"Diğer Cemaat veTarikatlara da Operasyon Gelebilir"

"Diğer Cemaat veTarikatlara da Operasyon Gelebilir"

Türkiye 11 Temmuz sabahına, Adnan Oktar grubuna yönelik başlatılan operasyonla uyandı.

Gazeteci Nevzat Çiçek ile Adnan Oktar grubuna yönelik operasyonun anlamını konuştuk. Çiçek bu operasyonun 15 Temmuz sonrasında devletin değişen güvenlik paradigmasıyla ilgili olduğunu ve bu tür yapılanmalara dönük operasyonların bununla sınırlı kalmayacağını, diğer cemaat ve tarikatlara da operasyon yapılabileceğini söylüyor. “Devletin istihbarat birimleri tarikatlar üzerine çalışıyor, bazıları tasfiye edilecek” diyor...

‘ADNAN OKTAR NUHİLİK AKIMININ TÜRKİYE’DEKİ TEMSİLCİSİ’

Nevzat seninle Mart ayında cemaatler üzerine yaptığımız röportajda bazı dini yapılanmalara dönük operasyonlar beklediğini söylemiştin. Haklı çıktın... Adnan Oktar’a yönelik operasyonu ve bu operasyonun zamanlamasını nasıl değerlendiriyorsun?


15 Temmuz sonrası, devletin değişen bir paradigması vardı. Bu zaten her yerde çok net ifade ediliyordu; Ankara’ya gittiğinizde de, özel sohbetlerde de bunu çok net duyuyordunuz. Aslında söylenen şey, milli güvenliği tehdit edecek her türlü oluşumun pasifize edileceğiydi. Dolayısıyla, 15 Temmuz sonrasında bu yeni konseptin gerçekleşmeye başladığını çeşitli evrelerde görmeye başladık.

Bunun sinyalleri neydi?

FETÖ gibi bir mesele üzerinden olayın güvenlik boyutu çok net ön plana çıktı. Bu ülke 15 Temmuz’da 251 insanının şehit edilmesiyle bunu acı biçimde görmeye başladı. Benim tahminim, FETÖ meselesi sonrasında da bu işin devam edeceği yönündeydi ki zaten şu an Adnan Oktar grubuna yönelik bu meseleyi konuşuyoruz. Adnan Oktar meselesiyle ilgili bir şeyi ilk defa anlatacağım. Adnan Oktar’ın normalde Harun Yahya ismiyle yazdığı kitaplarının çoğu aslında ‘kes/kopyala/yapıştır’ın bir ürünü. Koyu Katoliklerin ABD’de anti-Darwinist olarak hazırladıkları kitaplar vardı. Bu kitaplara İncil’den ayetler konulmuştu. İncil’i çıkarıp, yerine Kur’an-ı Kerim’deki ayetler konuldu. Çünkü mantıksal olarak anti-Darwinist’ti ve dolayısıyla da böyle gitti. Ancak esas mesele, Adnan Oktar’ın Nuhilik akımının Türkiye’deki temsilcisi olmasıdır. Nuhilik, özellikle 1951 yılından itibaren İsrail’in bir devlet politikası olarak benimsediği bir durum. Bu aynı zamanda ABD’nin 1990 yılında Kongre kararıyla desteklediği bir şey.


Nedir bu Nuhilik?

Nuhilik, dünyadaki ahlaki ilkelerin Nuh Aleyhisselâm’daki kanunlar çerçevesinde toparlanması neticesinde oluşan bir akım. Bu akımın en büyük özelliklerinden bir tanesi, otorite olarak Yahudi din adamlarının tanınmasıdır. Mesela, siz akıl ile Nuhiliğe vardınız ama Yahudi din âlemini otorite olarak tanımıyorsunuz; o durumda sizi kabul etmiyorlar, hatta putperest olarak tanımlıyorlar. Dolayısıyla, Adnan Oktar’ın en büyük özelliği Nuhiliğin Türkiye’deki temsilcisi olmasıdır.

Ama bir Mehdilik iddiası da vardı Adnan Oktar’ın…

Adnan Oktar’ın birçok iddiası var. Sonuç itibariyle Mehdilik iddiası bambaşka bir şey. Bu mesele ne hikmetse, FETÖ meselesinde de karşımıza çıkan temel öğelerden bir tanesi ve aynı zamanda Irak ve Pakistan’daki bu tür yapılarda ortaya çıkan mekanizmanın bir versiyonu. Meseleye, “Bir şeye tabi olduğunuzda sadece inançsal anlamda mı tabi oluyorsunuz, yoksa her şeyiyle kabul ediyor musunu?” sorusu üzerinden bakmak gerekiyor. FETÖ inancında da Nuhilik’te de iradenin bir lidere teslim edilmesi durumu var.


Yani FETÖ örneğinde de, Adnan Oktar örneğinde de bir dini lider var. Siz dinin kendisine değil, tam olarak ona itaat ve iman etmek zorundasınız.

