KERBELA, MEZHEPLER TARİHİNİN KONUSU DEĞİLDİR

KERBELA, MEZHEPLER TARİHİNİN KONUSU DEĞİLDİR

Genelde Kerbela’yı mezhepler tarihinde anlatıyorlar. Bu şuursuzluk, Kerbela’ya ve ondan alınacak ibrete, hikmete en büyük ihanettir....

Hicri Muharrem ayına ulaştık. 10 Muharremde Aşuradayız Bugüçok şey olmuş ama Kerbela başkaPeygamber Efendimizin (sav) ciğerparesi Hz Hüseyin (ks) ve yârenleri Kerbelada şehit edildi

Kerbela denince hep hüzünden bahsedilir ancak hüznü ne kadar doğru anlıyor ve yaşıyoruz. İslam coğrafyasının kan akan ve zulüm yaşanan coğrafyaları için Kerbela benzetmesi yapıyoruz ama bu ne manaya geliyor?

Hz Hüseyini kimlerin şehit ettiği basit bir tarih bilgisi olarak kalabilir mi? Neyi, nasıl anlamalıyız?

AşkıŞehidi, Aşkın Elçisi ve Aşkın Secdesinden oluşan üçleme ile Kerbelayı İslam edebiyat tarihinde ilk kez roman olarak yorumlayan Ahmet Turgut ile bütün bu meseleleri konuştuk. Hayatının son 10 yılını bu meselelere adayan Turgut, altı kalınca çizilmesi gereken şeyler söyledi.

 

Kerbela bizim için ne ifade ediyor?

Muharrem, Kerbela’dır; Kerbela, Muharrem’dir. Hatta Kerbela, Muharrem’i de aşkındır. Yeni yıla başlamayı veya eski yılı bitirmeyi Batı toplumları kutlama eksenli alır. Oysa İslam irfanı, bir şeyin bitmesini veya başlamasını muhasebe vesilesi sayar.

KERBELA, MEZHEPLER TARİHİNİN KONUSU DEĞİLDİR

Nasıl bir muhasebe?

Muhasebenin nasıl bir içeriği, nasıl bir yaşanmışlığı baz alabileceğini Muharrem ayının kendisi bize anlatır. Keza sınamalara dair en ağır vakayı Kerbela üzerinden okuyoruz.

Genelde Kerbela’yı mezhepler tarihinde anlatıyorlar. Bu şuursuzluk, Kerbela’ya ve ondan alınacak ibrete, hikmete en büyük ihanettir. Zira Kerbela, Mezhepler Tarihi’nin konusu değildir. Kerbela, Miladi 680 ve Hicri 61. yılda oldu. Ehl-i Sünnet geleneğin ilk önder ismi olan İmam Ebu Hanife Hazretleri (rh) 700 yılında doğdu, yani Kerbela’dan yirmi yıl sonra. Fakih oluşu Kerbela’dan yetmiş yıl sonra. Kanaat önderi olarak, kendi ismiyle anılan bir topluluğa önderlik yapması Kerbela’dan iki yüz yıl sonra. Ez-cümle; Kerbela, vuku bulduğunda kendisini “Sünni, Alevi” veya “Şii” olarak tanımlayan hiç kimse yoktu. Kerbela, Mezhepler Tarihi’nin konusu değildir. Kerbela, zengin-fakir mücadelesi de değildir.

KERBELA, ŞUUR VE AHLAKTIR

Peki, ne mücadelesi vardı Kerbelada?

Ayrımın temeli şuur ve ahlak. Bir taraf da Muhammediler var. İlim, şuur, ahlak olarak Peygamber Efendimizin (sav) takipçileri. Keza onların o an itibariyle, sembol kişisi Hz. Hüseyin’dir. Peygamber Efendimiz, “O, bendendir; Ben, ondanım” diyerek Hz. Hüseyin’i anlattı.  “O, bendendir” kısmını rahatlıkla anlıyoruz. Zira Hz. Hüseyin Efendimiz; vahyin indiği, sünnet-i seniyenin oluştuğu evde büyüdü. Ahlakıyla, şuuruyla Nübüvvet Evinin Oğludur o.

