Zekat ve Sessiz Devrim

Zekat ve Sessiz Devrim

İslam’ın uygulama sâhasına konulan ve alışkanlık hâline gelen bu zekât emri -ki bazı bilginlere göre Kur’ân’da 82 defa geçiyor...

Zekâtın Terbiye Edici Etkisi ve Friedman

Fakirlik nedir? Fakirlik: normal hayat için lâzım olan şeylerin yokluğu veya mutlaka lâzım olan asgarî (en az) miktardan daha az kıymetlere sâhip olmaktır. Hayat için asgarî miktar ise tabiî (ve târihî) kategoridir ve kişiye ve âilesine, toplumun gelişme seviyesi ne ve maddî imkânlarına uygun olarak maddî ve kültürel ihtiyaçlarını temîni için yetecek kıymetler toplamını teşkîl etmektedir. Toplumun görevi tam bir eşitlik gerçekleştirmek olmayıp, her şeyden evvel herkese mutlaka lâzım olan bu asgarî miktarı temin etmektir. İslam’ın sosyal tedbirleri buna uygun olarak yoksulluğun ortadan kaldırılmasıyla sınırlı kalmıyor. Yani mülkiyet eşitliğini isteyen talebi kapsamıyor. Çünkü (böyle bir eşitliği) ahlâkî ve ekonomik bakımdan haklı gösteren teşebbüslerin kıymeti şüphelidir. Öte yandan, zekâtla ilgili tartışmalar genellikle hangi maldan ne kadar vermek gerekiyor meselesine yoğunlaştırılmıştır. Fakat zekât kurumu için yüzdelik ve sayılardan daha önemli olan özellik, dayanışma prensibidir.

Asıl mühim olan, toplumun zengin tabakasının yoksul tabakasına karşı yükümlülüğünün bulunduğu prensibidir. Hiç şüphe yok ki, hakîkî İslâmî düzen, bu prensibi gerçekleştirmeye çalışacaktır ve bunu yaparken, din âlimlerimizin titizlikle tartıştıkları yüzdelik miktarının aşılıp aşılamayacağı meselesine de pek ehemmiyet vermeyecektir. Bu gâyeye ancak, zenginlerin zekâtlarını yoksulların ihtiyaçlarına uygun olarak verdikleri takdirde ulaşılacaktır. Fakirlerin hakkı olan zekât (Kur’ân, 70: 24-25), diğer haklar gibi, gerekirse zorla alınacaktır. Ekonomi sahasındaki çalışmalarıyla 1976 Nobel ödülünü alan Milton Friedman’ın (1912-2006) ‘olumsuz vergi’ (negative income tax) hakkındaki ilginç düşüncesini burada mukayese için kaydedelim. Bu düşünceye göre, mâliye dâireleri kazancı yetersiz olanlara “olumsuz vergi’ ödeyeceklerdi. “(Zenginlerden vergi olarak toplanan) Sosyal paralar verimsiz ve müthiş pahalı sosyal hizmetlere sarf edilmek yerine, gerçekten muhtaç olanlara dağıtılsaydı, ABD’de yoksulluk çoktan yok olacaktı.” Friedman böyle diyor. Friedman’ın bu fikri, kuvvetli bir şekilde zekatı hatırlatıyor.

Sessiz Devrim: Vakıflar

İslam’ın uygulama sâhasına konulan ve alışkanlık hâline gelen bu zekât emri -ki bazı bilginlere göre Kur’ân’da 82 defa geçiyor- (zekât, sadaka ve infâk kelimeleri ve türevleri kastedilmiş olabilir) sayesinde Müslüman toplumunda vakıf kurumunun yayılışı sûretiyle sessiz bir devrim gerçekleştirmiştir. Bu kurumun; mânâsı ve yayılışı îtibâriyle, diğer medeniyetlerde eşi yoktur. Hemen hemen hiçbir Müslüman ülke yok ki, genel halkın istifâdesi için muazzam mallar vakfedilmiş olmasın. Kur’ân’da vakıf açıklıkla zikredilmiş olmamakla beraber, bu yaygınlık tesâdüfî değildir. Vakıf yardımlaşma rûhunun bir meyvesi ve zekâtın terbiye edici tesirinin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Bu insânî kurum, bazı önemli sosyal(toplumsal) gâyelerin zor kullanılmadan gerçekleşeceği ümîdini vermektedir. Ahlâkî maksatların hizmetinde maddî bir kıymet olarak vakıf, ekonomi sâhasında önemli değişikliklerin maddî menfaat (yarar) söz konusu olmadan da, meydana gelebileceğini göstermektedir. Bu yönüyle vakıf kurumu “doğal iktisat kanunları” denilen şeye zıttır ve siyâsî iktisat açısından bakıldığında bir anomali (metodolojiye aykırı, normalin tersi) bir örnek teşkîl etmektedir. Fakat iki yönlülüğü (insaflı bir ekonomik kategori) göz önüne alınırsa, vakıf, tipik bir İslâmî kurum olarak meydana çıkar.

Aliya İzzetbegoviç

islamekonomisi.org

Vakıfların İşlevine Dair Bir Örnek: Karatay Kervansarayı

Kervansaray’da, oraya gelen bütün yolcuların meccânen (karşılıksız) yemek yemesi için bir aşhâne vardır.. Kervansaray’a gelen (Müslüman, kâfir, hür veya köle) her yolcuya müsâvi (eşit) olarak bir okka (ya da kiyye, şehir ve kasabalara göre ağırlık değeri farklılık göstermekle beraber, genellikle 1282 gram değerinde kabul edilmiştir) et ve bir çanak da yemek verileceği şart kılınmaktadır ki, vâkıf (vakfın kurucusu), burada bahsedilen okkanın yüz dirhem (okkanın dört yüzde biri, 31 desigram, ortalama 70 adet arpa ağırlığına karşılık gelir) olduğunu tasrih (beyan) ediyor.

Bunlardan başka, bu devrin zâviye(1), imâret(2), medrese(3) ve sâir bu kabil bütün içtimai müesseselerinde görüldüğü gibi, burada da vâkıf, her Cuma akşamı bal helvası yapılıp bütün yolculara dağıtılmasını şart kılmaktadır.

Bu zamanlarda balın Anadolu’da bol, ucuz ve nefis olduğu el-Umeri gibi diğer çağdaş kaynaklarda da zikredilmektedir. Esasen Ortaçağda şeker istihsâlinin (üretiminin) azlığı onu lüks ve pahalı bir gıda maddesi haline soktuğundan bu gibi müesseselerde daima tatlılar için balın istihlâk edildiği (tüketildiği) görülmektedir.

Kervansaray’da yolcuların bu ihtiyaçlarını gördükten sonra ayakkabılarını tamir veya ayakkabısı olmayanlara yeni ayakkabı verileceği hususundaki vakıf şartları çok dikkate şayandır. Bunun gibi hana gelen hayvanların nallanması için nal ve çivi tahsis edilmekte ve bunlar için vakıf gelirinden gerektiği nisbette deri, sahtiyân (cilâlı deri), çivi ve nal satın alınması şart kılınmaktadır.

Handa hastalanan hayvanlara bakmak için orada daimi bir baytar mevcuttur ki, vakfiye buna 100 dirhem para ile 24 mudd (875 gram ağırlık) zâhire (ambardaki tahıl, azık) ayırmıştır. Vakfiye, hana gelen hayvanlara kâfi derecede arpa ve saman verileceğini de kaydeder. Hanın aydınlanması için gerektiği kadar yağ (zeyt), mescid için mum ve yolcuların ısınması için lazım olan odunun mikdarını da Kervansaray’ın idarecilerine bırakmıştır.. Hana gelen yolcuların hamamda yıkanmaları da temin edilmektedir.

Vâkıf, Kervansaray hastanesinde hastaların âfiyet buluncaya kadar tedavi edileceklerini, ölen hastaların mevkufâttan (vakıf gelirinden) ayrılan bir para ile kefenlenip gömüleceklerini şart koymaktadır.

Bundan sonra Karatay, Kervansaray’a, akraba veya âzâdlı kölelerinden(4), kazanmaktan âciz kadın-erkek, Müslüman-kâfir, herhangi bir fakir kimse sığındığı takdirde, her birine yılda 120 dirhem para ve 24 mudd zâhire tahsis etmiştir..

Kütahya’da bulunan Germiyan oğlu Yakub Bey’in imâretine ait vakfiye kitâbesinde(5), imârette hasta olanlar için hekim getirileceği, ilaç verileceği ve bunların ücretinin vakıf gelirinden ödeneceği kaydedilmektedir.

Osman Turan, Selçuk Devri Vakfiyeleri III: Celâleddin Karatay, Vakıfları ve Vakfiyeleri, Belleten, XII, s. 45, Ocak 1948, Ankara, s. 41-44

 —————————–

1- Sofilerin zikir ve ibadet için toplandıkları yere tekke, bunların küçük ve ancak yolcu dervişlerin barınmalarına mahsus olanına zaviye denir

2- Veya imarethane, Osmanlı Devleti döneminde yoksullara yardım amacıyla oluşturulan hayır kurumları.

3- Müslüman ülkelerde orta ve yüksek öğretimin yapıldığı eğitim kurumlarının genel adı. Medrese kelimesi Arapça ders kökünden gelir. Medreselerde ders verenlere müderris denir.

4- Kölelik, bir insanın başka birinin malı ve mülkü olması. Başka bir kişinin malı ve mülkü olan kişiye köle, memlûk veya kul; köle sahibine ise efendi veya mevla denir. Bazı durumlarda uşak ve hizmetçi de köle anlamına gelir. Kadın kölelere cariye denir.

5- Yazıt ya da Kitabe, genelde anıtsal bir eserin üzerine tanıtım ve bilgilendirme amaçlı yazılara verilen addır.

 

akilvefikir.org