Başörtüsü Eylemleri'nde Bu Hafta(FOTO)

Başörtüsü Eylemleri'nde Bu Hafta(FOTO)

Konya'da 228., Kocaeli'de 354., Sakarya'da 332.,



KONYA İNANÇ ÖZGÜRLÜKLERİ PLATFORMU 228. HAFTA BASIN AÇIKLAMASI
Rahman, Rahim, Allah'ın adıyla,

"Sen onların dinlerine tâbi olmadıkça Yahudi ve Hıristiyanlar da senden asla razı olmazlar. De ki:"Her halde yol ALLÂH yoludur." Şanım hakkı için sana vahiyle gelen bu kadar bilgiden sonra, faraza onların arzularına uyacak olsan Allâh'tan sana ne bir dost, ne de bir yardımcı bulunur." (Bakara Sûresi,120.âyet)
 

Sevgili dostlar ve değerli basın mensupları,

Geçtiğimiz günlerde AmeriKAN terör devletinin valilerinden Ricy Perry'nin "Türkiye İslamcı teröristlerce yönetiliyor." Demesi, bizi yönetenlerin ne kadar değiştik deseler de, onların gözünde değişen bir şeyin olmadığını ortaya koyan bir açıklamadır. İslami olan, İslam'dan olan her şey onların gözünde ya kötüdür ya terördür ya da Teröristliktir. Elbette onların karşısında "sağılmalık inek" olmamak teröristliktir. Sizi ne kadar sağıyorlarsa siz onların yanında iyi müttefik, siz ne kadar halkınızın ve medeniyetinizin savunucusu iseniz sizler iflah olmaz bir teröristsiniz.

Dünyanın dört bir yanında kan ve gözyaşı akıttıran ameriKAN emperyalistleri kana doymamış ki kendi beslemeleri ve uşakları olan Kenya devletini aç, sefil ve mazlum Somali halkına saldırtmakta ve gıda yerine onlara bomba ve kurşun göndermektedir. Herhalde terör bu olsa gerek"

Ülkemizin kangren haline gelmiş sorunu hâlâ kanamaya ve bir kısım mazlumların yüreklerini sızlatmaya devam etmektedir. Hâlâ 28 Şubat sürecinde olduğu gibi okullarımızda Milli Güvenlik derslerinde subayların zulmü devam etmektedir. Hükümet yetkilileri bu konuda üç maymunu oynamaya devam etmekteler.

Hırsıza, üçkâğıtçıya, katile, tecavüzcüye, cinsi sapkınlılara her türlü hoş görü ve iyimserlik gösterenler nedense aynı hoşgörü ve iyimserliği Rablerine kul olma sevdası ve inancından başka bir dertleri olmayan Başörtülülere gösterememektedirler.

Bu ülkenin başına çöreklenmiş ve halkın değerleri ve inançları ile mücadele etmekten başka bir dertleri olmayan bir parti yine halkın çocuklarının okuması önünde en büyük engel olan katsayı zulmünün devamı arka bahçeleri olduklarını zannettikleri yargıya götürmüşlerdir. Kendilerine yakışanı yapmışlardır" Tebrikler.

Bir sunucu bayana yapılan yakışıksız sözler için Sayın Başbakan ve eşinin telefonla yapılan özür dilemeyi ne yazık ki, çocuklarının rızkını aramaktan başka hiçbir günah ve suçları olmayan 34 vatandaşımızın katliamında göremedik. Bu ikilemin sebebini çok merak etmekteyiz. Çok mu zordur yapılan hata ve yanlışlar için özür dilemek.

Suriye halkının mücadelesi devam etmektedir. Zalim Esed ve yandaşları halkına kan kusturmaya devam ediyorlar. Suriye halkının direnişi de" Mazlum Suriye halkının yanında olduğumuzu ve halkın kendi geleceği hakkında kendilerinin karar vereceği bir sonla mücadelelerinin sona ermesini ve tevhid ve adalete dayalı bir rejimin kurulması en büyük dilek ve duamızdır.

Zalimin ve zulmün olmadığı, mazlumun hakkının çiğnenmediği, Tevhid ve adalet üzere kurulu yepyeni bir dünyada yaşama umudu ile 229. Hafta'da aynı yer ve saatte buluşmak üzere hepinizi Allah'a emanet ederiz.



KONYA İNANÇ ÖZGÜRLÜKLERİ PLATFORMU

KOCAELİ'DE 354.HAFTA, FAŞİST MİLİTARİST TÖRENLER KALDIRILSIN

CHP Milletvekili Mehmet Hilal Kaplan'a, ADD Kocaeli şb. Başkanı Banu İlter'e, bu konuda eski geleneklerden taviz vermeye karşı çıkan, tüm muhafazakar, statükocu köşe yazarlarına törenlerle ilgili cevaptır.

Değerli halkımız ve basın mensupları 354.hafta basın açıklamamıza hoş geldiniz.19 Mayıs törenlerinin kaldırılacak olduğunu sevinçle öğrendik.Dileğimiz 29 Ekim, 23 Nisan ve 10 Kasım törenlerinin de, bir an evvel kaldırılıp, çağdaşlaşma yolunda, bir adım daha atılmasıdır.Bu törenler adeta, Kemalizmi din haline getiren çevreler tarafından, dini bir ritüel gibi algılandığı için, 19 Mayıs törenlerinin şeklindeki değişiklik dahi, onları çok rahatsız etmiştir.Fakat bu ülke statükoyu kutsayanlardan ibaret değildir, bir zamanlar faşist Musolloni İtalyansında, Hitler Almanyasında uygulanan bu törenlerin, artık çağdaş dünyada yeri yoktur.

1930'lu yıllarda Faşist Musolloni İtaylasın da, gövde gösterisi olarak başlayan bu törenler, önce Hitler tarafından Almanya'da, sonra da İtalya'yı ziyarete giden İsmet İnönü tarafından beğenilip Türkiye de uyulamaya başlanmıştır. Patenti faşizme ait bu törenler, adeta kutsanan günlerle birleştirilip, Milli bayramlar türetilmiştir.Bu gün artık çağdaş dünyada yeri olmayan bu törenler, bir 3.dünya ülkesi olma vasfını koruyan Türkiye de uygulanmaktadır. Dünyanın yıldız savaşlarını konuştuğu bu günlerde, harp tarihi müzelerinde yer alacak araçlarla ve adına spor gösterisi denilen!, fakat basit bir danstan başka bir şey olmayan şovlarla, kutlama adı altında insanların zamanı, memleketin parası gereksiz yere harcanmaktadır. Düşünen özgür insanlar değil de, itaatkar, tek tipçi robotlar yetiştirmeyi hedefleyen ulusalcı kafa yapısı, özgür bireylerden değil, emir alan tek tip insanlardan oluşan, uysal sürülerden hoşlanmaktadır. Sporla alakası olmayan gösterilerde, bir şefin tek komutuyla, hareket eden, iradesiz insanlar, seçme hakkı olmayan, istediği gibi sportif faaliyet sunamayan, düşünemeyen, sadece emir alan, yönlendirilebilen robotlar, statükocu kafa yapısının aradığı ideal insan tipidir.

10 Kasım törenleriyse ayrı bir faciadır.Varlık sebebi vatandaşa hizmet olan devlet, insanların duygu ve düşüncelerine de yön verme hakkının kendinde olduğunu düşünerek, insanların ne zaman üzüleceğine karar vermekte ve 75 yıl önce gerçekleşen bir ölüm vakası için, hala törenler düzenlemekte, eğitimi durdurup, sirenler çaldırıp, vatandaşı toplu yas tutma eylemine sevk etmektedir.Hepimiz kısa bir süre önce ölen Kuzey Kore'nin devlet başkanı Kim Jong İl için ülkede mecburi yas ilan edildiğini, ağlayıp dizlerini dövmeyenlerin de mahkemece 6 ay ücretsiz çalışma kamplarına gönderildiğini, okuduk ve güldük.Tüm dünya'nın güldüğü Kore'ye, dünya üzerinde, Türkiye'den başka, benzeyen bir ülkede yok.

Bu törenler yüzünden ülkemizde eğitim, devlet daireleri, fabrikalar,hayat duruyor ve tatil yapılıyor.
Bu tatillerin oluşturduğu eğitim ve üretim zararları milyarlarla ifade ediliyor. Biz adına bayram denilen, bu günler yüzünden milyarları çöpe atacak kadar zengin bir ülke miyiz?.23 Nisanın, 29 Ekim'in, 19 Mayıs'ın anılması için, illa ülkede eğitimin, üretimin, hayatın durması,faşist törenlerin yapılması mı gerekiyor?.Bu törenler ve tatil olmadan, bu günlerin, 1 Mayıs örneğinde olduğu gibi, sivil olarak anılması neden hiç düşünülmüyor?.Patenti faşist İtalya'ya ait olan bu törenler, milli adı altında halka dayatılıyor.10 Kasımda üzülen varsa !, içinden yas tutsun.1 Mayısta işçi bayramında, nasıl isteyen gönüllü olarak işçi bayramı etkinliğine katılıyorsa, 29 Ekimde isteyenlerde gönüllü olarak yürüyüş yapsın.

Bunu söylediniz mi statükonun, mutaassıp, muhafazakar, muhafızları tarafından anında aforoz edilirsiniz. Çünkü onların adeta din haline getirdiği Kemalizmin, onlara göre farzı ayın ibadet ritüellerinden birisinin kalkmasını istemişsinizdir. Fakat asıl vatanseverlik bu törenlerinin kalkmasını istemekten geçer.Öğrencilerimiz zamanlarını, 10 Kasımlarda, faşizan, militarist törenlerde, bunların provalarında değil, eğitimle, bilimle harcasınlar.Bilim olimpiyatları düzenlenerek, teknolojik bilgiler yarışsın, dünyanın terk ettiği törenlerle zaman öldürmeyelim.Anlamsız ritüelleri yapmanın kime ne faydası var?.

Bu faşizan, militarist törenli hala ısrarla hala halka dayatamaya çalışan, CHP lilere, ADD cilere, ÇYDD cilere ve bilumum ulusalcı, statükocu tüm yapılara sesleniyoruz.Bu tutuculuğunuz, ülkeyi, çağdışı karanlıklarda, yerinde saydırmaktan başka bir işe yaramaz.Biraz çağdaş, modern dünyaya bakın.İçinde bulunduğunuz 1930-40'lar dan başınızı kaldırıp, 2012'nin dünyası nasıl?.Hangi ülkede, hala bu törenler var, bir bakın?.Bu yaptığınızı ülkenin hayrına değil.Bizim tatile değil çalışmaya, faşizan törene değil, bilim ve teknoloji alanında, eğitime ihtiyacımız var.Gerçekten bunları vatanseverlik adına yapıyorsanız, yapacağınız en hayırlı iş, bu ritüelleri kutsamaktan, insanımızı statükonun kulluğundan kurtarıp, özgür çağdaş bireyler olması yolunda çalışmanız olacaktır.Hükümete de bir STK olarak buradan çağrıda bulunuyoruz.10 Kasımlar da yas töreni dayatması, son bulsun.19 Mayıs, 23 Nisan, 29 Ekim törenleri kaldırılsın ve tatil olmaktan çıkartılsın.Bizim ülke olarak boşa geçirilecek zamanımız yok. Katıldığınız için hepinize teşekkür ediyoruz.
Behlül METİN, KOCELİ KARTEPE İNSAN HAKLARI DERNEĞİ ÜYESİ.

 

 

 

Sakarya Adalet Girişimi 332. Hafta basın açıklamasında yasağın ilk eğitim-öğretim yılında da uygulandığını belirtildi. Eylemde ayrıca Hrant Dink davasında alınan kararla, başörtülü Meryem Nurcan Yolveren'e yapılan uygulama protesto edildi.

Sakarya Adalet Girişimi Başörtüsü Platformu adına 332. Hafta basın açıklamasını Sakarya Dayanışma Derneği sözcüsü Kadrican Mendi okudu. Hrant Dink katliamıyla ilgili verilen hukuki sonucun ibret verici olarak değerlendirildiği açıklamada "Emniyetin, jandarmanın, milli istihbaratın içinde olduğu ve tüm bu ilişkilerin basında yıllardır işlendiği bir vasatta mahkeme sanıkların "örgütlü suç" tan beraatine hüküm veriyor. Tıpkı 1915'te yapılanlarında münferit bir takım eşkıya hareketleri olduğunun iddia edilmesi gibi. 12 Eylül'le, darbecilerle, derin devletle hesaplaştığını söyleyen hükümetin tavrı ise düşündürücü... Hükümet üyeleri, Hrant Dink'in katillerinin "örgüt" suçlamasından beraat etmelerine yönelik ise ilk gün hiçbir açıklama yapmazken sonradan cumhurbaşkanı ""Yargı süreçlerine polemiğe girmeden bakmak gerekir" açıklaması yaparken, adalet bakanı " gerekçeli karar henüz açıklanmadı , ona da bakmak lazım" diyor. Yani bu mantığa göre mahkeme bu kararına gerekçe bulduysa sorun yok."

Başörtüsü yasağı sürüyor!

Sakarya Adalet Girişimi Başörtüsü Platformu 332. Hafta basın açıklamasında Gaziantep'te Güllü Çevik'in, kızını başörtülü okutmak istediği için polis tarafından gözaltına alınmasına, İHL'lerde Milli Güvenlik Bilgisi dersleri dolayısıyla yasak uygulanmasına ve öğrencilerinin notlarının kırılmasına dikkat çekilen açıklamada "Başörtüsü meselesinde de her hafta buradan ayrıntılarını bildirdiğimiz gibi; sürgün edilen öğrenciler, gözaltına alınan, çocuklarına devlet tarafından el konulacağı ile tehdit edilen velilerin yaşadığı bir Türkiye'deyiz" Yaşananlar devletin vatandaşa haddini bildirme tavrının hala ne kadar canlı olduğunu gösteriyor. Devletin hangi Başörtüsünden razı olduğunu gösteren bu tutumları, mevcut devletçi zihniyet değişmediği müddetçe, elde edildiği iddia edilen kazanımları da aslında yeni bir "makbul vatandaş" oluşturulma çabasından ibaret olduğunun işaretleri olarak okuyoruz." denildi.

Devlet değil ihtiyaçları değişiyor

Basın açıklamasında geçtiğimiz günlerde KCK ile irtibatlı olduğu iddiasıyla gözaltına alınan Meryem Nurcan Yolveren'e yönelik muamele de eleştirilerek şöyle denildi: "Başörtüsü meselesinde de her hafta buradan ayrıntılarını bildirdiğimiz gibi; sürgün edilen öğrenciler, gözaltına alınan, çocuklarına devlet tarafından el konulacağı ile tehdit edilen velilerin yaşadığı bir Türkiye'deyiz. Tipik bir zulüm de "KCK operasyonları" kapsamında gözaltına alınan Meryem Nurcan Yolvercan'a uygulanan muamelede ortaya çıktı" Evet devletin hangi Başörtüsünden razı olduğunu gösteren bu tutumları, mevcut devletçi zihniyet değişmediği müddetçe, elde edildiği iddia edilen kazanımları da aslında yeni bir "makbul vatandaş" oluşturulma çabasından ibaret olduğunun işaretleri olarak okuyoruz. 28 Şubat'tan bugüne değişenin; devleti idare eden zihniyetin değil, sadece devletin değişen ihtiyaçlarının olduğunu anlıyoruz."

Sakarya Adalet Girişimi Başörtüsü Platformu 332. Hafta basın açıklamasıdır

Devletin razı olduğu kul olmaktan Allah'a sığınırız.

Devlet tüm gücüyle 1915'te Ermeni katliamını yapılmadığını savunur, hatta bunun için her türlü diplomatik krizi göze alırken, Hrant Dink'in katlinin ardından ortaya çıkan hukuki sonuç ibret verici.

Bundan yüzyıl önce yapılan katliam için "devlet Ermenileri öldürmemiştir" diyen zihniyet bugün de Hrant Dink için aynı şeyi söylüyor.

O'nu devletin değil üç beş serserinin öldürdüğünü iddia ediyor. Emniyetin, jandarmanın, milli istihbaratın içinde olduğu ve tüm bu ilişkilerin basında yıllardır işlendiği bir vasatta mahkeme sanıkların "örgütlü suç" tan beraatine hüküm veriyor.

Tıpkı 1915'te yapılanlarında münferit bir takım eşkıya hareketleri olduğunun iddia edilmesi gibi.

12 eylül'le, darbecilerle, derin devletle hesaplaştığını söyleyen hükümetin tavrı ise düşündürücü.

Emniyet ve Savcılar eliyle KCK ve Ergenekonla ilişkilendirilerek kolayca içeri atılıveren insanlar için, mesela gazeteciler için "onlar gazeteci oldukları için değil, terör örgütü üyesi oldukları için alındılar" gibi yorumlar yapan hükümet üyeleri, Hrant Dink'in katillerinin "örgüt" suçlamasından beraat etmelerine yönelik ise ilk gün hiçbir açıklama yapmazken sonradan cumhurbaşkanı ""Yargı süreçlerine polemiğe girmeden bakmak gerekir" açıklaması yaparken, adalet bakanı " gerekçeli karar henüz açıklanmadı , ona da bakmak lazım" diyor.

Yani bu mantığa göre mahkeme bu kararına gerekçe bulduysa sorun yok.

Bu son olay Uluslararası planda "ermeni soykırımı yoktur" tezini işleyen devletin, aslında kendi içinde ne denli büyük çelişkiler taşıdığının da göstergelerinden biri olmuştur.

Başbakan, meclis başkanı ve cumhurbaşkanı eğer gerçekten bu sonucun nasıl alındığının farkında değiller ise, bu olay aynı zamanda derin devletin sanılandan da derinde olduğunu gösterir.

Yoksa bu şaşkınlık ve taaccüb; ekonomi ve idare işlerini küresel sistemin kurallarına göre yürüten hükümetin , "derin meseleler"i devlete bıraktığının bir işareti midir?

Zira Bu derin mekanizmayı hükümetin son bir yıl içinde Kürt meselesindeki performansında, yine komşularla sıfır sorun iddiasından Suriye ,ırak ve iran'a karşı takınılan buyurgan tavıra geçişte çok net görebiliyoruz.

Başörtüsü meselesinde de her hafta buradan ayrıntılarını bildirdiğimiz gibi; sürgün edilen öğrenciler, gözaltına alınan, çocuklarına devlet tarafından el konulacağı ile tehdit edilen velilerin yaşadığı bir Türkiye'deyiz.

Tipik bir zulüm de "KCK operasyonları" kapsamında gözaltına alınan Meryem Nurcan Yolvercan'a uygulanan muamelede ortaya çıktı.

Sabaha karşı evinden alınan, üniversite öğrencisi Yolvercan ve iki arkadaşının götürüldükleri İstanbul emniyetinde başörtülü fotoğraflarının ardından başları açtırılarak fotoğrafları çekildi. Nezarette de başörtülerine el konulan öğrencilere gerekçe olarak Başörtüleri ile intihar edebilecekleri söylendi.

Devletin vatandaşa haddini bildirme tavrının hala ne kadar canlı olduğunu gösteren; ilköğretim ve lisede başörtüsü takmayacaksın, kamuda çalışıyorsan başörtüsü takmayacaksın emirlerinden sonra Kürt siyasetini destekliyorsan da Başörtüsü takmayacaksın emrinden de haberdar olmuş olduk.

Evet devletin hangi Başörtüsünden razı olduğunu gösteren bu tutumları, mevcut devletçi zihniyet değişmediği müddetçe, elde edildiği iddia edilen kazanımları da aslında yeni bir "makbul vatandaş" oluşturulma çabasından ibaret olduğunun işaretleri olarak okuyoruz.

28 Şubat'tan bugüne değişenin; devleti idare eden zihniyetin değil, sadece devletin değişen ihtiyaçlarının olduğunu anlıyoruz.

Bu kendini yeryüzü ilahı gibi gören, buyurgan, halka haddini bildiren, kendi çizdiği "makbul vatandaş" çerçevesinin dışında kalan; Müslüman, sosyalist, alevi, kürt, ermeni herkese karşı aynı zorbaca kibrini gösteren bir zihniyettir.

Ve yaşadıklarımız, bu zihniyetin bu topraklarda seçimle gelen hükümetler eliyle değiştirilemeyecek kadar köklü olduğunu göstermektedir.

Yeni bir anayasa tartışmaları gündem oluştururken, ülkedeki tüm siyasal görüşlerin üzerinde mutabık kalacağı bir "toplumsal sözleşme" çabasından ziyade, gelinen noktanın hukuken ve sivil toplum üzerinden meşrulaştırılmasına ilişkin bir çabayı sezmekte ve bundan endişe duymaktayız.

Yeni bir anayasa meselesi hukuki bir mesele değil, yeni bir ülke için tartışılması gereken siyasi bir meseledir.

Bu konudaki görüşlerimizi de SAGİR olarak önümüzdeki günlerde kamuoyu ile paylaşmaya devam edeceğiz.

Liberal sömürgeci ekonomik uygulamalardan, bankaların sömürüsünden kurtulmuş, NATO'nun değil bölgesel ittifakların üyesi olan, meşruiyetini halkının ortak menfaatlerinden alan yeni bir ülke için, kendi durduğumuz noktadan, yani tevhid ve adaleti hakim kılma çabasındaki müslümanlar olarak sözümüzü yükseltmeye devam edeceğiz.

Rabbimiz ayaklarımızı yolunda sabit,

Sözümüzü hak, amelimizi Salih kıl.

Zalimlerden intikamına bizleri memur et.

Canımızı Devletin değil senin razı olacağın kullar olarak al.

Amin"

SAGİR adına Sakarya Dayanışma Derneği

Kadrican Mendi (Dernek sözcüsü)

Ankara'da 311 Eylem

Ne yazık ki hukuk yine adaletten yana değil de perde arkası içtihatçılarının güdümünde bir karar daha vermiştir. Kalemden, kalemi kullanan ellerden korkan zihinler ve kalemleri kırmayı hedefleyen zihinler yine tüm delillere rağmen "organize" oldukları halde rastgele olaylar zinciri olarak lanse edildiler. Aradan geçen beş yıla rağmen, hukuk kamu vicdanını değil devleti koruması altına alarak bir karar vermiş ve Hrant davasında tetiği çektirenler değil, tetiği çekenlere ceza verilerek soruşturma derinleştirilememiştir. Adalete inancın zayıflaması ile biz de sesleniyoruz :"İnsanı güvercin ürkekliğine mahkûm etmenin nasıl bir bedel olduğunu bilir misiniz siz?"Soruyoruz: Kavmiyetçilik şeytandandır, ne çabuk unuttuk?

Ortadoğu'da Bush Doktrini safsatası neticesinde Irak'ı kan gölüne çeviren ABD, Vietnam'da yaptığı gibi arkasında paramparça bir toplum, milyonlarca mahvolmuş hayat bıraktı. Eisenhower mantığının yine işe yaramadığını milyonları öldürerek anlayan ABD bu sefer de Nixon'un kurnazlığına başvurarak coğrafyamızda kardeş kavgasını başlatmayı hedeflemektedir. Irak'taki büyükelçiliğimize yapılan provakatif saldırı da göstermektedir ki Irak üzerinden Türkiye-İran savaşı çıkarmak şer güçlerinin yeni oyunudur. Bizler inancımız sevdamız bir olan din kardeşlerimizle ikinci bir Çaldıran yaşanmasının İslam Âlemi'nin sonu olacağını hatırlatıyoruz.

Dış politika ne zaman iç politik kaygılara kurban giderse bu coğrafyanın hakkını vermekten uzağa düşer yeni Irak'ların yaşanmasına sebebiyet verme tehlikesi ile karşı karşıya kalır, milyonların vebaliyle yaşarız. Suriye'ye kesinlikle emperyalist Batı'nın müdahalesini de Suriye üzerinden yeni Soğuk Savaş'ların yaşanmasını da istemiyoruz.

Bu hafta içerisinde, dokuz sivil toplum kuruluşu temsilcisinden oluşan 32 kişilik heyet, insani ve İslami duyarlılıkları ile Şırnak Uludere ilçesine bağlı Gülyazı köyünü ziyaret ederek öncelikle bu katliamda hayatını kaybedenlerin ailelerine taziyelerini sunmak, vefat edenlere mezarları başında dua etmek hem de olayın sorumluları ve son hukuki durum hakkında tespit yapma amacı ile bölgeye gitmişlerdir.

Halen adli ve idari soruşturmada mesafe alınamamış olması, bir albay dışında hiçbir yetkilinin görevden uzaklaştırılmaması, bu yönde güçlü taahhütlerin yapılmaması maktul yakınları tarafından siyaseten olduğu kadar ahlaken ve hukuken de ağır bir kusur olarak algılanmıştır. Toplumsal adaleti temin edememe, en temel hak olan yaşama hakkını koruyamama, suçluları tespit edip cezalandıramama gibi hukuksuz bir işleyişin sadece öfke ve çatışma üreteceğini vurgulayan insanlar, benzer katliamların bir daha yaşanmaması için Hükümetten somut ve kalıcı adımlar beklediklerini ifade etmişlerdir.

Ülkemizde ertelenen sürekli "dondurulan" sorunlara kangrenleşmeden nelerin sebebiyet verildiği çözülmelidir. Hükümetin sorumluları cezalandırmakta isteksiz davranmasının, mevcut suçun ortağı olması anlamında yorumlanacağını vurgulamak istiyoruz. Öldürülen 34 kişinin katillerinin bulunup cezalandırılması, Hükümetin üzerindeki en önemli ve öncelikli sorumluluktur. Ertelenemez ve devredilemez bu sorumluluğun ifa edilmesi için takipçi olduğumuzu kamuoyuna ilan ediyoruz.

Ankara İnanç Özgürlüğü Platformu Adına

MAZLUMDER Ankara Şube Yönetim Kurulu Üyesi

Soner KARTAL