Ben, ondanım” kısmı ne anlatıyor?

Asgaride anlıyoruz ki; Hz. Hüseyin, Varis-i Resul’dür. “Evlad-ı Resul’e zulmedildi” diyerek Resulullah’ın aşiretinin davasıymış meselesine indirgeyemeyiz. O bile bizi taraf kılar. Mesele, sadece bu değil. Ebu Hanife Hazretleri, “O, bendendir; Ben, ondanım” diyerek Hz. Hüseyin’e atfedilen kısmı Varis-i Resul olarak yorumlamış olsa gerek ki; şunu söyler: “Bedir’de Muhammedi; Kerbela’da Hüseyniyiz.”

FETÖ, EMEVİCİ TARİH YAZIMINI 12 EYLÜLE UYARLADI

Emevici tarih yazımı “güçlü olanın haklılığını tartıştırmamak” üzerine inşa edilmiştir. Kendi yanına çekemediği kişileri tarafsızlığa zorlar. “Biz o gün orada yoktuk, konuşup dilimizi kirletmeyelim.” kabilinden Emevici tarih yazımını 12 Eylül’e uyarlayan zihniyet, vakti zamanında “Yeryüzünde bir tane şefaat hakkım olsa onu da Kenan Evren için kullanırım” demişti. 15 Temmuz’da darbe gerçekleşmiş olsaydı, Emevi zulümlerinin haklılığını tartıştırmayan Emevici anlayış, Fetullah Gülen’i “hocaefendi” olarak sunup, “Hocamız bir içtihatta bulunmuştur” diyecekti.

İSLAM TARİHİNİİLK DARBECİSİ MUAVİYEDİR

Emevici anlayış ciddi sorun olacak derecede zihin yapımızda var mı?

Kesinlikle. Emevici bakış, çok tuhaf yerlere sirayet etmiştir. Misal; İslam siyasi tarihini okuduğumuz zaman herkes ezbere bir hakikat dillendirir. Saltanat Emeviler ile gelmiştir. Muaviye, İslam tarihinin ilk darbecisidir ve Hz. Hasan’a darbeyi yapmıştır. Yerine kimseyi bırakmayacağına dair Allah’ın adıyla söz verip imzalamıştır. Ama Hicri 60.yıl veya Miladi 680’in Mayıs ayında ölürken, giderayak sözünü ayaklar altına alır ve yerine Yezid’i bırakır. Böylece saltanat başlar.

Evet; Yezid, ağaç kovuğundan çıkmadı. Keza Kerbela’nın esirlerine şunu söylemişti: “Bedir’deki atalarım bugünü görseler, benimle gurur duyarlar.”

Dikkat buyurun; Bedir, Kerbela’dan altmış yıl önce olmuş, Yezid doğmadan çeyrek asır önce. Yezid, kendi doğmadan yirmi yıl önceki olayın intikamını almayı kimden öğrendi, dersiniz?

Yezid’in dedesi, Yezid’in dedesinin amcası ve Yezid’in dedesinin babası Kerbela’da üç Haşimi tarafından telef edilmişti. Hint, Hz. Hamza’nın ciğerlerini dişledi; Ebu Sufyan, 21 yıl boyunca “Yaşayan Kur’an” (sav) ile savaştı; Muaviye, Kur’an Mushaflarını mızrakların ucuna geçirdi ve onun oğlu Yezid de “Konuşan Kur’an” hükmündeki Evlad-ı Resûlü mızrağın ucuna geçirdi. Saflar gayet net, Yezid de bunu inkâr etmiyor zaten. İmam Ebu Hanife de bizim namımıza tescilliyor ama birileri çıkıp, “Biz Kerbela’da taraf olamayız” diyor.

BİR YERDE ZULÜM OLMASI, ORANIN KERBELA OLMASINA YETMEZ

Şu an İslam coğrafyasındaki sorunlar Kerbelayı akla getiriyor. Kerbela atfında bulunuluyor. Bu önemli bir atıf ama bir yandan da bu meseleleri hafifletiyor mu, Kerbelayı o manada doğru anlıyor muyuz?

Kerbela’yı yad edebilen Alevi, Sünni, Şii’ye ‘biz’ diyerek öz eleştiri yapacağım.  Herhangi bir zulme dikkat çekmek istediğimiz zaman; “Filan yer, bu asrın Kerbelası” diyoruz. Sünni kalemler/diller, genelde Sünniler mağdur olduğu için, “Suriye, bu asrın Kerbelası” diyor. Yemen’de de Şiiler mağdur. Şiiler de “Bu asrın Kerbelası Yemen’dir” diyor. Etnik kimliğine, mezhebine göre “bizden” bulduğumuz birilerinin uğradığı zulümleri hemen “Bu asrın Kerbelası” ilan ediyoruz.

Oysa bir yerin/olayın “Kerbela” olabilmesi için orada zulmün ve Yezid’lerin varlığı yeterli değildir. Bilakis orada Hüseynilik var mıdır, ona bakmalı!

Yine maaleseftir ki; Kerbela’ya sadece yiğitlik veya adalet vurgusuyla bakınca hak-batıl mücadelesini gözden kaçırıyoruz.

Gözden kaçan ne?

Hz. Hüseyin davasına haklı başladı, dava içerisinde haklı kaldı. Biz günümüzde pek çok davamıza haklı başlıyoruz, yolda haklı devam etmiyoruz. Mağduriyet zamanla mazeret doğuruyor. Üstelik Hz.Hüseyin, haklı başlayıp haklı sürdürdüğü davasında, bu davayı kirletebilecek hiç kimseyi yanında tutmadı. Böylesi bir Hüseynî şuur ve ahlakı göremediğimiz –ama zulümler yaşanan- yerlere Kerbela diyemeyiz.

HÜSEYNİLİKE EN ÇOK YAKLAŞAN ALİYA İZZETBEGOVİÇ Dİ

Bu zamanda Hüseynilik mümkün mü?

Benim neslin görebildiği, davasında Hüseynî duruş sergileyebilen veya buna en çok yaklaşan kişi merhum Aliya İzzetbegoviç’tir muhtemelen. Onun Hüseyniliği, düşmanlarının Yezidliği ile değil, Aliya’nın karakteriyle, ahlakıyla oluşmuştu.  Biz, şanımızı düşmanlarımızın kalitesizliğinden almayı erdem belirledik. Yezid ile kavga edebilirsin ama usulün hak değilse Hüseyin olamazsın.

İmam Caferi Sadık, “ Her yer Kerbela, Her gün Aşura.” derken Kerbela ve Aşura’nın hikmetini bireye indirgemiştir. Kerbela’nın Yezid figürünü, nefs-i emmare olarak okuyabiliriz. “Nefis-i emmare” Kur’an’dan alınma bir tabirdir. Arifler, hadislere göre içerisini doldururlar. Nefs-i emmare, bedeli ne olursa olsun “isteyen nefis” modelidir. “Benim olsun” der, başka bir şey demez.

Kerbela vakıasında bahisleri geçen Kufeliler, “menfaatperest akıl” modelidir. Nefsin arzularına bahaneler üretir.

Nitekim nefis ve akıl, şer için buluştuğunda vicdan onları durdurmaya başlar. Sen vicdanının sesini susturursan rahatlıyorsun. Günlük hayatta nefs-i emmaresinin arzusuna aklı sadece gerekçe uyduruyorsa ve vicdanının sesini de susturmaya çalışıyorsa Kerbelasını ve Aşurasını kendi içinde yaşayıp kaybetmiştir.