Evet. İtaat ediyorsunuz ve itaat etmekle birlikte onun istediği her şey meşru hale gelmiş oluyor. Bunun örneklerini Irak’ta, Pakistan’da ve kısmi olarak Yemen’de de görüyoruz. Sonuç itibariyle, milli güvenliği tehdit edip etmediği sorusu, devletin sorduğu sorulardan bir tanesi.

Adnan Oktar’ın bir milli güvenlik tehdidi haline gelmesine neden olan şey neydi?

Birincisi, Adnan Oktar, kendi televizyonunda 33. derece Masonluğu törenle aldı. İkincisi, Yahudi din adamlarıyla içli dışlı ilişkileri oldu ve burada çeşitli kongreler düzenlendi. Üçüncüsü, para trafiği meselesine hep kuşkulu bir şekilde bakıldı. Dördüncüsü, İslam’ı yorumlayış biçimi tamamıyla bu toprakların İslam anlayış biçimine çok aykırıydı. Beşincisi de bu tür yapılar, aynı zamanda farklı yapıların entegre olabileceği yapılardır.

 

Nedir o farklı yapılar?

Tekke ve zaviyelerin kaldırılmasıyla birlikte, bu tekke ve zaviyelerin büyük bir kısmı ‘merdiven altı’ dediğimiz yere çekilmek durumunda kaldı. Daha sonra bunlar 1984’ten itibaren kendilerini vakıf ve dernekler üzerinden ifade etmeye başladılar. Devletin görmediği, bir şekilde uzak tuttuğu veya denetlemediği yerde de şahısların öne çıkmaya başladığı görüldü. Sonuç itibariyle siz devlet olarak mesafe koymuşsunuz ama Anadolu’nun Müslümanlaşma süreciyle birlikte ortaya çıkan 1000 yıllık bir gerçeklik var ve bunu denetlemiyorsunuz. Bu sefer, kişi ve yapılar ön plana çıkıp büyümeye başlıyorlar. Büyümeye başlayınca da çeşitli istihbarat kurumlarına sızmaya başlıyor ve derken siz bunu bir şekilde göz ardı ediyorsunuz. 15 Temmuz’da FETÖ’nün yaptıklarını görünce de “Bir dakika” diyorsunuz.


Adnan Oktar grubunu suç örgütü haline getiren nedir?

Adnan Oktar’ın grubunu suç örgütü haline getiren şeyin kararını tabii ki mahkemeler verecek. Ama görünürde ne olduğunun cevabını, “Adnan Oktar grubunun savunduğu nedir?” sorusuyla vermek lazım. Adnan Oktar’ın savunduğu şeye bakarsak, Fethullah Gülen’in savunduğu ‘dinler arası diyalog’un farklı bir versiyonu olduğunu görüyoruz. Burada da Nuhilik akımı karşımıza çıkıyor. Yani bir taraftan diğer dinlerle birlikte bir entegrasyon süreci, dinler arası diyalogla birlikte içi boşaltılmış bir İslam var.

Ama FETÖ örneğinde devlete sızma, paralel yapılanma ve arkasından gelen bir darbe var.

Devletin bu operasyonu yapmasında bir casusluktan bahsediliyor. “Somut anlamda suçu kanıtlanana kadar herkes suçsuzdur” ilkesi üzerinden hareket etmek istiyorum. Çünkü geçmiş dönemde bu toptancı yaklaşımlar hepimizi zor durumda bıraktı. Ama görünen o ki meselenin adli-kriminal boyutu yok. Devlet kurumları, casusluk boyutu ve dini anlamda da toplumda oluşan yapıyı vurguluyor.


Ona tabi olanlar sence gönüllü olarak mı birliktelerdi, yoksa bir tür esir hayatı yaşadıkları ve şantajla onun yanında kaldıkları iddiaları doğru mu?

Bu konuda, o yapıdan uzaklaşanların anlatımları var. Bu anlatımlar neticesinde aslında bir komün hayatı yaşadıklarını çok net görebiliyoruz. Burada kendi rızaları olmadığı da yine aynı şekilde çok net görülebiliyor. Daha çok içerisinde cinselliğin ve maddiyatın olduğu yeni bir sınıfsal hareket tarzı var.

 

Erkeklerin örgüt içinde yükselmesi için Oktar’a kadın ve para sağlaması gerektiği iddiaları var. Kadınlarla ilişkiye başlanıyor, evlenme vaat ediliyor ve müstehcen görüntüleri kaydediliyor. Emniyet’in bu şekilde 25’e yakın örgüt evi tespit ettiğini yazmış Nagehan Alçı. Psikolojik ilaçlar verilerek, kızlara ‘turnike’ denen toplu tecavüzler yapıldığı gibi korkunç iddialar var. Bu iddiaların doğru olabileceğini düşünüyor musun?

Bu tür yapılarda her şeyin mümkün olma ihtimali söz konusu. Emniyet’in elinde mutlak surette bir kanıt olmasa bu şekilde düğmeye basılmazdı. Bu yeni bir yapılanma değil. Bu yapılanmaya ilk Nokta dergisinden beri dikkat çeken meslektaşlarımız var. Ama Adnan Oktar grubuyla ilgili herhangi bir şey yazdığınızda Türkiye’nin 30-40 vilayetinde birden dava açılırdı ve sizin bu davalarla baş etme şansınız yoktu.


