Ahmet Taşgetiren

Ahmet Taşgetiren

Doğru düğme- Yanlış düğme

Benim zaman zaman seslendirdiğim bir değerlendirmem var. Şöyle derim: Kararları binlerce kişiyi etkileyen, bir düğmeye bastığında binlerce kişinin hayatına etki eden insanlar doğru kararlar vermeye, doğru düğmeye basmaya itina etmeliler. Bunun için de sınanmış doğruları olmalı.

Bir Cumhurbaşkanı, bir bakan mesela…

Bir parti başkanı mesela…

Bir cemaat lideri mesela…

Bir üst yargı kurumu mesela…

Ya da anne – babalar mesela.

Daha önce dini cemaatler için yazdım; cemaat lideri söz gelimi, bağlıların eğitimi konusunda bir proje belirleyecekse, bir insan modeline karar veriyor demektir. Nasıl belirleyecek o modeli, diyelim o modeli dini bir kaynaktan alıyorsa, kendisi o dini kaynağı nasıl anlamaktadır? Doğru düğmeye bastığınızda size bağlı binlerce insan doğru bir kişilik dokusu kazanacak, yanlış düğmeye bastığınızda binlerce yanlışa kaynaklık etmiş olacaksınız…

Cumhurbaşkanı’nın tavrı diyelim, yargıyı, ekonomiyi, siyaseti belirliyorsa, evet bunları yasalar düzenliyor olmalı ama, sonuçta yasaların ete kemiğe bürünmesi de insan davranışlarıyla bağlantılıdır. Hani yasalar devreye girinceye kadar – tabii girebilirlerse- dereye su gelinceye kadar kurbağanın gözü pürtlermiş misali, binlerce insanın hayatı da etkilenmiş olur. İyi etkilenirse ne ala, ya kötü etkilenirse… Şimdi hiç temas edilmiyor olsa da, mesela, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ekonomideki iddialarının şimdi kurtulmaya çalışılan problemlere yol açtığı biliniyor. Bedeli, tüm toplum ödüyor. Mesela 21 yıldan beri devam eden bu iktidar, milli eğitimde başarılı olmadığını bizzat ifade ediyorsa, 21 yıl süreyle eğitim mekanizması sağlıklı ürünler verememiş demektir.

Bizde partiler lider merkezlidir. Liderin gücü ve zaafı partinin gücünü ve zaafını belirlediği gibi, liderin iş tutma tarzı da parti içi insicamı etkileyecektir. Diyelim Türkiye siyasetinde uzun yıllar yol yürümüş olan, düşüşleri, yükselişleri yaşamış olan Süleyman Demirel “Siyasi hayatımın en büyük yanlışı…” gibi cümleler kurabilmiştir. “En büyük yanlış” diye, partinin iç insicamını koruyamamasını ve sonradan Demokratik Parti’yi kuracak olan insanların ayrılışına mani olamamasını göstermiştir.

Şu sıralar İyi Parti’de yaşananlar ve “Lider”in sorumluluğu noktasında da benzer değerlendirmeler yapılabilir. Sayın Akşener’in genel seçimler öncesinden başlayıp, şimdilerde de devam eden ve duygusal patlamalar halinde kamu alanına yansıyan “Liderlik performansı” ve bunun, bizzat kendi partisinde ortaya çıkardığı türbülans, tam da lider davranışının ürettiği bedel açısından ele alınmaya değer.

Burada bir önemli konu da tayin edici konumda olan insanın, kendi davranışlarının bedelini görebilmesi ya da görememesi ile ilgilidir. “En büyük yanlış”lar Demirel örneğinde olduğu gibi genelde çok sonra fark ediliyor ya da hiç fark edilmiyor. Çünkü iş sonunda tepelerde hatayı kabul etmek gibi zor bir meseleye dönüşüyor.

Cemaatlerde bu fark edilir mi? Bence zor. Çünkü daha işin başında “çağın gerektirdiği insan kalitesi” üzerine düşünmüş olmak gerekiyor. “Dindar” bir insandan söz ediyorsak, o dindar insanın da “Çağın gerektirdiği” nitelikte olması zaruretini kavramış olmak gerekiyor. Hazreti Ali’nin “Çocuklarınızı yaşayacakları çağa göre yetiştirin” gibi bir sözünü okumuştum. Tam da bu, işte. Bu da çocuklarımızın yaşayacağı çağı öngörebilmekle alakalı. Bunu yapıyor muyuz, bunu yapmaya yeterli “geleceği okuma potansiyeli”miz var mı? Soru bu.

Yüksek Yargı kararlarından da bahsettim girişte… Onlar da “emsal” kararlar alıyorlar. Son zamanlarda bunu o kadar çok tartışıyoruz ki ülke olarak… Verilmiş olan kararların binlerce insanın hayatını etkilediği ve maalesef “konjonktür” gereği çok çok yanlış kararlar verilmiş olduğu biliniyor. Konjonktürü de siyasi tavırlar belirlemiş. Onun için insanlar, “orada hiçbir haksızlık olmaz” inancıyla “ilahi adalet”e havale etmişler “haksızlık” olarak gördükleri uygulamaları…

Bizim insanımızda sorgulama, itiraz etme, “hayır deme”, ya da aykırı düşünce ortaya koyma geleneği yok veya çok zayıf. Bu da, yukarılarda “Yanlış”ı “Doğru”su yeterince irdelenmemiş, alışkanlıkların ya da konjonktürel salınımların ürettiği yönelişlerle düğmeye basma sonucunu doğurabiliyor. Halbuki bu şekilde bir doğruyu da bir yanlışı da binlerce kere çoğaltma sonucu doğuracak bir süreç başlatılmış oluyor. Bu da ülke olarak yılların, insan kütleleri olarak milyonların emeğinin heba olması demek.

Bilmem şu yazdıklarım, siyasi, dini örgütlerle ilişki noktasında kendi içimizde bir “Yüzleşme”yi sağlar da, “az gittik uz gittik dere tepe düz gittik bir de bakmışız ki bir arpa boyu yol gitmişiz” tarzındaki tekerlemenin ifade ettiği iç ezilmesinden kurtulmanın çaresini araştırmaya yol açar mı? Kim bilir belki de benzer bir yazıyı, on yıl sonra gelenler bizim hayıflandığımız duygular içinde yazmak zorunda kalmaz.

Bu yazı toplam 202 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar