Filistin'de yeni bir NEKBE'ye doğru

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Batı Şeria topraklarının bazı kısımlarını ilhak etme planını birkaç hafta içinde uygulamaya geçireceklerini duyurdu. Bu plana soğuk bakan, “Ürdün’le barış anlaşmamız tehlikeye girebilir, terör tırmanabilir, en önemlisi yeni bir intifada başlayabilir” diyen İsrailli subayların olduğu biliniyor ve bunların görüşleri İsrail Ordu Radyosu’nda bile söz konusu ediliyor; fakat "Beyaz Saray’da Donald Trump’ın oturması”nın önemine dikkat çeken Netanyahu kararlı: “73 yıldır beklediğimiz bu fırsatı değerlendirmek zorundayız.” (Dünya kamuoyunun koronavirüs gündemine gömülmüş olması da cabası.)

 

Araplar, Filistin topraklarının gaspına dayanan İsrail devletinin kuruluşunu “nekbe” (büyük felaket) kelimesiyle anarlar. Filistin’de yeni bir “nekbe” bağıra bağıra geliyor ve fakat bunun önüne geçmeye matuf uluslararası bir inisiyatif ufukta gözükmüyor. Doğu Kudüs’ü ilhakı bile yanına kâr kalabilen İsrail’in, Batı Şeria’daki başka yerleri de ilhak etme planını uygulamaya geçirmekten geri duracağını ummak için elimizde hiçbir ‘veri’ yok maalesef. 

 

Uluslararası hukuka (Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararlarına) göre, İsrail, Mescid-i Aksa’nın bulunduğu Doğu Kudüs de dahil olmak üzere Batı Şeria topraklarının bir karışı üzerinde bile hak sahibi değil. 1980’de Doğu Kudüs’ü ilhak etti; fakat, ilhak şöyle dursun, 1967'den beri işgal altında tuttuğu Batı Şeria’ya nüfus transfer etmesi bile esasen yasak. Bölgedeki bütün Yahudi yerleşim birimleri, uluslararası hukuk çiğnenerek inşa edildi ve uluslararası hukukun rağmına varlığını sürdürüyor. Bugün Doğu Kudüs’te 350-400 bin, Batı Şeria’nın diğer bölgelerinde ise 400-500 bin civarında illegal İsrailli yerleşimci var. Bu muazzam nüfus transferinin toprak gaspı niyetini ifade ettiği, Doğu Kudüs üzerindeki tahakkümünü geri dönülmez bir noktaya taşımaya çalışan İsrail’in bölgedeki başka yerleri de topraklarına katma hedefini gözettiği öteden beri belliydi ve bu niyetlerini faş eden İsrailli siyasetçiler de her zaman oldu. Ne var ki uluslararası sistemin 'ağa'ları İsrail’e yaptırımın y’sine dahî yanaşmadılar ve doğrusu 'marabalar'ın da bu yönde ciddi bir gayreti olmadı. Uluslararası hukukta Kudüs’ün statüsü İsrail’e ait olan Batı ve Filistin’e ait olan Doğu şeklinde belirlendiği halde, ABD’nin Kudüs’ü “İsrail’in bölünmez ve ebedi başkenti” olarak tanıması bile böyle bir gayreti tetiklemedi.

 

O meşum gelişme üzerine (Aralık 2017) toplanan İslam İşbirliği Teşkilatı’nın yayımladığı bildirgedeki şu paragraf, ciddi bir gayrete işaret ediyordu; ne yazık ki orada işaret edilmekle kaldı:

 

“Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne çağrıda bulunularak, derhal sorumluluklarını üstlenmesi, Kudüs-ü Şerif şehrinin yasal statüsünü teyit etmesi, Filistin Devleti topraklarındaki İsrail işgaline son vermesi, Filistin halkının uluslararası korunma altına alınmasını sağlaması, Filistin Davası’na ilişkin aldığı tüm kararları uygulaması ve bu kararlara uyması istenmiştir. BM Güvenlik Konseyi’nin harekete geçememesi halinde, İİT üyesi ülkelerin bu ağır ihlali BM Genel Kurulu’nun 377 A sayılı ‘Barış İçin Birleşme Kararı’ çerçevesinde BM Genel Kurulu’na götürmeye hazır olduğu teyit edilmiştir.”

 

Üzerinden iki buçuk sene geçti ve durum iyileşmedi, daha da kötüleşti; ne oldu o “teyit”? BM Güvenlik Konseyi’ni ‘baypas’ etmeye ve dolayısıyla veto ihtimalini ortadan kaldırmaya yarayan “377 A” çerçevesindeki “Barış İçin Birleşme” (Uniting For Peace) enstrümanının kullanılmasına niçin tevessül edilmedi?

 

“377 A”yı hatırlayalım:    

 

Kore Krizi esnasında (3 Kasım 1950) Sovyetler Birliği’nin BM Güvenlik Konseyi’ndeki veto yetkisine karşı bir tedbir olarak ABD’nin inisiyatifiyle BM Genel Kurulu’ndan geçirilen 377 sayılı kararın A bendinde deniyor ki;  “Güvenlik Konseyi, daimi üyeleri arasında oybirliği olmadığından dolayı, barışın tehdit edilmesi, barışın ihlali veya saldırı fiilinin mevcut göründüğü herhangi bir durumda, milletlerarası barış ve güvenliği muhafaza etmek hususundaki asli sorumluluğunu yerine getiremezse, Genel Kurul milletlerarası barış ve güvenliği muhafaza etmek veya eski haline iade etmek için, barışın ihlali veya saldırı fiilinin mevcudiyeti durumunda, gerekirse, silahlı kuvvetlerin kullanılması da dahil, üye devletlere kolektif tedbirlerin alınması için uygun tavsiyeleri yapmak amacıyla derhal konuyu ele alacağını kararlaştırır. Eğer toplantı halinde değilse, Genel Kurulda konu ile ilgili talebin yapılmasından itibaren 24 saat içinde olağanüstü toplantı yapabilir. Böyle bir olağanüstü toplantı Güvenlik Konseyi tarafından, herhangi 7 üyenin (şimdi 9) oyu ile, veya BM üyelerinin çoğunluğu tarafından talep edilirse yapılacaktır.” Kararın B bendinde, bir Barış Gözlem Komisyonu’nun kurulması ve Güvenlik Konseyi’nin bu hususta üzerine düşeni yapmaması halinde Genel Kurul’un o komisyonu -oy kullanan ülkelerin üçte ikisinin tasdikiyle- çalıştırması öngörülüyor. Böylece, Güvenlik Konseyi’nin beş daimi üyesinden bir veya birkaçının BM’yi esir alamayacağı tekrar vurgulanmış oluyor. (1956 senesindeki Süveyş Savaşı’nda, BM Güvenlik Konseyi’ndeki Fransa ve İngiltere vetosuna rağmen, “377 A”ya istinaden Sina bölgesine bir barış gücü gönderilmişti.)

 

Filistin meselesinin en can alıcı cüzünü teşkil eden Kudüs konusunda bile “377 A”ya müracaat edilmemesi, İsrail’in konfor hissini iyice kuvvetlendirmiş olmalı.

 

BM Genel Kurulu hiç değilse şimdi -Batı Şeria’da yeni ilhakların önüne geçmek amacıyla ve barışın tehdit edildiğini söyleyen İsrailli subaylara da atıfla- “Barış İçin Birleşme”ye çağrılsa… Gerekli çoğunluk sağlanarak BM’de ihtilal yapılsa veya ilk etapta gerekli çoğunluk sağlanamasa bile aleyhte oy kullanan ülkeler nezdinde diplomatik girişimler sürdürülerek “377 A” hamlelerinin istenen sonuç alınıncaya kadar tekrarlanacağı ve uluslararası sistemin bu şekilde diken üstünde tutulacağı ortaya konsa… İsrail’in ve onu destekleyen uluslararası sistem ağalarının hiç değilse konforu bozulsa… Hiç değilse -Ortadoğu’daki şartların Filistin lehine değişebileceği umularak- biraz zaman kazanılsa… Ama yok işte. Ufukta başka bir uluslararası inisiyatif gözükmediği gibi “377 A” hamlesi de gözükmüyor.

 

Ankara, buna ön ayak olmayı düşünür mü? Düşünecekse çabuk düşünmeli ve çok hızlı hareket etmeli. Netanyahu’nun Batı Şeria’daki ilhaklar için verdiği tarih, önümüzdeki Temmuz ayı.

 

“377 A” imkânı bir yana; kifâyetsiz İslam İşbirliği Teşkilatı bu süreçte kifayetsizliğini bile aratacak kadar sessiz. Arap Birliği hakeza.  İsrail’in ilhak hazırlığına söz planında da olsa tepki gösteren ve Ürdün-İsrail barış anlaşmasının iptali dahil bütün seçeneklerin masada olduğunu ifade eden Ürdün Kralı Abdullah ile Kudüs/Batı Şeria konusundaki hassasiyeti bilinen Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan arasında sıkı bir irtibat kurulması, ikisinin dünya kamuoyu önünde ortak duruş sergilemesi, Ankara-Amman hattının vızır vızır işlemesi gereken bir süreçteyiz; ne var ki bunu da göremiyoruz. Bırakın sonuç almayı, zevahiri kurtarmaya yönelik doğru dürüst bir resim bile verilmedi henüz.)

 

Bu gidişle bütün yük yine işgal topraklarındaki Filistinlilerin sırtına binecek ve onlar ya bu yükün altında ezilmeyi kabul edecekler veya bu yükü sırtlarından atmak için yeni bir intifadaya girişecekler. Niyazımız o ki; her şeyi gören ve işiten Allah, İsrail’in insafına (olmayan insafına) terk edilen bu mazlum topluluğa kendi katından bir yardımcı göndersin.

Bu yazı toplam 1126 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar