumu bölmeyi" başarmışlar!..
 
YILDIRIM'IN SAVAŞ İLÂNI
 Geçen hafta, "toplumu ikiye bölen" olaylardan biri de, "1 yıl tutuklu" kaldığı cezaevinden "tahliye" edildikten sonra "Fethullah Hocaefendi aleyhinde" sözler sarfeden ve "Tek başıma da kalsam onunla savaşacağım" diyen Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım'ın tavrıydı...
 Aziz Yıldırım'ın, Ertuğrul Özkök'e söylediği bu sözler, Hürriyet'in sürmanşetinden yayınlandı ama ertesi gün, bizzat Aziz Yıldırım tarafından yalanlandı... Aziz Yıldırım, Fenerbahçe'nin internet sitesinde yayımlanan açıklamasında dedi ki;
 "Son birkaç gündür, dostlarımın ve sevenlerimin gösterdiği yoğun ilgi ve teveccüh nedeniyle herkese ayrı ayrı şükranlarımı sunmak isterim.
 Buna karşı, bu ziyaretler sırasında dost sohbeti şeklinde geçen diyalogların, iradem ve bilgim dışında, 'haber' adı altında yazılı ve görsel medyaya taşındığını üzülerek görmekteyim.
 Bilinmesini isterim ki, bu ziyaretler sırasında karşılıklı yapılan konuşmalarda hiçbir kişi, kurum veya oluşum adı kullanılmadığı gibi, yine hiçbir kişi, kurum veya oluşum hakkında övgü ya da yergi niteliğinde ifadeler kullanılmamıştır."
 Bu açıklamadan sonra, kaynamaya başlayan kazan, eski haline döndü...
 Artık Aziz Yıldırım mı, "öfke" ile kalkıp "zarar"la oturmamak için "geri adım" attı, yoksa Hocaefendi mi "uhulet" tavsiye etti, bilinmez ama, "savaş baltaları" şimdilik gömüldü...
 Ortalık durulduğuna göre, ortada iki ihtimal var:
 "1- Fethullah Hocaefendi, Fenerbahçe Cumhuriyeti'ni karşısına almak istemedi.
 2- Aziz Yıldırım, Fethullah Hocaefendi Cemaati ile kapışmak istemedi!"
 Umarız böyle bir kavga, hele hele savaş hiç çıkmaz!..
 Çünkü bu, "kaos" demektir.
 
TUTUKLU VEKİLLER OLAYI
 Geçen haftanın en çok tartışılan konularından biri de, Meclis'ten çıkan "3. Yargı Paketi"nin yansımalarıydı.
 Özellikle "Ergenekon ve Balyoz Dâvâsı tutukluları" ile "tutuklu milletvekilleri" bu yasanın çıkmasıyla birlikte "tahliye" beklentisi içine girdiler...
 "Paket"in Meclis'ten geçmesi üzerine CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, şöyle demeye başladı:
 "Cumhuriyet tarihinde ilk kez seçilmiş milletvekilleri bir yasama yılını hapiste geçirdiler... Bu, demokrasilerde kabul edilecek bir olay değildir...
 Bunu şiddetle kınıyoruz. Yurdunu ve ülkesini seven herkesin bu garip yapıya, isyan etmesi gerekir."
 Ne var ki;
 Kılıçdaroğlu'nun yaptığı olay, "amuda kalkıp bakmak"tan, yani "fotoğrafı tersinden okumak"tan başka bir şey değildi.
 Çünkü, asıl yapılan şudur:
 "Cumhuriyet tarihinde ilk kez, tutuklu insanlar aday gösterilmiş ve onlar Silivri'den kurtarılmak istenmiştir."
 Nitekim, "367 Ucubesi"nin mimarı Sabih Kanadoğlu bile, "tutuklu insanları aday gösteren" partileri uyarmış ve 11 Nisan 2011'de şöyle demişti:
 "Anayasanın 14 ve 83'üncü maddeleri, Ergenekon gibi bir davadan herhangi bir şekilde yargılananların milletvekili seçilse dahi dokunulmazlık kazanamayacağını açıkça ortaya koyuyor... Aday olmalarında bir engel yok ama, dokunulmazlık kazanamazlar.
 Tutuklu olanlar 'Dokunulmazlık kazandı' gerekçesiyle tahliye de edilemez, milletvekili olduğu için tahliyesi söz konusu olamaz; böyle bir gerekçe kullanılamaz. Ancak, 'Tutuklu olma nedenleri ortadan kalktı, deliller toplandı, kaçma şüphesi yok' ya da 'Delilleri karartamaz' gerekçeleriyle tahliye edilebilirler, o ayrı bir şey... (...) Mahkeme; 'Tutukluluk nedenleri ortadan kalkmıştır' demediği müddetçe Ergenekon tutuklularının herhangi biri milletvekili seçilse dahi tahliye edilmeyebilir, dolayısıyla dokunulmazlık kazanmaz."
 "Tutuklu" insanları o gün, bile bile "aday" gösterenlerin, bugün onların "tahliye" edilmemesinden şikâyet etmeye hakları yoktur.
 TAHLİYE İMKÂNSIZ!
 11 Nisan 2011'de; "Tutuklu vekillerin dokunulmazlık kazanamayacağını" söyleyen "367 Sabih", bugün de diyor ki;
 "Üçüncü Yargı Paketi ile yapılan değişiklikler, milletvekillerinin tahliyesine yetmez... Anayasa'nın 83. Maddesi'nde değişiklik yapılması gerekir."
 Akit'in dünkü manşetinden duyurduğumuz hukukçu görüşleri de şöyle:
 Eski Savcı Sacit Kayasu: "Suçlu olduğundan şüphelenen bir insanın dışarıda durması bence pek de mantıklı değil. Madem ki tutuklanmasına karar verdin, ortada gerekli, ciddi bir durum var."
 Hukukçular Birliği Vakfı Başkanı Sinan Kılıçkaya:
 "Tahliye talebinde bulunan birçok sanığın talebinin reddedileceğine inanıyorum. Tutukluluk, delilleri karartma ihtimaline binaen alınmış bir karardır."
 Yargıtay eski savcısı Ahmet Gündel:
 "Yeni kanundan sonra Ergenekon ve Balyoz sanıklarından birilerinin bırakılacağını sanmıyorum."
 Sabih Kanadoğlu başta olmak üzere, "hukukçu"ların dile getirdiği bu görüşler de gösteriyor ki; bu iş "kanun"la olmaz, "Anayasa'nın 83. Maddesi'nin değişmesi" gerekir.
 Peki, bu değişiklik yapılır mı?.. Yapılmak istense bile, herhalde "Meclis'in açılmasını" bekleyeceğiz.
 O güne kadar da;
 Tartışmalar devam eder...
 Ama, bu da normaldir!..
 Türkiye'de, "tartışma"lar ne zaman duruldu ki, şimdi dursun!..
 Selâm ve saygılarımızla...

yeniakit

Bu yazı toplam 798 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar