İstanbul İçin Dönen Entrikalar
İlk olarak 11 Şubat 1869'da ortaya çıkan ve Bizans tahtının yasal varisi olduğu gerekçesiyle Papa'ya asaletini onaylatan Prens Giovanni Antonio Lascaris Paleolog’in başlattığı girişim...
İlk olarak 11 Şubat 1869'da ortaya çıkan ve Bizans tahtının yasal varisi olduğu gerekçesiyle Papa'ya asaletini onaylatan Prens Giovanni Antonio Lascaris Paleolog’in başlattığı girişim adım adım imparatorluğa gidiyor. Benzer asalet onaylarını mahkeme kararıyla İtalya, Fransa, İngiltere, Amerika ve Rusya'da da gerçekleştiren Paleolog hanedanı, AB’nin girişimleriyle dünyadaki tek Bizans sarayı olarak kabul edilen Edirnekapı’daki Tekfur Sarayı’nı da restore ettiriyor. 2010’a yetiştirilmesi öngörülen çalışmaların Türkiye için PKK’dan daha tehlikeli olduğunu kaydeden Aytunç Altındal, restorasyonların ‘Kültürel’ değil, ‘Siyasi’ olduğunu açıkladı.
Vatikan ve Hıristiyan ilahiyatı ile ilgili araştırmalarıyla ön plana çıkan araştırmacı-yazar Aytunç Altındal, tespitlerini ve gözlemlerini yıllardır yazarak ve anlatarak konuyla ilgili farkındalık sağlamaya çalışıyor. Ancak birçokları bunları kestirmeden, ‘Komplo teorisi’ olarak yaftalayıp es geçebiliyor. Açıkçası yakın bir geçmişe kadar biz de o es geçenlerdendik. Fakat Aytunç Altındal’ın yıllar önce yazdıklarının bugün gerçekleşiyor olmasını görmek paradigmayı değiştirmemiz gerektiğini gösteriyor bize. Yaşadıklarımız, yazılanların bize hiç de uzak olmadığını hatırlatıyor. Nedir bu gerçekleşen öngörüler? diyenler için hemen bir örnek verelim. İlk baskısı 2002’de yayınlanan, ‘Vatikan ve Tapınak Şövalyeleri’ isimli eserinde Aytunç Altındal, Bizans tahtının yasal varisinin bulunduğunu ve bu varisin uluslararası mahkemelerce kabul edilebilecek bir üst makamdan; Papalık, Patriklik veya egemen bir kraldan ‘Fons Honorum’ diye bilinen bir yetki belgesi alarak resmi statü kazandığını yazıyordu. Altındal’ın kaydettiklerine göre 11 Şubat 1869'da Prens Giovanni Antonio Lascaris Paleolog, Bizans tahtının yasal varisi olduğu gerekçesiyle Papaya başvurarak kendisinden (Papa IX. Pius) ‘Fons Honorum’ almıştı. Roma Senatosu'nun zabıtlarına geçirilen bu girişimden kısa bir süre sonra, 27 Mart 1869'da karar İngiliz Asalet Sicili'ne işlendi. 27 Mart 1869'da Prens Gerolamo de Vico Lascaris Paleolog Roma Senatosu'na başvurarak İmparatorluk sıfatının Roma hükümdarlarının Altın Sicili'ne kaydedilmesini istemiş ve isteği de yerine getirilmişti. 3 Temmuz 1961 'de Florida'da bir mahkeme benzeri karar vermişti. 14 Kasım 1990'da Prens Henri Londra'deki "College of Arms" (Asalet Sicil Kayıt Okulu)'nda asaletini ve şeceresini belgelendirdi. Nihayet 16 Nisan 1991'de Fransız üst mahkemesi (La Cour de Cassation) Prens Henri'yi açtığı bir "Asalet verme davası'nda haklı bularak tasarruf hakkının kendisine ait olduğunu onaylamıştı. Ortada ne Bizans Tahtı ve ne de Bizans olmasına rağmen Prens Henri Paleolog adında birinin olmayan bir tahtın, olmayan bir devletin ve olmayan bir ordunun başındaki gerçek bir İmparator olduğunu İtalya, Fransa, İngiltere, Amerika ve Rusya'da mahkeme kararıyla onaylatabildiğine dikkat çeken Aytunç Altındal, bu durumun Türkiye için PKK’dan daha tehlikeli bir hal alacağını yazıyordu.
İmparator Tamam, Sarayı da Hazırlanıyor!
Aytunç Altındal’ın yazdıkları ışığında Fatih’te yaşananları değerlendirdiğimiz zaman yazılanların yabana atılacak şeyler olmadığını anlıyoruz. Kariye, Fethiye ve Zeyrek gibi camilerin müzeye çevrilmesi, Fener Balat’ın yeniden canlandırılması yanında dünyadaki tek Bizans Sarayı olarak da bilinen İstanbul Edirnekapı’daki Tekfur Sarayı’nın restore ediliyor olması dikkate değer gelişmeler. Edirnekapı ile Eğrikapı'nın arasında, yıkılmayıp da kalan surların dibindeki duvar kalıntılarından bir saray ortaya çıkarma gayreti başka nasıl değerlendirilmeli ki!
İmparator VIII. Mihael Paleologos 'un oğlu II. Anronikos Paleologos döneminde, 13. yüzyılın sonu ile 14. yüzyılın başında yapıldığı sanılan Tekfur Sarayı, Osmanlı döneminde farklı amaçlar için kullanılmış. 1864’te büyük bir yangın geçiren yapı, üç katta dört duvar olarak bugüne gelmiş. Ancak İstanbul'un '2010 Yılı Avrupa Kültür Başkenti' adaylığı çerçevesinde projenin tekrar gündeme alındığı ve gereğinin yapılmaya başlandığı anlaşılıyor. Çevresinde arkeolojik kazı yapılması ve bölgedeki diğer kültür unsurlarıyla ortaya çıkarılması hedeflenen restorasyonun 2010’a yetiştirilmesi öngörülüyor. Bizans eserlerinin turizme kazandırılmasıyla turizm gelirlerinin önemli oranda artacağının hesaplanmasına karşın Aytunç Altındal aynı kanaatte değil. Restorasyonların ticari olmaktan öte siyasi bir amaç taşıdığını belirten Altındal, şöyle devam ediyor, “Patrikhane, ne kadar tersini iddia etse ve Türkiye’deki bazı aklıevvel ‘İnternet Münevverleri’ bu yalanı gerçekleşmiş gibi yutturmaya çalışsalar da Patrikhane’nin ‘Devlet içinde Devlet’ olmak istediği kesindir. 1923’de Lozan Anlaşması imzalanmadan hemen önce Milletler Cemiyeti’ne RESMEN başvuruda bulunmuşlar ve ‘Devlet içinde Devlet’ olarak bütün dünyada tanınmak istediklerini bildirmişlerdi (Bu belge arşivimdedir, sırası gelince yayınlayacağım). Restorasyonlar ‘Kültürel’ amaçlı olduğu sürece yararlıdır, ama siyasi olduğu takdirde çok tehlikelidir. Türkiye’deki kilise restorasyonlarının ‘Siyasi’ olduğu kanısındayım, çünkü yurtdışındaki atayadigarı camiler bir bir yok edilirken Türkiye’de kiliselerin hem de cemaati sıfır olanların restore edilmesi siyasi değildir ne nedir?”
ABD Lozan’ı Tanımamıştı Zaten
Haliç’ten Deniz Kuvvetlerini çıkartıldığını kaydeden Aytunç Altındal, Fener Rum Patrikhanesi’nin karşısına tekabül eden alana yönelik HaliçPort projesinin düşünüldüğünü ve bununla Patrikhane’ye toprak kazandırmanın hedeflendiği belirterek, “Muhtemelen Türk ve Müslümanların bu bölgeye girmeleri de izne tabi olacaktır” uyarısında bulundu. Eylül ayında ülkemizi ziyaret eden ABD Dışişleri Bakanlığı’nın siyasi işlerden sorumlu müsteşarı Nicholas Burns’un daha gelmeden azınlıklarla ilgili yaptığı açıklamalar büyük tepki çekmişti. Patrikhane’yi ziyaret eden ve Karaköy’de bazı kesimlerle gizli görüşmeler yapan Burns’un neyi hedeflediğini sorduğumuzda Altındal şu cevabı verdi, “Anlaşıldığı kadarıyla TSK’ya düşman olan sözde sivil toplum örgütü diye bilinen paravan örgütlere ‘ABD ve CIA sizin yanınızdadır, korkmayın’ mesajını vermek, PKK’ya zaman kazandırmak ve Türk-İran ilişkilerini sabote etmektir.” Yeni anayasada Azınlık Hakları’nın ‘İmtiyaz’ haline getirilmeye çalışıldığına yönelik bir izlenim edindiğini ifade eden Altındal, Lozan anlaşmasının kazanımlarını kaybetmemek için anayasa çalışmalarında özellikle vakıflar konusuna çok dikkat etmek gerektiğini vurguladı.
ABD’nin Lozan anlaşmasına imza koymamasının başta Irak’ın kuzeyi olmak üzere Türkiye’nin geleceği için büyük bir tehdit olduğunu kaydeden Aytunç Altındal, “ABD, Lozan’ı tanımadığı için Türkiye’nin Güneydoğu ve Ermenistan sınırlarını da kabul etmiyor. Bu bakımdan çok büyük bir tehdit oluşturuyor” açıklamasını yaptı.
Kiliseler ve AB Ayasofya’yı İstiyor
4-8 Eylül 2007'de Romanya'nın Sibiu kentinde Avrupa Birliği ülkelerindeki tüm Kiliselerin temsilcileri 3. kez bir araya geldiler. Katolik, Protestan ve Ortodoks Kiliselerini temsilen 2000 delegenin katıldığı tahmin edilen bu çok önemli toplantıda Fener Patrikhanesi de üst düzeyde temsil edildi. Patrikhanenin delegeleri Türkiye'de Yargıtay'ın aldığı, “Patrik Ekumenik Değildir ve Olamaz” şeklindeki kararı eleştirerek böylesine uluslararası toplantıda Türkiye Cumhuriyeti’nin tüm Kiliseler tarafından kınanmasını sağladı. Burada hangi kararların aldığını ve bu kararların Türkiye’yi nasıl etkileyeceğini Aytunç Altındal şöyle açıkladı; “Ekim ayında yayınlanacak olan AB’nin ‘İlerleme Raporu’nun Din ve Azınlıklar bölümünde Sibiu’da yapılan toplantıda alınan kararlara yer verilecektir. Bu karardan ikisi, 1- Ayasofya’nın Ortodoks ibadete açılması, 2- Patrik’in Ekümenliğinin T.C. devleti tarafından tanınmasıdır.”
Kasr-ı Arifan Dergisi