Kişiler kendi Kerbelasını görmemek için bir noktayı, uzakta, Kerbela ilan edip başına da bir tane Yezid koyup ona küfredince kenarda Hüseyni olacak zannediyor. Kimse bu şekilde Hüseyni olamaz.

SOSYAL MEDYA EBU CEHİL’İN MAHALLESİDİR

Bu yöntemi var eden şey biraz da sosyal medya. Sosyal medyanın nefsi ve benliği besleyen bir yanı  yok mu?

“Dabbe” diye bir şey aranıyorsa şu an sosyal medya “Dabbe”dir.  Ben de sosyal medya kullanıyorum. Ebu Cehil’in mahallesinde Müslümancılık oynuyorum. Sosyal Medya, Ebu Cehil’in mahallesidir. Burası Ebu Cehil’in kriterleriyle yürüyor, Resulullah’ın  kriterleriyle  yürümüyor. Sosyal medyada, “çok yalnızım, bir tane bile dostum yok” diye yaz bin kişi beğenir. “Bugüne kadar kaç kişiye dost olabildim” diye yaz üç kişi beğenir. Sosyal medya sana, “Kendini vaftiz et ve kendini yücelt” diyor. Şu an kitapçılarda tasavvuf adı altında çok satan birçok kitap nefs-i emmare pompalıyor. “Sen biriciksin, Tanrı seninle gurur duyuyor, sen olmasan dinin bile kıymeti yok” diyerek bunu güya tasavvuf adı altında yapıyor. Karşısındakinin nefs-i emmaresini vaftiz ediyor. Oysa Tasavvuf, nefs-i levvamede başlar. Nefs-i levvame, kendini levm edip kınayandır. Kişi kendini kınayamazsa ilerleyemez.

Hicri yılbaşını geride bıraktık. Ancak kafalar karışık. Ya da öyle görünüyor? Nedir buradaki sorun?

Muharrem ayını Hicri takvimle modern zamanda hatırlayan bir toplum olduk. Hicri takvimin ilk ayı Muharrem’dir. Fakat hicretin ayı, Muharrem değildir. Hicret, Safer ayının 26’sında başlar, Rebiülevvel’in 12’sinde biter. Bunu az çok tarih okuyan herkes bilir. Ama Muharrem’de gündem anarşisi ve krizi çıkarılıyor.

Diyanet ya kendi yazdığı kitapları okumuyor, ya da bilerek yapıyor. Muharrem’in ilk on gününe Diyanet’in takviminden bakıyorum. Hz. Hüseyin ve Kerbela yok. Diyanet’in 10 Muharrem takviminde Aşure günü yazıyor. Ama önünde veya arkasında Hz. Hüseyin ve Kerbela yok, her nedense 10 Ekim’de Kerbela var. 10 Ekim Kerbela’nın Miladi yıl dönümü. Türkiye’de yeniden takvim inkılabı mı oldu?

Osmanlı veya Cumhuriyet’in kurucu kadroları dini ve irfani günleri güneş takvimine bağlamamıştı. Diyanet neye binaen böylesi günleri miladi takvime bağlıyor, anlayabilmiş değilim.

Kerbelayı film yapsaydınız adı ne olurdu?

Diriliş. Kerbela bir yok oluş değil, diriliştir.

“İstanbul” deyince aklınıza gelen nedir?

Büyüklük, karmaşa, güzellik.

Sevgi neydi?

Emek

En sevdiğiniz yemek?

Menemen

Bir adaya düşseydiniz atacağınız tivit ne olurdu?

İnternet çekmiyor.

En sevdiğiniz film?

Selvi Boylum Al Yazmalım

15 Temmuz?

Direniş

Röportaj: Abdulhamit Güler
Fotoğraflar: Taha Erham Keleş

mucerret