Bu kadar çok avukatı, dava açacak bu gücü nereden buluyordu?

Parasal gücünüz varsa ve bir projeyseniz her şeyi bulursunuz.

Parayı nereden buluyordu?

Para ile ilgili çok farklı yaklaşımlar söz konusu. Zengin çocuklarından aldığıyla ilgili iddialar var. Dış yardımlarla aldığı iddiaları da var. Harun Yahya ismiyle oluşan kitapların satışının birilerine zimmetlendiği ve oradan alındığıyla ilgili iddialar var. Ama basına yansıyan iddialar doğruysa, karşımızda 100 milyonlarca dolardan bahsedilen bir yapı var. MASAK bunların hepsini çıkarır ama operasyonla birlikte, özellikle şirketlere kayyum atanması ekonomik boyutunun çok büyük olduğunu gösteriyor.

Adnan Hoca’ya dokunan yanar” düşüncesi vardı. AK Parti’ye yakın isimler dahi şikâyet etseler bile onun adını anmaktan imtina ediyordu. Bu kadar tehlikeli bir adamsa neden bugüne kadar dokunulmazdı?

Birincisi, örgütlü gücü vardı. İkinci olarak da bir kaset arşivi olduğu iddiası var. Ne kadar doğrudur bilmiyorum ama bu iddia çok konuşuluyor. Üçüncüsü, kamuoyunu etkileme gücü çok yüksekti. Televizyondaki davranışlarını hepimiz biliyoruz. Türkiye’nin en dindar gazetelerine reklam verebilen bir gruptan söz ediyoruz. Herhangi bir yazı kaleme alsanız, 30 yerde birden karşınıza dava çıkıyordu ve bu 30 yerde de avukat tutma ve davayı takip etme şansınız olmadığı için o cezalardan kurtulmaya bakıyordunuz. Kamuoyu önünde de algı operasyonu çok iyi yönetiliyordu. Ona da yenik düşme olasılığınız çok yüksekti. Bunların hepsini yan yana getirdiğinizde, örgütlü güç karşısında bireysel olarak fazla bir şey yapma şansınız olmuyordu. Dolayısıyla şimdi insanlar konuşmaya başladı ama açıkçası yine de hâlâ herkes konuşmuyor.

“Şu an bile operasyona rağmen korkanlar var” mı diyorsun?

Konuşmuyorlar, çünkü korkanlar var. Korkma nedenleri de kendi geçmişleriyle, o grupla veya “Yarın yine başımıza bela olurlar” endişeleriyle ilgili olabilir. Ama şimdi devlet meseleyi güvenlik boyutuyla ele aldığı için geçmiş operasyonlardan farklı bir operasyonla karşı karşıyayız.

Diyanet, din adamları, Türkiye’deki diğer cemaatler Adnan Oktar grubuna bugüne kadar yeterince tepki gösterebildiler mi, yoksa herkeste “Kol kırılır, yen içinde kalır” gibi bir bakış açısı mı vardı?

Bu tarz bir bakış açısı değil ama bahsettiğim o örgütlü güçten dolayı birçok insan uzak durmayı seçti. Birçok insan özel sohbetlerde tepkisini gösteriyordu, hatta espri konusuydu ama iş kamu önüne geldiğinde ne yazık ki ciddi anlamda bir tepki gösterilmiyordu. Kaldı ki Türkiye’de birçok gazetecinin, siyasetçinin, işadamının o televizyonlara çıkıp onlarla birlikte görüntü verdiğini çok net görebildik. Dolayısıyla böyle bir güç karşısında sizin bireysel anlamda başvurabileceğiniz bir yöntem yok. “Bir şey yapılamaz. Bir şey yapılamadığı gibi, ben de hedef olurum, dolayısıyla da sesimi çıkarmayayım” tarzı bir yaklaşım vardı.

İSLAMİ CAMİA ADNAN OKTAR KONUSUNDA ÇOK TEMKİNLİ DAVRANDI’

Ama burada İslami camianın da dönüp kendini eleştirmesi gerekmez mi? 2013’te Fatih Erbakan’la yaptığım bir röportajda ona Adnan Oktar’ı sorduğumda “Biz arkadaşız. Siyonizm, Masonluk ve evrim ile ilgili yazdığı kitapları rahmetli babam da beğenirdi. Özel hayat kişiye özeldir. Aslında medyada yansıtıldığı gibi biri değil, yoksa bu çalışmaları ortaya koyması mümkün olamaz. Haksızlık ediliyor” demişti. Fatih Erbakan’ın bile bunu söylediği bir camiada Adnan Oktar gerçeğinin çok geç fark edildiğini söyleyebilir miyiz?

Aslında geç fark edilmedi. İslami camia Adnan Oktar’ı görmek isteseydi başından beri görürdü. Fakat başından itibaren bu konuda çok temkinli davrandı ve yer yer uzak durmayı seçti.